Türkiye"nin güçlenmesi, dünya dengelerini de zorlarken...

Selâhaddin Çakırgil

12-13 Ağustos gecesi, Ankara"da, AK Parti"nin tertib ettiği bir iftar proğramında, çeşitli dinlerin temsilcileri yanında, Ankara"daki bütün büyükelçiler de davetli olarak yerlerini alıyorlardı; tek istisnasıyla..

Bu tek istisna, siyonist İsrail rejiminin büyükelçisi idi..

İHH"nın uluslararası bir organizasyonuyla  Gazze"ye insanî yardım götürmekte olan bir yardım filosunda yer alan ve Gazze"ye uygulanan ablukayı kırmak ve Gazze halkının yanında olduğunu göstermek isteyen ve büyük ekseriyeti Türkiye"li olmak üzere, 32 ülke vatandaşlarından oluşan 700"ü aşkın yolcu taşıyan Mavi Marmara isimli gemiye, üstelik de uluslararası sularda seyir halinde ve de siyonist İsrail rejiminin karasularından 100 km. kadar uzakta iken, 31 Mayıs -1 Haziran 2010 gecesi yaptığı kanlı baskının sonrasında ortaya çıkan gerilim, bu iftar proğramına da yansımıştı..

Bu da tabiî idi.. Çünkü, siyonist haydutlar çetesi İsrail rejiminin şefleri, Başbakan Bünyamin Netanyahu, Sav. Bak. Ehud Barak ve Gen. Kur. Başk. Eşkenaz gibi seçkin cinayetkârlar, "askerlerinin o cinayetleriyle iftihar ettiklerini, yapılanların sorumluluğunu şerefle üstlendiklerini, onların öldürülmeleri lâzım gelenleri öldürdüklerini, askerlerinin asla hesaba çekilemiyeceğini"  büyük bir küstahlıkla tekrarlıyorlardı, bir iç-soruşturma komisyonu huzurunda..

Böyle bir rejimin büyükelçisinin öyle bir proğrama davet edilmesi, Türkiye Hükûmeti"nin siyonist İsrail rejimine takındığı sert tavırla çelişirdi..

Ama, yahudi din adamlarını da hazır bulunuyordu, bu iftarda.. Yani, siyonist İsrail rejiminin cinayetleri, yahudilerin tamamı üzerine yüklenmemişti.. Netanyahu"nun, "İsrail"in bir yahudi devleti olduğunu ısrarla vurgulamasına ve bunu ayrıca diplomatik dille de kabul ettirmek istemesi"ne  rağmen..

Ve o iftar proğramı sırasında Başbakan Erdoğan yaptığı konuşmada, İsrail rejiminden beklediklerini bir daha hatırlatıyordu.. İsrail, özür dilemeli, uluslararası bir soruşturma komisyonu kurulmasını kabullenmeli,  tazminat ödemeliydi.. Ama, Netanyahu yönetimi, özür dilemeye ve tazminat ödemeye  yaklaşmıyordu.. Uluslararası bir komisyonu kurulmasını ise, daha sonra,  Amerika"nın desteğini de arkasına alarak ve bir uluslararası oyunun bir sahnesi olarak kabul ediyordu..

Tayyîb Erdoğan yaptığı konuşmada, bu arada, Türkiye"ye, "Türkiye"nin yüzünü sadece Batı dünyasına çevirmesi ve diğer dünyalara sırtını dönmesi gerektiği gibi telkinler yapıldığını" çok net bir şekilde dile getiriyor ve "Türkiye"nin kimseye sırtını dönmeden, yüzünü bütün dünyaya çevirdiğini ve bunun bir eksen kayması olmadığını, takib olunan siyasetin olması lâzım gelen olduğunu, ve ayrıca, Türkiye"den, başka dünyalara sırt çevirmesini beklemek ve bunu dile getirmek hakkının kimsede olmadığını" hatırlatıyordu..

Bu tesbitlere katılmamak mümkün mü?

Olması gereken de bu idi..

Bu siyaset doğrudur, ama, bunu sürdürmek; büyük bedeller ödenmesini ve onun muhtemel her türlü sonuçlarının kabul edilmesini de gerektirir.. 

Yoksa, hayâl âleminde gezildiği düşüncesini ve çetin mücadeleler karşısında eğilmeyi beraberinde getirir ve zor karşısında sıvışmayı kabul etmek gibi bir yüzkarartıcı noktaya düşürür, insanı..

