Next Sosyal Baykar’ın kurduğu bir sosyal medya platformu. 2025 Temmuz’unda “yerli ve milli” olarak tanıtılan bu uygulama, Mastodon‘un açık kaynaklı altyapısını kullanıyor “yerli ve milli” diye kampanya yapıldı ama, Arka planda Alman’ların Mastodon’u var. İlk hafta parti destekli bir kampanya ile 1 milyona ulaştı ama, aradan geçen zamanda henüz bu rakamı katlayamadı.
Türkiye’nin yerli sosyal media macerası yeni değil. Dijital Bağımsızlığa giden yol’da hep tökezledik. Türkiye’de öne çıkan “yerli ve milli” (!?) Sosyal Media platformları ilk girişim, uluslararası bir sermaye yapısı ve hedef kitleye sahip “Salamworld” adındaki bu sosyal iletişim ağı, dünyadaki Müslümanları bir araya getirmek için 4 Eylül 2012’de kuruldu ve 4 Mayıs 2016’da Ankara’dan gerekli ilgi ve desteği görmediği için kapandı. “Salamworld” başlangıçta Facebook’a rakip olmak istiyordu ama daha sonraki hedefi, o zamanki sosyal ağların tümüne dönüştürülebilen “Bu benim dünyam” sloganı ile tanımlanan bir genişliğe sahipti.
“Yerli ve Milli” kampanyası ile sosyal ağ örgütlenmez. O karakteri icabı evrensel olmak zorundadır. “İslam” deseniz her yerde Müslüman var. “Türk” deseniz de öyle.
Aslında sosyal ağ konusundaki ilk girişimlerden biri 2003’de kurulan “Yonja” Arkadaşlık ve sosyal etkileşim platformu, 2006’da Sosyomat, 2006’da Arkadaş takipleme ve etiket sistemi “Pillinetwork” kuruldu. 2010’da Finkafe, 2013’de Türkcell BİP’i kurdu ve sınırlı bir kamu desteği söz konusu oldu. “Scorp” adıyla 2014’de kurulan,14 saniyelik videolarla sosyal etkileşim sağlamayı hedefliyordu, ama başarılı olamadı. Daha önce, 1999’da Ekşi sözlük, 2000’de Zamane Sözlük, 2004’de İTÜ Sözlük. Ve Wiki Sözlük, ,2005’de Uludağ sözlük ve İnstela, 2009’da İHL sözlük ve İnci sözlük, 2010’da Dünya Sözlük ve Meta Sözlük kuruldu.. 2020’de “YAAY” kuruldu, arkasında Türk Telekom vardı ama olmadı. 2022’de “Dedi” isimli sosyal media da ölü doğan bir proje idi.
Türkiye’nin hala bir “Milli veri merkezi” yok. Miror’lerimiz, yedekleme alt yapısı yok. “Milli bir İşletim sistemi” yok, “siber güvenlik sistemi”miz yok. Doğru düzgün bir “arama motoru”muz yok. Biz hala MicroChip üretemedik, elin oğlu NanoChip’e geçti, oradan da NanoTube’ye sıçradı. Kuantum bilgisayarlar ve Kuantum yazılımları kullanıyor, biz ithal ikamesi ile İha-SİHA yapmaya çalışıyoruz.
“Sosyalleşelim” derken “asosyal” tipler olduk. Artık hayal bile kuramıyoruz. Rüyalarımız bile sipariş usulü. Heyecanı ve mutluluğu satın alabiliyorsunuz artık. Astral yolculuklara çıkabiliyorsunuz. Siz bir koltuğa oturup sadece ekrana bakıyorsunuz ve dünya gözünüzün önünden geçiyor. Belgeseller izlemeye gerek kalmadı anı yaşıyorsunuz savaşları canlı izliyorsunuz. Bu dünyada sıkıldınızsa, size tam da istediğiniz gibi kurmaca bir dünya sunabiliriz. Artırılmış sanal gerçeklikle, gerçekten daha gerçek yalanlar.
Siz o akıllı makinaları kullandığınızı zannede durun, onlar sizi kullanıyor aslında. Siz soruyor, cevabını alıyor, sonra unutuyorsunuz, o makine hepsini kaydediyor ve sizi sizden daha iyi tanıyor.
