Tanrıyı iktidara zorlamak mı!

Abdurrahman Dilipak

Ben; kurtarıcı liderler, kurtarıcı ideolojiler ve kurtarıcı hareketlerden, kurtarıcı çözüm diye kendi görüşünü dayatanlardan korkarım. Bu konu benim için bir itikat konusudur.  Bilirim ki, bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde Allah hayır murat etmiş olabilir. Onun içindir ki, ben günde en az 40 kez “beni nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil” derim, Fatiha okuyan herkes gibi.. 

Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin dediği gibi, icabında “Hak şerleri hayreyler”.. Allah dilerseniz ve cinnin kafirlerini, bukağılı şeytanları bile dine hizmet ettirir. O, kadiri mutlaktır. Hayır ve şer O’nun iradesi içindedir, biz sadece O’nun rızasına talibiz.

Mesela; Halid b. Velid’in Hz. Ömer tarafından niçin azledildiğini bilirim.. Müslümanlar zaferi nerede ise Allah’tan değil, Halid’den bekliyor olacaklardı. Halid kendi eksikliği veya hatası yüzünden azledilmedi. Din ve devlet büyüklerimizi İlah ve Rab edinmeyeceğiz.. Nefsimizi put edinmeyeceğiz.

Biliyorsunuz adil şahitler olacağız, bir kavme olan düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecek. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı duracağız. İşi ehline vereceğiz. Bizim için ehliyet ve liyakat imandan önce gelecek, rüşvet almayacak, torpil yapmayacağız. Eğer gerçekten iman edenlerden ise. Ve bilmemiz gerekir ki, her şeyi gören, duyan, bilen ve hüküm sahibi bir Allahımız var. O, iradesini gerçekleştirmek konusunda kimseye muhtaç değildir.

O, zalim, kafir, fasık, müfsit ve cahillere yardım etmeyecek. Onların işlerini sarp dağlara sardıracak.. Onların sahip oldukları servet ve güç, Allah’ın gazabını artıran sefahatları, cehennemdeki odunlarını artıran bir zarara işaret eder. Bu arada O, bizleri, mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman artırarak imtihan edecektir. Kim neyi mutlaklaştırırsa o putlaşır. Kim neyi ihtirasla isterse, o onun imtihanı olur. Bazan bu şeyler dua ile istenen belaya dönüşebilir.

Elbette içimizden birileri siyaset yolu ile hizmet edecektir. Ama siyaset her şey de değildir. Bu arada mahkeme kadıya mülk değildir. Siyaset bir hizmet vesilesi olarak, bu maksada hizmet ettiği sürece ve ölçüde değerlidir. Makam ve unvan ihtirası olanların, para, kadın ve güce zaafı olanların bu işten uzak durması gerekir.. Sabırlı, dürüst, cesur, zalimler karşısında dik duran, mazlumlar karşısında merhametli insanların işi olması gerekir.

İçimizden, bizden olan amirlere, masiyet içermediği sürece, kendisine verilen yetkiler çerçevesinde, o kural ve amirlere uymamız gerekir. Bizden olan derken, yetkisini bizden alan ve bize hesap veren, toplumsal maslahatı gözeten düzenlemeler çerçevesinde usul ve esasa uygun talimatlar çerçevesinde emir ve itaat sözkonusudur.. Yoksa birileri yetkisi dışında bizim üzerimize hüküm koymaya ve bizi terbiye etmeye kalkarsa İlahlık ve Rablik taslamış olur.

Evet, bu çerçevede farklı düşünebiliriz, bunu da ifade edebiliriz ama, icraat, yetki sahibinin tasarrufunda olacaktır. “Ben olsam şu sebeble bunu böyle yapmadım, ama kardeşlerim bunu böyle takdir etmişler, muhakkak ki, yetki onlardadır, belki de onların bu görüşü benim görüşümden üstündür, ama ben bu düşüncemi de ifade ediyorum ki, kardeşlerim bu konuyu bir de bu açıdan değerlendirsin tefekkür etsinler” demek niye zor gelir insanlara..

“Hayır, o yanlış yapıyor, ben doğru yapıyorum. Ben olmazsam bu iş olmaz” demek nasıl bir şeydir. Parti, vakıf, kooperatif, oda, dernek, birlik, şirketlerde bu olaylar hep yaşanıyor.. Ben ve benim fikrim, benim şeyhim, liderim, örgütüm diye giderek yükselen bir “süper ego” sarmalına kaptırıyoruz kendimizi. Şeytan egomuzu, nefsimizi kutsatıyor bize.. Şeytanın oyununa geliyoruz.

Kimse vazgeçilmez değildir. Feragat etmeyi bilmiyoruz. Kendi nefsimiz için istediğimizi başkaları için de istemiyoruz aslında. Adil olamıyoruz. Olup biten şeyler konusunda Allah’ın kadiri mutlak tasarrufunu anlamak istemiyoruz.. Haşa Allah’ın yetmeyen gücüne güç, yetmeyen aklına akıl, yetmeyen parasına para yetiştirmeye çalışıyoruz.. Hatta dua ederken bile, iş buyuruyor, ikna etmeye  çalışıyor, akıl öğretiyoruz sanki. Birileri tanrıyı kıyamete zorlarken, birileri tanrıyı iktidara zorluyor gibi.