*

Amerika"nın, Türkiye"den iyice kuşkulanmaya

 başladığının resmi olan bir toplantı..

 

Tayyîb Erdoğan"ın çok dolaylı şekilde dile getirdiği o dış telkınlerin, baskıların boyutları nedir, bunu bilmiyoruz..

Ama, Tayyîb Erdoğan"ın o konuşmasının yapıldığı gecenin ilerliyen saatlerde ve de Amerika"nın gündüz saatlerindeyken, 13 Ağustos günü, ulaşan bir haber ilginçti..

Bu, Amerikan Dışbakanlığı"nda Türkiye siyasetinin masaya yatırıldığı, Hillary Clinton"un başkanlığında, üst düzey katılımlı bir toplantı düzenlendiği haberi idi..

Bu toplantı, adetâ, Tayyîb Erdoğan"ın sözünü ettiği, "yüzünü başka dünyalara dönme, onlara sırtını dön.."  talebinin yeni bir mesajını vermek için yapılıyordu..

Evet, bu habere göre, Hillary Clinton'dan ayrı olarak, ABD Dışişleri Bak. Yard. Jack Lew, bakanlığın siyaset planlama direktörü Anne-Marie Slaughter, Avrupa ve Avrasya işlerinden sorumlu müsteşar yardımcısı Philip Gordon ile diğer yetkililer katılmış ve Bakanlık sözcüsü Mark Toner, konuyla ilgili sorular üzerine, toplantının "kurum içi bir toplantı" olduğuna işaret etmişti.
"ABD'nin dış politikası açısından büyük önem taşıyan belirli konularda bakanlık içinde her zaman toplantılar yaptıklarını, Türkiye hakkındaki toplantının da bunlardan birini oluşturduğunu" ifade eden Toner, ayrıca, "Toplantı, Türkiye üzerine bir kerelik yapılan bir toplantı değil.." diyerek, bu tip toplantıların önceden beri yapılageldiğini belirtiyordu.

Toner, "Toplantıda İran konusu gündeme geldi mi?"  sorusunu ise, " Türkiye ile ilişkilerimizde önemli konuların neler olduğunu biliyorsunuz.." diye karşılıyordu.
Mark Toner"in, "Toplantının nihaî amacı, düşünce kuruluşlarındaki toplantılar tarzında ve serbest bir biçimde, 'Doğru yönde mi ilerliyoruz? Ele alabileceğimiz başka alanlar var mı?"  gibi soruların değerlendirilmesi. Bunlar, 'neredeyiz, nereye gitmeye ihtiyacımız var?' sorularının analizinin yapılmasına çalışılan, politikamızın ne olduğuna bakılan olumlu toplantılar" şeklindeki izah çabaları da önemli idi..
Ayrıca, Türkiye ile ilgili toplantıya, bakanlık tarafından her sabah açıklanan, Clinton ve bakanlığın üst düzey yetkililerinin günlük programında da yer verilmesi dikkat çekiciydi.. Yetkili, bu durumla ilgili olarak, "toplantı, bakanlık içinde her zaman yapılan toplantılardan birisiyse, neden önceden duyurusunun yapıldığı" sorusunu ise, "Günlük ve haftalık faaliyetlerimize ilişkin, mümkün olduğu kadar şeffaf olmaya çalışılıyor, kötü bir şey yok, bunun ötesinde bir şey değil" şeklinde karşılıyordu, ama, bu izah, zihinlerdeki soru işaretlerinin giderilmesine yetmiyordu..

Bu arada, Mark Toner"in, sözü hemen PKK ile mücadeleye getirip, "Türkiye, Irak'ın kuzeyindeki bölgesel yönetim ve Irak hükümetiyle birlikte çalıştıkları"na değinmesi, ve PKK'nın, ortak düşmanları olduğunu belirtmesinin, bir rüşvet-i kelâm kabilinden olduğunu hatırlatmaya da gerek yok, herhalde..