Görünen o ki, “dünya 5’den büyük” iddiası da bu gidişle gerçekliğini yitirecek., Türkiye 4 partiden daha küçükmüş mesela, bugünkü gerçekler ışığında bakınca. O partiler de Grok’tan daha küçük! Üye sayısı itibarı ile de öyle, trol sayısı itibarı ile de, ekonomisi itibarı ile de.. Tek başına bir insan çok yalnız kalıyor. Ve zaten birileri eğer üretimiz tüketimini karşılamıyorsa, sizin yaşama hakkınız da yok. Siz o zaman sosyal bir çöp ya da sosyal bir parazitsiniz. “Zübde-i Kainat” (Kainatın özeti) dediğimiz insan ne hallere düşürüldü görüyor musunuz.. O artık “Nesnelerarası iletişim”in 3 eşit parçadan oluşan bir nesnenin parçası. İnsan, Hayvan, Makine eşit gibi gözükse de, sonunda bu bağı kuran da bir makine.. Ve o makine herkesin beynini okuyabiliyor.
Siber güvenlikten söz ederken siber savaşın içine düştük. Kişisel verileri koruma yasası çıkartıyoruz da, bugün gelinen noktada kişisel verilerin artık bir koruması yok. Dark Web’de işportaya düştü. BioTerör’den, BioSavaş’tan, BioHacker’lerden söz ediyoruz.
Tepemizden bir yandan zehir püskürtüyorlar, öte yandan Alçak irtifa uyduları ile yerin altını, üstünü tarıyorlar. Sadece taramakla kalmıyorlar yakıyorlar, patlatıyorlar. Yeraltı Nadir elementler haritasını çıkarttılar, şimdi pazarlık için gelmeye hazırlanıyor.
Ha! Yeni bir hamleye hazırlanıyorlar. Bu çok önceden planlanmıştı. Kuzey Kutbunda buzullar eriyor ya. 60.000 yıl önce donup kristalleşen bakteriler, sıcak suya karışınca canlanıyorlarmış. Bu canlı organizmaları balıklar yutunca onun bedeninde ürüyorlar ve balıklar üzerinden bu balıklar insana geçince, balıklarda ve insanlarda mutasyona sebeb olmasından korkuyorlarmış. “Kutup bölgelerindeki permafrost eridikçe, asırlar ve milenyumlar önce evrimleşmiş hastalıkların patojenlerinin, hastalık yapıcı bakterileri insanlara ve hayvanlara bulaşması halinde yaşanması muhtemel tehlikelere dikkat çeken makaleler” yayınlanmaya başlandı bugün. Çin’den yeni bir haber bu konuda; “Tibet bölgesindeki buzullarda daha önce karşılaşmadığımız 1000 yeni mikrop türü bulunmuş. Ve bunlar yeni salgınlara yol açabilirmiş. 25.11.2022 Yapılan araştırmalar, eriyen buzulların yüzbinlerce ton bakteri, antik mikrop açığa çıkartmış. Bu durum, yüzyıllardır buzulların içinde etkisiz duran bakterilerin, iklim değişikliği ile yeniden tehdit oluşturabileceği anlamına geliyormuş.
“Bremen mızıkacıları” (Yani Akademik, STK ve siyaset, iş adamı etiketli troller) 2017’den beri zaman zaman bu haberleri gündeme taşıdılar. 10.5.2017’de BBC “ İklim değişikliği sonucu binlerce yıldır donmuş topraklar ve buzullar erimeye başladığı için bugün eski virüs ve bakterilerin yeniden canlanması söz konusu” diye haberleştirmiş mesela. Reptilyan’lar, Anunaki’ler, uzaydan gelecek olanlar, uzaya taşınma planı yapanlar, dünyayı uzaylıların işgal etmesi, siber savaş tehlikesi, dünya hayatını sona erdirecek savaşlar, dünyaya yaklaşan yıldız kümeleri vs. bir yandan Teolojik beklentiler, bir yandan kehanetler, öte yandan bilimsel öngörüler, hepsi birbirine karıştı.
