Travmaya travma demenin günahı

Ahmet Taşgetiren

Travmaya travma demenin günahı

 

 

Kardeşim 21 yaşındaydı ve ilk görev yerine giderken Van'ın Gevaş ilçesinin dağ yollarında donarak hayatını kaybettiğinde annem derin bir sarsıntı geçirmişti.

Bu elim hadisenin onun yüreğinde açtığı yara, ömrünün sonuna kadar devam etti. Mesela oğlunun öz adını bir türlü söyleyemedi. Bu travmaydı. "Yanar içim göynür özüm, genç yaşında ölenlere, gök ekini biçmiş gibi" diyor ya Yunus Emre. Bir çocuk veya genç ölümü anne- baba için onulmaz derin sarsıntılara yol açar.

Türkiye, şu günlerde, 19 Aralık 2000 tarihinde gerçekleşen ve çeşitli ceza evlerinde 32 kişinin can verdiği "Hayata Dönüş Operasyonu" ndan dolayı yargılanan güvenlik görevlileriyle ilgili davanın zaman aşımından düşmesini konuşuyor.

O cezaevi baskınları, içerde evladı bulunanlar için, hatta herkes için travmaydı. Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananların oluşturduğu travmanın PKK hareketini beslediği bugün herkes tarafından kabul ediliyor. Menderes ve iki bakanının asılmasının toplumda bir travmaya yol açmadığı söylenebilir mi?

DP Genel Başkanı Süleyman Soylu, "27 Mayıs'ı Türkiye'nin Kerbelası", "Menderes'i de Hazreti Hüseyin" i olarak nitelerken böyle bir travmayı işaretlemiş olmuyor mu? Deniz Gezmişler'in idamı da bir toplum kesiminin yüreğini hâlâ kanatıyor. Halktan yüzde 47 oy almış bir siyasi partiyi kapatmak...

Bu partiye oy verenler nezdinde bir travma gibi algılanmayacak mı? Sadece bu partiye oy verenler değil, Türkiye'yi dışardan izleyenler bile "Allah Allah, adamlar halkın yarısının oyunu almış bir partiyi bile kapattılar" diye küçük dilini yutmayacaklar mı?

Yine çok güncel bir konu: Başörtülü bir genç kız, sınavı kazanıp üniversite kapısına gittiğinde kapıdan döndürülünce yaşadığı duygunun adı travma değil midir?

Devrimler travmaya yol açtı mı, açmadı mı? Tabii ki açtı, "Devrim"se başka türlüsü zaten söz konusu olamazdı. Devrim köklü dönüşüm demekse, hangi toplum, "Madem birileri böyle istiyor, hadi el birliğiyle dönüşelim" der?

 Demez, tüm devrimler sancılı olur, hatta daha ötesi olur. Problem nerede? Bir, bunun seslendirilmesinde... İki, buna ilişkin bir değer yargısında bulunmakta... Seslendirme de üç türlü olabilir:

Bir, bir acının dile getirilmesi için, İki, o travmanın toplumda hâlâ yaşayan sonuçlarının bulunup bulunmadığının bilimsel anlamda tahlili için, Üç, "Devrimler"in hâlâ bir yöntem olarak kullanılabilir olduğunu hatırlatmak, yani topluma gözdağı vermek için... Bunların her birisinin farklı sonuçları olacaktır.

Anlaşılıyor ki Türkiye'de hâlâ, bir kesim, o süreçte toplum planında yaşanan acıların dile getirilmesine hazır değil... Konu, bugünün olaylarının tahlili planında bile ele alınsa kıyametler kopabiliyor. Ve ilginç, bir kesim Devrimleri "Gözdağı" boyutunda gündemde tutmaktan vazgeçmiyor. İşin içine bir de "siyasi gerilimde oynayacağı rol" girdiğinde, hakkında kapatma davası açılmış bir partinin genel başkan yardımcısının böyle dikenli bir alanda dolaşması, kıyameti koparıyor.

-Söylediğiniz her söz aleyhinize delil olarak kullanılabilir, ortamı yaşanan... Bu arada bir de "Nasıl iş bu, adam parti kapatmaya gerekçe hazırlıyor" şeklinde yorumlar yok mu? Hiç kimse "Suç mu bu sözler?" diye sormuyor. "İfade özgürlüğü nerede?" diye sormuyor.

Herkes, Yargının bu tür yargısız infazlardan etkileneceğinden o kadar emin ki...

Bu bile Türkiye'nin yaşadığı yargısal sancıyı ve kırılgan sistem yapısını anlamaya yeter. Ben şunu söyleyeceğim:

Türkiye, travmalarını konuşmalı. Travmaların hangi toplum kesiminin bünyesinde nasıl izler bıraktığını tespit etmeli ve sistem planında bu yaraların sarılması için gerekli tedbirleri almalı. Vamık Volkan, "yası tutulmamış acılar"ın toplum hafızasında derin izler bıraktığını söyleyerek, farklı bir toplumsal analiz yolu gösterdi. Türkiye'de bugün yaşanan sancılarda, gerilimlerde, geçmişteki "travma"ların derin izleri var.

Bunların dile getirilmesini "Söyletmen, urun!" mantığı ile herkesin ağzına bir şaplak kondurarak karşılamak yerine, "Kim ne diyor?"a bakarak anlamaya çalışmak, Türkiye için çok daha sağlıklı olacaktır. Atilla Yayla'yı döv, başörtülü kızı çarmıha ger, Fırat'tan yola çıkıp partisini ipe çek...

Böyle neyi çözebilirsin ki... Bunun adı ancak "travma" politikasına devam olur.

bugün