Ve yine unutulmasın ki, PKK"nın bütün Irak"ı yıllardır askerî  işgali altında tutan B. Amerika tarafından palazlandırıldığı ve Ortadoğu dengelerinde her zaman kullanılabilecek bir piyon olarak korunup, kendi siyasetlerine -tabiatiyle siyonist İsrail rejiminin siyasetleri de Amerikan siyasetlerinden ayrı değildir..- uygun zaman ve şekillerde öne sürüldüğü, tekrarlanmaya bile ihtiyaç hisssetmeyen bir acı gerçektir ve siyonisit İsrail rejiminden alınan insansız keşif ve casusluk uçakları olan Heron"ların verdiği sinyal ve gönderdiği fotoğrafların, Türkiye"deki askerî makamlara olduğu gibi, başka yerlere de ânında verildiği ve hattâ, İskenderun ve diğer bazı yerlerdeki karakol baskınları öncesinde Heron"ların bilgi akımının kesilmesinde olduğu gibi, emperyalist-şeytanî güçlerin siyasetlerine uygun durumlarda da, bu bilgi ve fotoğraf ve sinyallerin Türkiye"ye verilmesinin kesildiği de kesinleşmiştir.. Kaldı ki, bu gibi yüksek teknolojik cihazların elekronik yazılımlarının bizzat İsrail ve Amerika"daki merkezlerde hazırlandığı ve bu bilgilerin önce o merkezlere geçildiği de bir ayrı gerçektir..

Ayrıca,  PKK"nın İran"daki kolu olan PEJAK"ın Amerikan emperyalizmi tarafından açıkça desteklendiği de, bunun bir diğer tarafıdır..

*

Batı artık, Türkiye"nin "Hasta Adam" olmadığının ürpertisi içinde..

 

Yani, Türkiye, güçlendikçe ve dünya siyasetinde etkisini daha bir hissettirdikçe, bunun, Amerikan emperyalizminde bir takım rahatsızlıklar meydana getirmesi tabiî idi ve bugün olan, budur.. Ki, Avrupa Birliği de, aynı rahatsızlıkları yaşamaktadır.. Bir süre önce, İtalyan Dışbakanı"nın, gelinen noktayı, "Biz Türkiye"yi AB"ye almazken, Türkiye"de Balkanlar"da, AB"nin yanı başında bir alternatif oluşturuyor.." diye hayretle açıklaması ve müttefiklerini ikaz etmesi boşuna değildi..

Aynı şekilde, "Türkiye"de eksen kayması mı meydana geliyor? Batı"ya yönelik 200 yıllık siyasetinden vaz mı geçiyor?" şeklindeki sualler ve etkili bir ingiliz gazetesinde, iki ay kadar önce, "Boğaz"daki "Hasta Adam" gitti; yerine "Kızgın Adam geldi.."  diye ironik şekilde anlatılan ve ama korkuyla değerlendirilen ve Tayyîb Erdoğan Türkiyesi"nin giderek artan güçlü imajı ve dünya jeo-politiğinin ve jeo-stratejisinin en hassas bölgesini oluşturan "Balkan- Kafkas –Ortadoğu"  üçgeninde, yönlendirilen değil, yönlendiren  konumuna gelmesi; bir süre önce Amerikan Başkanı Obama"yı bile bu konuda görüş açıklamaya sevketmişti.. Obama"nın,  "Türkiye"nin bir eksen kayması içinde olduğu sözkonusu değil.. Avrupa Birliği kendisini almayınca, onun da başka alanlara yönelmesi tabiîdir.."  diye, yumuşak bir yaklaşım sergilemesi ve çözümü, Türkiye"nin Avrupa Birliği"ne alınmasında görmesi ilginçti.. Ki, iki hafta önce Türkiye"yi ziyaret eden İngiltere Başbakanı David Cameron"ın beyanları da aynı istikametteydi..

Bütün bunlar gösteriyor ki, 1850"lerden beri "Hasta Adam" diye nitelenen Osmanlı ve onun enkazı üzerinde yeniden yükselmeye başladığından korkulan Türkiye üzerine uluslararası merkezlerde yeni stratejik planlar yapılması tabiîdir..

Evet, ekonomik açıdan güçlenen ve komşularıyla "sıfır ihtilaf"  hedefini gerçekleştirmekte epeyce mesafe alan ve bu hususta muhatabları nezdinde inandırıcı durumuna gelen bir Türkiye"nin uluslararası alanda elinin daha bir açılacağı açıktı..

Türkiye ile siyonist İsrail rejimi arasında meydana gelen son gerginliğin kolayca giderilemiyeceğini gören Amerikan emperyalizmi, tedbirler peşindedir.. Esasen, Mavi Marmara Gemisi"ne yapılan kanlı baskın sonrasında, Türkiye uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını diplomatik alanda kullanmakta ısrarlı olunca, ihtilaf kosununun araştırılması için, BM. tarafından bir komisyon oluşturulması kararlaştırılırken.. Amerikan makamlarının, "Bu komisyonun çalışmalarının sınırlarını, İsrail"in iç hukuk açısından oluşturduğu komisyondan daha etkili olamıyacağı ve onu tamamlayıcı nitelikte ve bu gibi hadiselerin ileride tekrarlanmaması yönünde çalışacağı"  şeklinde belirtmesi, tuhaftı.. Çünkü, komisyonu oluşturan güya BM idi; ama, onun vazife alanını ve yetkilerini USA emperyalizmi belirliyordu..

