Sakız çiğnedin, tecavüze katlan... Mı diyeceğiz!

Hasan Karakaya
Merhum Nasreddin Hoca"nın hikâyesi malûm. Hoca"nın evine "hırsız" girmiş; ne var, ne yoksa götürmüş. Sabah olup da, "evinin soyulduğunu" gören hoca feryadı koparınca, etrafına komşuları toplanmış tabii...

 

 Başlamışlar "Hoca"yı suçlamaya. "Hocam bu kadar da ağır uyku olmaz ki!.. Kapını niye kilitlemedin?.. Pencereni niye açık tuttun?" falan filan... Hoca, dayanamayıp, patlamış sonunda: "Be köftehorlar!" demiş; "Hadi ben ağır uykuya daldım, hadi ben kapıyı kilitlemedim, hadi ben pencereyi açık tuttum!.. Dolayısıyla suçluyum!.. Peki ama, hırsızın hiç mi suçu yok!"

Günümüz Türkiye"sinde, maalesef "hırsızlara toz kondurulmadığı" ama bunun yerine "ev sahipleri"nin cezalandırıldığı bir süreç yaşıyoruz!.. Galiba, bu yüzdendir ki; "suçlu"lar "güçlü" pozisyonundadır!.. Dolayısıyla ellerini-kollarını sallaya sallaya dolaşmaktadır ortalıkta!..

Tabiî, bu durumda "ev sahipleri"ne düşen de, "endişe, panik ve korku içinde yaşamak"tır!..

Sözü, bugünkü 1. sayfamızda yer alan "manşet" habere getirmek istiyorum...

YİNE O "TESTİS" OLAYI

Olayı biliyorsunuz...

17 Aralık 2006"da; Hürriyet"in, 1. sayfasında "Testis diye çekmediler" şeklinde, iç sayfada ise tam 9 sütuna "Tesettür faciası" başlığı ile sunulan bir haber vardı!.. Haberin spotunda aynen şöyle deniliyordu:

"Konya"da tesettürlü iki kadın doktor, testisleri şişen 16 yaşındaki gencin ultrasonunu çekmedi... Ameliyat geciktiği için, gencin bir testisi alındı!"

Yine biliyorsunuz ki;

Bu haberin "yalan" olduğunun ortaya çıkmasından sonra, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, bir açıklama yapma mecburiyeti hissetmiş ve 30 Ocak 2007 tarihli yazısında demişti ki;

"Müfettişler, gerçekten iyi bir soruşturma yaptılar ve şu sonuçlara ulaştılar:

İki kadın görevlinin bir kusuru yoktu. Başhekim, iki kadın radyoluğun o gün görevde olmadıklarını söylemişti. Biri görevdeymiş ancak kendisinden çekim istenmemiş. Öteki ise görevde değilmiş. Bu sonuçtan sonra bize yapılacak tek şey kalıyor.

İki kadın görevliden özür dilemek.

Onu da kamuoyunun önünde açıkça yapıyorum."

Sizin anlayacağınız;

"Olayın perde arkası"nı araştıran Vakit"in haklılığı bir defa daha anlaşılmış, "Uğur Dündar ve ekibinin yalan haber yazdıkları" ise bir defa daha "tescil" edilmişti...

BU KARAR MI TÜRK MİLLETİ ADINA?..

Uzatmayalım... Bu haberden dolayı "onur"u incinen, "saldırı"ya maruz kalan, "meslekî itibarı" zedelenen, "özel hayatı delik deşik" edilen, kısacası "kişilik hakları ağır saldırıya uğrayan" mağdurlardan Keziban Arbağ, kendisine "linç" uygulayan Hürriyet gazetesi ve Uğur Dündar aleyhine "tazminat dâvâsı" açmış!..

Dâvâ 22 Mayıs 2008 tarihinde sonuçlanmış!..

Kısaca, "dâvânın reddine" demiş mahkeme!..

Hem de; "müfettişlerin raporu"na ve bu rapor üzerine Ertuğrul Özkök"ün "özür dilemek" zorunda kalmış olmasına rağmen!..

Ama, yine de;

"Kabul" demek de, "ret" demek de mahkemenin takdirinde!.. Dâvâcı "yeterli delil" gösterememiş ve pekalâ dâvâyı kaybetmiş olabilir!..

Dediğim gibi; "Tüm deliller Uğur Dündar aleyhinde" olmasına rağmen karara hiçbir itirazımız yok!..

Ama, başkanlığını Abdullah Çoban"ın yaptığı Konya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi"nin verdiği "gerekçeli karar"da, şöyle bir ifade bulunursa, buna "Türk milleti" de isyan eder, bu milletin bir ferdi olan ben de!..