O, bizi mallarımızı, canlarımızı, sevdiklerimizi kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir.. O servet ve iktidarı halklar ve ülkeler arasında evirip çevirendir. Kimse tayin edilen vaktinden önce hiçbir şey yapamaz. Kimse ecelinden önce ya da sonra ölemez ya da dünyaya gelemez. Kimse rızgından az ya da fazlasını yemeyecek ve herkes için ancak yaptığının karşılığı verilecektir, hem de “miskale zerretin hayran yerah, vemen ya’mel miskale zerretin şerran yerah” ölçüsünde.

Babanız peygamber olsa gelse sizi kurtaramayacağı gibi, ABD, İsrail ve Rusya, Allah’ın iradesi dışında kimseye zarar veremez. Mehdi ya da Mesih kurtarıcı değildir. Peygamberler ancak kurtuluşa çağırırlar. Allah bir şeyi yaratmak isterse, O sebebini de halkeder.

Biz usul ve esas olarak, aklımız ölçüsünde O’nun rızasını arayarak cennete ulaşabiliriz. Kuyudaki Yusuf’u Mısır’a sultan eden Allah bizi yeryüzünün varisi kılmak, bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak, mazlumlara yardım etmek istiyor.. Bu hedefe ancak O’nun rızası istikametinde yürüyerek ulaşabiliriz.. ABD, İsrail, global sermaye, İngiltere ve Vatikan’la derin mutabakatlar sağlayarak değil. Evet Müslümanlarla müttehid, yeryüzündeki tüm mazlumlar ve erdemli insanlarla müttefik olacağız ve değer üreten herkesle nimet ve külfet dengesine dayalı itilaflar kuracağız. Allah’ın bizden istediği de bu. İstişare edecek, şûra yapacağız, ama kendi aklımızı, zannımızı kutsayarak, kardeşlerimize karşı fasık topluluklarla ortak cephe oluşturmayacağız,  müfsitlerin ekmeğine yağ sürmeyeceğiz.

Bakınız, riba ile kalkınmaya çalışırsanız, bu gerçek bir kalkınma olmaz. Ya da kadiri mutlak ve bir olan Allah’a iman etmeden, dünya devlerine kafa tutamazsınız. Orada bir Hz. Yusuf, bir Hz. Davud aklı, bir ashabı fil bilgisine sahip olmak gerek. Suriye, Mısır ya da Rabia’yı, dünya 5’ten büyüktür çıkışını, “one minute”i bu anlayışla anlamıyorsanız, o zaman bugün bunlar bir macera gibi gözükmeye başlar. O zaman paralel bir akılla, paralel bir dinin dar yollarında yolunuzu sapıtırsınız. Karşı tarafta da akıl, hikmet, bilimi ve eylemi bir kenara bırakırsanız, Kalkancıgiller sizi bekliyor. Bu işlerle ilgilenmeyeceksiniz, derin devletçiler, BÇG locası köşede sizi bekliyor olacak.

Böyle zor bir zamanda, dostun dosta hitabının şekli, zamanı, o sözün karşı tarafta nasıl bir etki yapacağı, nasıl anlaşılacağı, fasıkların ve kafirlerin o sözü nasıl kullanacakları da düşünülmelidir. Bu konuda tek başına iyi niyet yeterli değildir. Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir. Bu yanlışı yapanlara karşı ise, eğer kasıt ve ısrar yoksa, Yusuf sabrı ve affediciliği bizim için daha doğru bir yol olmaz mı? Taife giden Peygamber misalini de hatırlamak gerek. Ama eski dostların da söz ve eylemlerinde, üslublarında daha dikkatli olmaları, kendilerini, kardeşlerine karşı kullanmak isteyen ihanet çetelerinin kirli oyunlarına karşı daha dikkatli olmaları gerekmez mi..

Bizim boşa geçirecek bir saniye zamanımız, boşa harcayacak bir kuruş paramız, feda edecek tek bir insanımız olmasa gerek.. Keşke birileri müminleri ve muhlisleri bırakıp, kafir ve fasıkları, münafıkları, helal-haram bakmadan dünya menfaatleri peşinde koşanları, cahil ve ahlak yoksunu ins şeytanlarını kendileri için kılavuz ve veli ittihaz etmeseler. Ama yapıyorlarsa da yapsınlar, onlar da bir gün yaptıklarının karşılığını görecekler. Birileri nasıl cennetin üst katlarına, ya da cehennemin dibine çıkacak ya da inecek ki. Her şeyi gören, duyan, bilen, hüküm sahibi ve herkese yaptığının hesabını soracak bir Allah ve bir din günü var. O gün herkese yapıp, yapmadıklarının hesabının sorulduğu gün defteri sağ elden verilenlerden olalım diye selâm ve dua ile..

yeniakit