Tarihten geleceğe, büyük hedefler için yolculuk..

Selâhaddin Çakırgil

29 Mayıs, İstanbul’un fethinin 562. yıldönümü dolayısiyle, İstanbul-Yenikapı’da deniz doldurularak meydana getirilmiş çok büyük bir alanda, 30 Mayıs Cumartesi günü 17.30 civarında yüzbinlerin ve -cumhûrun direkt reyiyle seçildiği için ’cumhurbaşkanı’ diye anılmayı gerçek mânâda hak eden- Tayyîb Erdoğan’ın katılımıyla yapılan muazzam bir tören vardı. ’Yeniden diriliş ve yeniden yükseliş.. ’ ismini taşıyordu bu proğram..
Bu gibi törenlerin genel planlamasını Tayyîb Erdoğan’ın ilginç şekilde tasarlayıp icra ettirdiğini sanıyorum. Esasen, geçen senelerdeki bir konuşmasında, ’Gündemi ben belirlemezsem, başkalarının belirlediği gündemlerin arkasındn sürüklenirim.. ’ şeklinde bir sözü olmuştu, çok doğru bir tesbitle..
O, topluma neyi vermek isterse, onu en etkili şekilde sunmanın yöntemini biliyor, -veya öğrenip- uyguluyor.. Buna, onun karizmasını da ekleyebilirsiniz, ya da karizmasının bu sunumlarla daha bir etkili ve hissedilir hale geldiğini de..
Onun bu özelliği, 10 yıl öncelerde, İstanbul’da yapılan NATO Liderleri Toplantısı sırasında da gözlenmiş ve NATO ülkeleri liderleri için İstanbul’da Topkapı Sarayı’nda hazırlanan ve izleyenlere, o törende sergilenen ve muhteşem bir geçmişten güçlü bir geleceğe, emin ve cesur adımlarla ilerlenildiği mesajını veren proğramlar sırasında da müşahede edilmişti..
Erdoğan’ın iç siyaset alanında yaptırdığı proğramlarda da, halkı nasıl etkilediği, bu gibi proğramlara katılan yüzbinlerin ona özel bir şekilde teveccüh edişinden de anlaşılabilir.
Bu son proğramda da, -başta izlemesine yetişemesem veya son kısma kalamamış olsam da – proğramın başında ve sonunda 562 kişilik bir dev mehter ekibince sunulan marşlar, gösteriler ve kahramanlık duygularını coşturan musikî ziyafetinin ve de savaş uçaklarının müthiş gösterilerini zevkle seyredenlerin nasıl etkilendikleri ve şekillendikleri genelde konuşma ve yüz hatlarından hissediliyordu. Hele bir de Tayyîb Erdoğan konuşmaya başladığı zaman kitlelerin adetâ sihirlendiği, elektriklendiği tekrar görülüyordu.. Bu durum her lidere vergi bir durum değildir.. Evet, Erdoğan sıradan bir lider değil, son derece karizmatik bir kişilik ve bu, herhalde sırf çabalarla elde edilemez.
Belki bu seçim atmosferinde, onun yaptığı- katıldığı ve şeklen ’politik olmayan’ proğramların, AK Parti lehine sonuç verir endişesiyle, muhalifler tarafından eleştirilmesi de, onun bu gücünün kabul edilmiş olmasından kaynaklanıyor. İstiyorlar ki, o karşılarına çıkmasın, henüz siyasette yeni yeni pişmekte olan ve dişlerine uygun gördükleri Davudoğlu ile kozlarını tek başlarına paylaşsınlar..
Ama, Erdoğan da sadece günlük siyaset açısından değil, ülkenin yönetimine de son 13 yılda vurduğu damganın böyle bir-kaç politik entrika ile zayıflatılamaması için gerekli dikkati gösteriyor..
Ne var ki, Yeni Türkiye’de yeni cumhurbaşkanının artık doğrudan halk tarafından seçiliyor olmasının, onu bir protokol adamı durumunda tutamıyacağını, kendisini seçen halka hesab veren bir duruma geldiğini farkedemiyenler, bu değişikliklerin sıradan bir değişiklik olduğunu sanıp, ’Cumhurbaşkanı cumhurbaşkanlığını bilsin, ne dolanıyor ve mitingler tertibliyor böyle..’ dediklerinde mes’elenin künhüne vakıf olamıyanlardan niceleri de bu gibi sözlere doğru imiş yaklaşabiliyorlar.
Halbuki, vekaleti halktan alan bir yöneticinin beşerî planda ilk hesab vermesi ve danışması gerekenin de yine kendisine vekalet veren, kendisini seçen halk olduğu bundan sonra olsun, anlaşılmalıdır artık..
