Şemdin Sakık'ın ifadesi yalandı... Ama Akit'e mektubu gerçek!

Hasan Karakaya

"Neredeeen, nereye?" demenin, şimdi tam sırasıdır... Dün, "Akit'i Şemdin Sakık'la vurmak" istiyorlardı bugün ise, aynı Şemdin Sakık onları Akit'le vuruyor.
Olayı biliyorsunuz...

Tarih 25-26 Nisan 1998...
O günlerin Hürriyet ve Sabah gazetelerinin manşetinde, aynen şu ifadeler vardı:

"Dehşet itiraflar"
"Sakık'tan şok iddialar."

İki gazetenin, aynı manşeti, "aynı gün", hem de "aynı başlık"la vermelerinin elbette bir sebebi vardı... Ki, Sabah'ın o dönemdeki patronu Dinç Bilgin, bunu yıllar sonra şöyle açıklayacaktır:
"Bize böyle bir haber ulaştığında, Zafer Mutlu ile tatildeydik... Haberi kullanma eğiliminde değildik... Aynı haberin Hürriyet'e de verildiğini öğrenince; Zafer, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ü aradı... Baktık ki, Ertuğrul haberi kullanmakta kararlı, biz de kullanmak zorunda kaldık!"

TÜCCAR GENERAL ÇEVİK BİR!
Peki, "kullanmak zorunda kaldıkları" haber neydi ve niçin bu kadar önemliydi?..

Önemliydi, çünkü;
"Emir büyük yerden"di!..

Malûm;
Daha önce de Sabah yöneticisi ve yazarı Can Ataklı'dan öğrenmiştik bazı gerçekleri.

Can Ataklı, kendisiyle röportaj yapan Öküz dergisine şöyle diyordu, 1999 yılının Ekim ayı başlarında:
"O generalin emriyle, bir insanı siyaseten yok etme, yani linç kampanyası açıldı. Tüccar generaller var, geliyorlar 'Şöyle bir şey yazın da bu kadının kafasını koparalım' diyorlardı."

Çünkü ortada bir ortaklık var.
General diyor ki; "Böyle olacak".

Genel yayın müdürümü yurtdışından buluyor, baskı uyguluyor, gazeteyi batırmakla tehdit ediyor. Karşılıklı çıkar ilişkileri yüzünden Çandar ve Birand maalesef gönderiliyor. Bence, Sabah'ın yüzkarasıdır bu olay... Ömrümün sonuna kadar unutamayacağım ve bu meslekten ansiklopediye geçecek korkunç bir olaydır: Bir tüccar generalin talimatıyla bunun olması."
Peki, Can Ataklı'nın sözünü ettiği bu "general" kimdi?..

Bu soruya, kendisine; o manşetler sonucu "suikast" düzenlenen ve ölümden dönen İHD eski Genel Başkanı Akın Birdal şu cevabı veriyordu:
"Avukat arkadaşlar çalışma başlattılar. Deliller üzerinde çalışıyorlar. Şemdin Sakık'ın ifadeleri diye bazı gazetelerde yayınlanan ve benim de 12 gün sonra hayatımla oynanmasına yolaçan ifadeleri, gazetelere baskı yoluyla yayınlatan Tüccar General'in Çevik Bir olduğu kanaatindeyiz. Kanaatlerimizi delillendirerek ileriki günlerde suç duyurusunda bulunacağız. Bunu, sadece biz söylemiyoruz. Çeşitli gazetelerde de, bu dile getirildi."

Yine bilinen bir gerçekti ki;
Sözkonusu "Tüccar General"in gazetelere baskı yaparak, "Şemdin Sakık'ın ifadesi" diye yayınlattığı "sözde ifadeler"de, Akit ve Millî Gazete de "PKK yandaşı" olarak gösterilmişti.

Hatta;
Cengiz Çandar ve M. Ali Birand da "Apo sözcüsü gazeteciler" olarak itham edilmiş ve atılmıştı gazetelerinden!..

"BİTİRİN BU GAZETEYİ!"
Evet;

Bu "Tüccar General"in adı Çevik, soyadı da Bir'di ve "Akit'i yok etmek" için, "legal ve illegal" bütün yolları deniyor ve hatta, yeni yeni öğreniyoruz ki; "bazı savcılara", tehdit eder gibi telefonlar açıp;
"Akit hakkında dâvâlar açın!..

Çaycısından patronuna kadar, bütün çalışanlarını içeri tıkın!..
Bitirin bu gazeteyi!" diyordu...

İstanbul'daki savcılara "diş" geçiremeyince de, Ankara'da, "Çete-Mete tezgâhı"yla, beni ve arkadaşım Hasan Hüseyin Maden'i gözaltına aldırıyordu...
Gazeteye, "polis baskını" ve "kaleşnikoflu saldırı" da cabası!..