İnsanlar neye ve kime inanacağını şaşırdı. “Bilgi toplumu” diye bir şeyden söz ediliyordu, Müfredata “Media okur-yazarlığı” diye bir ders bile konmuştu, ama hepsi çöp oldu gitti. Kitap okuma bitti. İnsanlar haberlerin detaylarını değil, başlıklarını merak ediyorlar. Düşünme, akletme yok. İnsanlar günübirlik yaşıyorlar. Okur-yazar olmanın bile bir değeri yok artık. Konuşuyorsunuz yazıyor, yazıyı veriyorsunuz okuyor. “Şifahi” bir topluluk olduk. Kişilerin, toplulukların giderek alamet-i farika’larını (ayırt edici özelliklerini) kaybettiklerini görüyoruz. Artık cinsiyet bile ayırt edici bir özellik değil. Kıyafetler Uni-Sex. Dinin belirleyici etkisi azalırken, moda ve yaşam tarzı, akışkan ve değişken tempolu bir hayat birileri için vazgeçilmez bir tercih. Geleneksel yapıya karşı çıkarken , yeni bir trend içinde sürüleştiklerinin bile farkında değiller maalesef.
Moda endüstrisi ve film, müzik sektörü büyük lobilerin yönlendirdikleri bir süreç. Orada özgürlük adına özgürlüğü sınırlandıran bir komplo söz konusu. İnsanlar bir çok mekanizma harekete geçirilerek, din, ahlak, gelenek, hatta biyolojik cinsiyetinden bağımsız bir hale getiriliyorlar. İnsanlar adım adım biyoni,k bir robota dönüşüyor. Bu politik aktörler, STK’lar, Media ve politik aktörlerin de destekledikleri bir süreç. Evet “Bize ‘çeşitlilik’ denilen şey “özgürlük” değil. Bu süreç, insanları kimliklerinden kopartıp, alamet-i farikalarını yok ederek aslında sıradanlaştırıyor. Kimlik, kişilik, şahsiyetlerini kaybediyorlar. yapaylık evrim olarak gösteriliyor.
Kıyafetlerinize, saç stilinize, aksesuarlarınıza, yiyip içtiklerinize bakın, bunlar sizin kendi tercihiniz olmadığı halde, kendini seçtiğinizi zannediyorsunuz.
Bana kalırsa cep telefonları, tabletler, bilgisayarlar, tüm akıllı sistemlerle aramıza belli bir mesafe koymamızın zamanı geldi artık. O elektronik cihazlar icabında subliminal mesajlarla beynimizi , tercihlerimizi manipüle etme kabiliyetine sahip ajanlara dönüştü. RF dalgalarının sebeb olduğu elektromanyetik kirlenme diğer kirlerden daha yakıcı bir etkiye sahip. Bedenimiz, evlerimiz, iş yerlerimiz, sokak, şehir bu siber canavarın tehdidi altında.
Bugün insanlığın karşı karşıya kaldığı en büyük tehdit siber tehdittir. Siber güvenlik açığı en büyük tehdittir. NanoChip’lerle üretilen Kuantum bilgisayarlar, MicroChip’le üretilen bütün sistemlere doğrudan sızabilir. E-Devlet dediğiniz şey, dünkü devletten daha güvenilir değil. E-İmza da öyle.. Siber altyapınız yoksa bütün bunlar bir illizyon’dan ibarettir. Bilgileriniz çalınır, değiştirilir, silinebilir.
Stratejik öneme sahip teknolojilerin ARGE’leri ve Proje sahibleri, Teknolojik Festivallerde teşhir ederseniz, onları ya avlarlar, ya alıp götürürler, ya da korkuturlar. Siz beslersiniz ötekiler onları sağar. Ya da çalıp sizden önce nihai ürüne dönüştürürler. Nihai ürünlerin tanıtımı da Fuarlarla yapılır ve satışı çok farklı bir stratejiyle belirlenir. Bizim teknoparkların hali de bu açıdan maalesef büyük ölçüde her türlü erişime açık. Dilerim şu uluslararası sistemle birlikte hareket etme sevdasından vazgeçeriz, yoksa halimiz yaman. Ham hayallerle 6 ay, bir güz gittiğimiz yollardan geriye baktığımızda, İsrailoğulları’nın Tih çölündeki yolculuğu gibi, bir arpa boyu bile yol alamamış olabilirsiniz. Hatta Tosya’ya pirince giderken evdeki bulgurdan olmak da var yolun sonunda. Algılarıyla oynanmış kalabalıkların ezberlediklerini tekrarlamaları ile kendimizi kandırmak yerine gerçeklerle yüzleşmek her zaman daha iyidir. Neyse bugünlük de bu kadar. Selam ve dua ile..
mirathaber