Ayrıca, Tayyîb Erdoğan’ın bu özelliğinin yanında, bir diğer özelliği de bütün bu proğramlarda, sadece günü, günlük siyaseti kurtarmaya çalışan bir lider tipi değil; çok uzun vâdeli, gelecek on yılları, yüzyılları hesab ediyormuş gibi davranan bir lider profili sergilemesi.. Tarihi, geçmiş devirlerden alıp, ’kökü mâzide olan âti / gelecek’ anlayışı içinde, bugünkü kitlelerin idrakine ve kucağına getiriyor ve oradan da kitlelere, o geçmiş devirlerin ihtişamıyla yarınlara yürümek hedefini telkın ediyor, hem de etkili ve güçlü şekilde..
Bunda, geçmiş 20 yıldır halkın büyük takdirine mazhar olan bir icraat / uygulama adamı olduğunu eserleriyle, çaba ve çalışmalarıyla sergilemiş, isbatlamış olmasının da büyük rolü var, elbette..
Halk kitlelerinin böyle heyecan ve adrenalin yükseltici liderlere de, proğramlara da ihtiyacı vardır. Çünkü, bu gibi proğramlarla kitleler, günlük problemlerinin cenderelerinden çıkmakta, tarihin görkemli devirlerinden geleceğe uzanan bir yolculuğa çıkmaktalar.. Ve bunu sağlayabilen liderin, toplumun özellikle de ekonomik açıdan orta ve alt sosyal katmanlarının hayat seviyesini yükseltmek açısından da, geçmişte emsali görülmeyen şekilde sağlıklı programları uygulamış birisi olmak özelliğinden de güç aldığı unutulmamalıdır. Hatırlanmalıdır ki, onun devraldığı İstanbul, gerçekten de perişan, çaresiz, tıkanmış, susuz ve de çöp yığınları arasında boğulmakta olan bir durumdaydı..
O kadar ki, 1981-82’lerde, Türkiye’ye gelen Almanya başbakanı Helmuth Schmidt, İstanbul’u -o da, her yeri değil, sadece devletin yabancı misafirlerinin götürülebileceği yerleri bile- gezip görünce, ’Bu şehrin hali ne böyle.. Domuz ahırına benziyor..’ demekten kendisini alamamış ve bu sözleri medyada, iç işlerimize müdahale olarak değerlendirilip tepki çekince de bir toplantı yapmış ve ’Biz bu ülkeye bir çırpıda 2,5 milyar mark kredi veriyorsak, bu, bizim bu ülkenin geleceğinde söz hakkımızın olduğunu gösterir..’ diye çok acı ve amma, düşündürücü bir karşılık veriyordu.
Evet, o günlerin İstanbul’undan bugün, büyük çapta temizlenmiş, hele de tarihî yarımada diye anılan eski İstanbul’un bugünkü kabul edilebilir İstanbul’unun temizliğine gelinmişse; kokudan burunlar tutulmaksızın geçilmeyen Haliç’ten masmavi-tertemiz bir Haliç’e ulaşılmışsa; temiz caddelere, hele de restore edilip çevre düzenlemeleriyle de tertemiz hale getirilen, -başta câmiler olmak üzere-, bütün tarihî mekanlara varıncaya kadar hemen her yer, insanın içine ferahlık veren bir duruma getirilmişse, bunda evet, Erdoğan’ın ve ekibinin payı kabul edilmelidir. Bu, hakperestliğin de gereği olsa gerek..
Esasen, onu sadece İstanbul’un Belediye Başkanı olarak değil, ülkenin tamamının lideri olabilecek bir çapta olduğunu gösteren de bir orta boy büyüklüğünde bir devlet niteliğindeki İstanbul olmuştu.. Çünkü, İstanbul’da gerçekleştirilen devrim çapındaki bu yenileştirmeler, sadece ülkenin tamamına değil, Kafkas’lardan, Balkanlar’a ve Ortadoğu’ya ve bütün dünyaya da bir parıltı halinde yansıyordu.
*
Bu tesbitlerin dışında.. Daha özel bir durum daha var ki; ’Ol mâhiler (balıklar) ki, derya içredir, deryayı bilmezler..’ kabilinden, artık hergün görmeye alıştığımız için, hayatın tabiî seyri olarak gördüğümüz nice hususlar var ki, daha birkaç yıl öncesinde hayal bile edilemiyen ve amma kendi kültür ve medeniyetimizin tabiî uygulamaları sayılması büyük sosyal değişim tabloları bu açıdan ilk planda hatırlanmalıdır.