*

Ama, Türkiye, daha bir bağımsız hareket etmenin lezzetini tadmıştır.. Bu durum, onun daha nice bağlardan kurtulmak için yeni adımlar atması gibi yeni gelişmeleri de getirebilir..

Nitekim, İran"ın nükleer teknolojisini sınırlamak için BM. Güvenlik Konseyi"nde Amerika"nın baskısıyla hazırlanan yaptırım planlarına, Güvenlik Konseyi"nin 10 Geçici üyesinden -Türkiye ve İran"ın etkisiyle- Lübnan çekimser kalmış,; Brezilya ve Türkiye ise, red oyu vermişlerdi..

Halbuki, Rusya ve Çin gibi, Daimî Üyeler  bile Amerikan baskısına dayanamamışlardı..

Hele de, 200 yıldır Batı"ya yönelik ve Batı"ya uygun ve de "Başüstüne efendim!." diyen siyasetler takib etmeyi şiar edinen bir Türkiye"nin, en fazla çekimser kalabileceği beklenirken, onca baskılara rağmen, beklenmiyen şekilde "Hayır!" diyebilmesinin de bir bedelinin olması ve bunun ödettirilmesinin isteneceği tabiî idi..

*

İran sıkıştırılmasın etkisiyle geri adım atmaya

hazırlanıyor görüntüsü verirken, Türkiye ne yapacak?

 

Kaldı ki, İran bile, bu konuda yeni söylemler ve siyasetler belirlemek ihtiyacını hissetmişti..

30 yıl boyunca Amerika"yla görüşülmesi konusunu gündeme getiren nice ünlü siyasetçiler ( İslam İnqılabı"nın gerçekleşmesinden sonra oluşturulan Geçici Hükûmet"in Başbakanı Mehdi Bazergan ve -Muhammed Khâtemî"nin cumhurbaşkanlığı"nın ilk döneminde döneminde- C. Başkanı I.. Yardımcısı olan Abdullah Nurî gibi isimler) ağır şekilde suçlanıp azledilmişken.. Şimdi ise, Ahmedînejad, "Obama ile erkek erkeğe ve yüzyüze görüşmeye hazırım.." diyebilmektedir ve içerde herhangi bir tepki görmemektedir.. Hattâ, Ahmedînejad"ın dünürü olup, B. Yardımcılığa getirilecekken, yükselen itirazlardan ve İnqılab Rehberi"nin yazılı mesajından sonra, o makama Ahmedînejad tarafından istemiye-istemiye getirilmeyen ve amma yine de Cumhurbaşkanlığı Müsteşarı denilebilecek bir başka konumda tutulan İsfendiyar Rahimî Meşayiî"nin İsrail ve Amerika"ya sıcak mesajlar veren tavırları iyice gelişti ve nihayet, geçtiğimiz hafta, "İslam"ın değil, İran"ın tebliğini yapmalıyız.. Çünkü, İran demek, adaletseverlik, tanrıya iman, iyilik .." vs. demek olup, dünya kültür ve medeniyetinden İran"ı çıkarırsanız, geriye hiçbir şey kalmaz.. O halde İslam"ın tebliğini yapmaya gerek yoktur, İran"ın tebliğini yapmak yeterlidir.." şeklindeki sözleri de, çok ciddî tepkiler almadı.. Dahası, Ahmedînejad"ın da, Meşayiî"yi, "O, hükûmetin görüşlerini dile getiriyor.." diye teyid etmesi, işin tuzu-biberi oldu... Bunun bir  "İrancılık veya coğrafî kavmiyetçilik olduğu"  şeklindeki itirazlar ise, cılız kaldı..

Bu gibi izahları, artmakta olan sıkıntılar ve yaklaşmakta olan daha büyük felaketlere karşı bir "belasavan siperi" gibi değerlendirenler bile oldu..

İran bu noktaya niçin veya nasıl geldi?