Şimdi şimdi anlıyoruz ki;
Yaşadığımız bütün olaylar, bir "Çevik Bir organizasyonu"dur!..

MÜFTERİLER!.. ŞEREFSİZLER!
Her neyse...

Dönelim o günlere...
Hürriyet ve Milliyet'te;

"Şemdin Sakık'ın olmayan ifadeleri" manşetlere çekilip, gazetemiz "PKK yandaşı" gibi gösterilince, 27 Nisan 1998'de sürmanşetten, 9 sütuna şu başlığı verdik;
"Şerefsizler."

Altında da dedik ki;
"Akit'in, ateist ve eli kanlı terör örgütü ile gizli anlaşma yaptığı iftirasını atanlar ve bunu yayınlayanlar, iddialarını ispat etmedikçe şerefsizdirler.

12 Eylül 1993'ten bu yana yayın hayatında olan Akit'in en temel ilkesi Kur'an'a sıkı sıkıya bağlı olmak, İslâm düşmanları ile aynı safta asla yer almamaktır. PKK ateist bir örgüttür. İslâm'ı reddeden ve İslâmi değerlere savaş açan bu örgüt, Akit gazetesi tarafından her zaman eleştirilmiştir. Bırakınız bu örgütün kendisi, bu örgüte dolaylı veya direkt destek verenler dahi her vesile ile teşhir edilmiştir.
(.....)

Akit'in, ateist ve eli kanlı terör örgütü ile gizli anlaşma yaptığı iftirasını atanlar ve bunu yayınlayanlar iddialarını ispat etmek zorundadırlar. Hiç kimse; 5 yıla yaklaşan; 1680 günlük yayın hayatında Akit gazetesinin tek bir nüshasında, tek bir haberinde ateist PKK'yı savunur mahiyette bir yazı bulamaz.
Bilinmeli ki 33 sivil erin kanına giren bir teröristin ağzıyla gazetemize iftira etmek cüretinde bulunanlardan, her platformda hesap sorulacaktır. Bu iftirayı yapanlar, iddia ettikleri 'gizli anlaşma'yı ispat ile mükelleftirler. 1680 gündür yayında olan gazetemizin tüm nüshaları ortadadır. İddialarını gazetemizin nüshalarıyla ispat edemeyenleri tüm kamuoyu önünde müfteri, şerefsiz ve vatan haini olarak ilan ediyoruz.

(.....)
Bu pis tezgâhın hesabını hukuk çerçevesinde sormak ve perde gerisindeki kirli ilişkileri milletimizin gözleri önüne sermek boynumuzun borcudur.

'Ben bu devlete vergi verecek kadar enayi değilim' diyen haysiyetsizler, devleti 'teşvik', 'kredi' ve 'ihale'lerle hortumlayıp, vergi vermemek için 'yat'larına 'İngiliz bayrağı' çeken şerefsizlerin Akit'e sıvamaya çalıştıkları çamur tutmayacaktır."
Evet; gerek bu "iftira"yı atanlara, gerek bu iftiraları yayınlayıp "yargısız infaz" yapmaya yeltenenlere, anında cevap verip, dedik ki;

"Şerefsiz!.. Müfteri!.. Vatan haini!"
O gün "tezgâhtar"ı bilmiyorduk ama, bu suçlamalardan Çevik Bir de herhalde nasibini almıştır!..

Uzun lâfın kısası...
Çok kısa bir süre sonra ortaya çıktı ki, "Şemdin Sakık'ın böyle bir ifadesi yok"tur... O ifadeler; elbette "Çevik Bir'in talimatı" ile; Sakık'ın ifadesine eklenmiş ve yine "emir"le, Hürriyet ve Sabah'ta yayınlatılmıştır!..

SAKIK'TAN AKİT'E MEKTUP
Ne var ki, o ifade de "yalan"dı, Hürriyet ve Sabah'taki haberler de!..

Ama, "tam 14 yıl sonra" bugün, aynı Şemdin Sakık'ın "Akit'e gönderdiği mektup gerçek"tir...
Hem de;

"İmzası" ve "mührü" ile!..
Ve de, "fotoğrafı" ile!..

Birinci sayfada yayınladığımız "bilgisayar çıkışlı metin" sizi yanıltmasın!..
Şemdin Sakık, cezaevinde çekilmiş "fotoğraf"ından da görüleceği gibi, "özel izin" ile "bilgisayar" kullanmaktadır...

Ankara Büromuz muhabirlerinden Erol Metin'e yazdığı mektubu da bilgisayarda yazmıştır...

Sizin anlayacağınız;
Nisan 1998'de verdiği "13 saatlik ifadesi"ne eklenen cümleler ne kadar "yalan" ise, Nisan 2012'de Akit'e gönderdiği mektup o kadar "gerçek"tir.