Cumhurbaşkanlarının, -Abdullah Gül dışında- kendi halkıyla bu derecede aynîleştiği ve kaynaştığı başka örneklerimiz yoktu, son 100 yıl içinde.. Ama, şimdi üstelik sadece onun hazır bulunduğu bir proğramda, ’Cumhurbaşkanlığı Camiinin İmamı tarafından’ Kur’an-ı Kerîm okunarak başlanan bir proğram değil; bizzat Cumhurbaşkanı’nın, konuşmasında bir çok âyetleri ve hadis rivayetlerini arabça asıllarıyla okuması bile Yeni Türkiye tablosunun yansımalarından birisi olarak algılanmalıdır. Ki, herhalde, 80 yıl öncelerden bugüne, laiklik diye tepinen kemalist-masonik, solcu-sağcı, kapitalist, komünist, freudist bütün cenah ve kadroları daha bir çıldırtacak bir gelişmedir bu..
Bu arada, Tayyîb Erdoğan’ın, geçtiğimiz günlerde NYT (New York Times) gazetesinde kendisi aleyhinde çıkan ve de Türkiye’nin üzerinde kara bulutlar olduğunu yazdığı haber-yoruma değinirken, sözkonusu gazete için paçavra nitelemesi yapması ve bu gazetenin 1896’larda Sultan 2. Abdulhamid’e de aynı mantıkla ve aynı düşmanca duygularla saldırdıklarını söylemesi, onunla kendisi arasında bir gönül bağı kurması ilginçtir. Hele, konuşması sırasında bir çok önde gelen isme sık sık yer vermesine rağmen, ’resmî ideoloji ikonu’nun adını hiç ağzına almaması da ayrıca dikkat çekicidir. (Diğer bir ilginç nokta da, sırf siyasî mülahazalarla ve babası Türkeş’in bazı bağlılarını çekebileceği umularak geçen dönem AK Parti’den m.vekili yapılan bir kişinin evvelki gece bu partiden ayrılırken, istifa gerekçelerinden birisi olarak, AK Parti’nin, ’resmî ideoloji ikonu’nun adını zikretmekten dikkatale kaçındıklarını ve onu ututturmaya çalıştıklarını söylebilmesidir..)
bile kitleler üzerinde bir kendine güven aşılaması etkisi yapıyordu.
*
Tayyîb Erdoğan’ın ayrıca, HDP tarafından ‘Ermeni Soykırımı’ iddiasını bir gerçekmiş zikretmesinden ayrı olarak, şimdi bir de 100 sene öncelerde Karadeniz kıyılarında ‘Pontus-rum soykırımı’ yapıldığı iddialarını gündeme getirmesi karşısında son derece sert ifadelerle bu iddiaların yapanları hain olarak nitelemesi, ve ‘o hainlere meydana boş bırakmıyacağız..’ demesi, son derece yerindedir. türk
Çünkü, Pontus çetelerinin Osmanlı’nın o büyük çöküş yıllarında Trabzon ve civarında 500 sene öncelerdeki Pontus Krallığını yeniden kurmaya kalkışıp, Müslüman halkı yerlerinden yurtlarından kaçırtmak için kan akıtmaları sırasında, kendilerini üstelik de devletin çökmekte olduğu o sırada en kıt imkanlarla savunmaya çalışan o yörenin en başta da üyle, lazıyla, çerkeziyle, gürcüsüyle, kürdüyle bütün Müslüman halklarına Pontus soykırımı yaptıkları suçlamasının yapmak, evet, bühtandan da öteye, bir hainliktir. Tıpkı Ermeni Mes’elesi’nde olduğu gibi..
Bir devlet çökerken elbette bazı mâsum kimseler de ölmüş olabilir ve bu her iki taraf için de sözkonusu edilebilir.. Ama, müslüman kürd halkı adına ortaya çıktıklarını iddia eden HDP vs. çevrelerin bu gibi suçlamaları; ya da Kur’an meali bile hazırlamış ve bir çok kitablar yazmış bir kimsenin, son yıllarda giderek tuhaf bir yönelişle marksizan bir ağız kullanıp uçuk yorumlar yaparken, İstanbul’un fethi sırasında yağma, tecavüz ve cinayetlerin olduğundan da söz etmesi, ve de gayrimuslim kaynaklarının iddialarını esas almasında olduğu gibi, bir siyasî rekabet ve muhalefetin de ötesinde bir şeydir.
*
Ama, bütün bu haksızca ve hattâ haince suçlamalara rağmen, müslüman halkımız giderek yükselen bir şuurla geleceğe, kökü mazide olan ve sahih inançlarından inançlarından aldığı bir güvenle ilerlemektedir. Bu ümidimizin 7 Haziran günü bir kez daha gerçekleşmesi ümidiyle, inşaallah..
*

dirilişpostası