Herhalde, yaptırımların oldukça ağır oluşu ve İran"la işbirliği yapan ülkeler ve uluslararası şirketlere de ağır yaptırımlar uygulanması ve uluslararası banka işlemlerinin internet merkezlerini kontrolü altında bulunduran Amerikan emperyalizmince engellenmesi ve  dilediği ülkelere yaptırımlar uygulayabilmesi, uluslararası ticarette yığınla ambargo sınırlamaları getirilmiş olması, bu fikrî ve ideolojik dalgalanma ve yalpalanmaların etkenleri arasında gösterilmektedir..

Bu etkenler o kadar önemsiz de sayılamaz..

Çünkü, Rusya, İran"la, kedinin fareyle oynaması gibi oynuyor, Medvedev ayrı konuşuyor, Putin ve Lavrov bir ayrı..

Aynı şekilde, Japonya da hattâ otomobillerinin motorlarının bile başka maksadlar için kullanılabileceğini gerekçe göstererek, İran"a otomobil satımını bile durduruyordu..

Öte yandan, dünyanın en büyük petrol üreticisi ülkelerinden olan İran,  benzinini bile karşılayamıyor, rafinerilerini çalıştıramıyor ve dış pazarlardan benzin bulmakta da zorluklar çekiyor.. Ve bu sıkıntılı durumda, İran"ın umudu Türkiye"de idi..

Ancak, bundan dolayı Türkiye"nin başının ağrıyacağı ihtimali de giderek güçleniyor.. Ve bugün, daha bir güçlü ihtimal bu... Çünkü, Brezilya, artık BM. yaptırımlarına karşı bir görüş belirtmeyeceğini açıklayıp kenara çekildi..

Türkiye ile İran başbaşa kaldı..

Bu durumda, Türkiye de yarınlarda, İran"ın bir uluslararası baskıyla karşılaşması öncesinde, kenara çekilmeyi düşünmeyecek midir?

Nitekim, Netanyahu,  "İran- Türkiye- Brezilya üçlüsü"nün ortak bildirisinin yayınlanmasına duyulan tepki ve intikam duygusuyla Mavi Marmara gemisine saldırıldığını açıkça beyan edecekti ve amma,  bu itiraf bile, emperyalist dünya tarafından, anlayışla karşılanacaktı..

Türkiye, işte bunun için, emperyalist dünyanının şüpheyle baktığı bir konuma doğru yol almakta olup, onun da İran gibi güçlenmesine ve dik durma eğilimine girmesine fırsat verilmemek için her türlü şeytanî entrika tezgâhlanmak istenecektir..

Evet, müslüman coğrafyalarındaki güç merkezlerinin en önemli üç halkasını oluşturan ve Ortadoğu hilali  denilen İran, Türkiye, Mısır  ülkelerinden, Mısır tam bir itaat içinde tutulduğu halde; İran, 30 yıldır başeğdirilememekte ve nihayet son 5-6 senedir de Türkiye, kendisine yakışan bir dışsiyaset takib etmeye ve bunun meyvelerini de devşirmeye başlamış bulunmakta..

O halde, emperyalist güç odakları boş durmayacaklar ve bu eğilimi müslüman coğrafyalarında yeni oluşumları zorlamaya başlamadan, etkisiz hâle getirmek isteyeceklerdir..

Batı dünyasının büyük fikir adamlarından Montesquieu, 300 sene öncelerde, "Kanunların Ruhu"  isimli eserinde, "ileride senin için tehlike teşkil edebilecek bir durumda, o tehlike odağını, daha cenin halindeyken, tehlike ortaya çıkmadan onu bertaraf etmek senin hakkındır.."  diye bir anlayış geliştirmemiş miydi?

Bugün, Türkiye"nin güçlenmesine karşı, emperyalist dünyada kayguyla izlenen bir durum varsa ve müslüman coğrafyalardaki diktatörlük rejimleri de, halklarının Türkiye"deki bu gelişmeye sempatiyle bakmasından endişe duyuyorsa; bu, tamamen yersiz sayılmamalıdır..

Güçlenen Türkiye, hele de İslamî eğilimli oldukları bilinen müslüman siyasetçilerin elinde, dünya dengelerini zorlarken, emperyalist ve şeytanî güç odakları da elbette boş durmayacaklardır.. Onun için, geleceğin getireceği entrikalar karşısında şimdiden hazırlıklı olunmalıdır.. Yoksa, o zaman, "Bu işin içinde bunlar da mı vardı?" demek şaşkınlığı kaçınılmazdır..
haksöz