SIRA CUNTACILARDA!
Haberimizden de okuyacağınız gibi, Sakık, mektubunda özetle diyor ki;

¥ "1993'te 33 eri, evet PKK öldürmüştür ama bu 33 er, birileri tarafından PKK'nın önüne atılmıştır!"
¥ "Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ı 'çatışma var' diyerek Lice'ye getirip orada, hemen helikopter pistinde vurdular. O zaman alandaydım. Anında kendilerini telsizden aramış, 'Paşanızı vuracak kadar kudurdunuz' dediğimde küfrederek telsizi kapatmışlardı."

¥ "Mardin Jandarma Alay Komutanı Albay Rıdvan Özden'in Mardin kırsalında bir çatışmada vurulduğu haber yapıldığında o bölgede faaliyet yürüten arkadaşlarımı aramış ve sormuştum. Cinayetle hiçbir ilişkilerinin olmadığını söylemişlerdi. Böylece bunun da Doğu Çalışma Grubu'nun işi olduğunu anlamıştık."
Bunlar ve diğerleri, elbette korkunç iddialardır... Şemdin Sakık'a göre; birçok "cinayet" ve "katliam"ın altında; "PKK ile mücadelenin sürmesi"ni isteyen birilerinin "rant ve saltanat" hesapları vardır...

Bu mücadele sürmelidir ki;
PKK da, asker de silahı elden bırakmasın ve böylece "kan, barut ve gözyaşı tüccarları"nın saltanatları devam etsin!..

Bütün "dehşet"ine rağmen, Şemdin Sakık'ın ifadeleri, elbette "iddia"dan öte bir anlam taşımaz...
Ne var ki, bu iddialar da araştırılmalı ve olayların aslı ortaya çıkarılmalıdır.

Bizim açımızdan işin ilginçliği şurada ki; 1998 Nisan'ında Şemdin Sakık üzerinden "Akit'i vurmak" isteyen "cuntacı"lar, 14 yıl sonra bugün aynı Şemdin Sakık'ın hedefindeler!..
1998'de biz, bu "iftira"lar için demiştik ki; "Şerefsizler!"

Peki, Sakık'ın son iddiaları üzerine "cuntacı"lar da aynısını deme cesaretini gösterebilecekler midir acaba?..
Buyursunlar cevap versinler!..

Öyle ya; onlar da içeride!..
Onlardan da mektup bekliyoruz!..

 


Dünyada "devlet memuru tiyatrocu" yok!
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın; "Tiyatrolar özelleşecek... Özelleştirdikten sonra, buyrun istediğiniz gibi tiyatrolarınızı oynayın!.. Destek gerekirse, bizler de hükümet olarak istediğimiz oyunlara sponsor olur, desteğimizi veririz" sözleri ve hemen ardından sarf ettiği "devlet eliyle tiyatroculuk olmaz" ifadeleri, sanat dünyasındaki tartışmaları alevlendirdi.

Devletin tiyatrosu "olur" mu, "olmaz" mı?.. Meselâ ben, ABD'ye baktım... Bu ülkede; "En büyük sanat kurumları bile kendi yağları ile kavrulmak zorunda"lar... Mesela Washington'daki Kennedy Center, Ulusal Opera ve Senfoni Orkestrası'nın mekânı... Bu iki kurum, tamamen bilet gelirleri ve bağışlarla 70 milyon dolarlık devasa bir bütçeye sahip.. Devlet sadece Başkan Kennedy adına "yaşayan bir abide" olarak tanımlanan binanın bakım maliyetlerini karşılıyor... Yani, "tiyatroya kaynak aktarmak" diye bir olay yok... "AB ülkeleri"nde ise; evet "destek" var ama sanatçılar "kadrolu" değil, "sözleşmeli" çalışıyorlar... Sadece "oyuncular" değil, "yönetmenler" de "sözleşmeli" kadrosunda!..
Türkiye'deki "garabet" şurada ki; tiyatro sanatçıları; hem "657 sayılı yasa"ya tabi birer "memur"durlar, hem de "5441 sayılı yasa"ya bağlı "sözleşmeli eleman"dırlar... Yani, hem "deve"dirler, hem de "kuş"turlar!..

1949'da "sözleşmeli"ydiler, 1970'de ise "memur" oldular!..
"Memur" olduktan sonra da; "Artık devlet memuruyum... Ne lüzum var çalışmaya?.. Salla başı, al maaşı" deyip; başladılar yan gelip yatmaya!..

Bakalım, bundan sonra da yatabilecekler mi?.. Özel sektör, "devlet" değil ki!.. "Para"yı verdi mi, adamı, canını çıkarıncaya kadar çalıştırır!..
Hem sonra, özel sektör; "özgürlük"ten de anlamaz!..

Onlar; "verdikleri para"ya ve "aldıkları iş"e bakarlar!..

yeniakit