Efendim, Hakim Abdullah Çoban, gerekçeli kararında demiş ki; "... dâvâlı gazete, resmî bir kurumda Hipokrat yemini etmiş, laik Cumhuriyetin üniversitesinden diploma almış, görev esnasında türbanlı olarak görev yapan bayan doktorların, testis filmini çekmemeleri haberini, toplumun haber alma hakkını sağlama görevi olduğu, olayda kamu yararı ve toplumsal ilgi ve güncellik koşulları oluştuğundan, hakkın kullanılmasının hukuka uygun olduğu, dâvâcı ise kamu görevi gören doktor olarak, okuduğu müsbet ilmin ve akılcı bilimin aksine başına taktığı "türban"ın altındaki zihniyeti nedeniyle eleştirilmesine, bu eleştiriler ağır da olsa katlanmak zorunda olduğundan, ispat edilemeyen davanın reddine karar verilmesi gerekmiştir."

HAKİM, NİYET OKUYAMAZ!

İşte bu gerekçe, "hukuk"a da uygun değildir, adına karar verilen "Türk milleti"nin örf, âdet ve inançlarına da!..

Adı Abdullah Çoban değil de, kim olursa olsun; bu ülkede yaşayan her hakim bilir ki; "bu ülkedeki kadınların en az yüzde 70"i başörtülü"dür!..

Dolayısıyla, "Türk milleti" adına karar veren hiçbir hakim, bu gerçeği gözardı edemez!..

İkincisi... Bırakın "hakim" olmayı; "aklı ve mantığı olan" hiçbir kişi, "bilim" ile "inancı" birbirinin düşmanlarıymış gibi "çatıştırıcı" bir tavır takınamaz!..

Dahası; hiçbir hakim; "türban altındaki zihniyet" diyerek, "niyet okuyuculuğu"na soyunamaz!..

Kişilerin niyetlerini okumak; hiç kimsenin "hakkı" da değildir, "haddi" de!..

"Hakim" bile olsa!..

Oldu olacak; "rüyalarımıza da yasak getirin!"

"Kanaat"ini belirtebilirsin, ama insanların "niyet"lerini okuyup, "rüya"larını yorumlayıp da "zihniyetleri yargılamak" bir hakimin görev alanına girmez!..

Eğer "zihniyetleri yargılamaya" başlarsak, birileri de ortaya çıkar, hoşlarına gitmeyen hakimlerin "ideolojik zihniyet"lerini sorgulamaya başlar ve "Sen ateistsin!.. Sen Marksistsin!.. Sen Allah"sız, Kitap"sız birisin!.. Türkiye ise, nüfusunun yüzde 99"u Müslüman bir ülkedir!.. Böyle bir ülkede İslâm"ın emirleri aleyhinde karar verirsen, bunun sonuçlarına da katlanırsın!" diyebilir!..

SAKIZDAN ÇIKAN TECAVÜZ!

Öyle ya;

"Hakim Bey"in mantığı"ndan yola çıkılırsa, böyle bir sonuca varılır!..

Yine "Hakim Bey"in ideolojik zihniyeti"nden hareketle, meselâ "tecavüz"e uğramış "asrî bir kız"a;

"Radyo, televizyon ve gazetelerdeki bunca 3. sayfa haberine!.. Etrafındaki bunca taciz ve tecavüz olayına!.. Okuyup da üniversite eğitimi almış olmana rağmen hâlâ mı akledemedin; mini etek veya dekolte giyince tecavüze uğrayacağını?!?.. Madem ki dekolte giyindin, madem ki erkekleri tahrik edecek şekilde kırıtarak yürüdün, o halde sonuçlarına katlanmak zorundasın!"

Mı diyeceğiz?!?..

Ya da; dünkü gazetelerde yer alan "Sakızdan tecavüz çıktı" başlıklı şu haber:

"Boğaz Köprüsü'nde trafik sıkıştı. Otomobildeki sevgililer iki kız çocuğundan sakız aldılar. Bir süre sonra; sakıza enjekte edilen uyuşturucudan dolayı bayıldılar. Arkadan gelen araçtakiler gençleri ormana kaçırdı. Sapıklar, genç kadına defalarca tecavüz etti..."

BÖYLE SAÇMALIK OLUR MU?

Söyleyin Allah aşkına;

Kimi suçlayacağız şimdi?.. "Sakız çiğneyen gençleri" mi, "sakıza uyuşturucu enjekte eden sapıkları" mı?..

Ne diyeceğiz onlara;

"Bunca sapığın, bunca tecavüzcünün ortalıkta dolaştığını bile bile, niye sakız alıp da çiğnedin?..

Madem sakız çiğnemeyi seviyorsun, o halde sonuçlarına katlanacaksın!"

Mı diyeceğiz?!?..

Böyle bir bakış, böyle bir mantık ve böyle bir saçmalık olabilir mi?..

Elbette olmaz... Ama, görüyorsunuz işte; Türkiye,

"Yalancıların haklı olduğu" ve fakat "haklıların haksız çıkarıldığı" bir süreç yaşıyor!..

Maalesef!.. Maalesef!.. Maalesef!..

Gel de, böyle bir "yargı"ya güven!..

 

 

TÜSİAD mı vatansever?!.

Her zaman söylerim... "Samimi Atatürkçü"lere hiçbir sözüm yok... Ama "Atatürkçü geçinenler" ile "Atatürk"ten geçinenler"e her zaman kıl olmuşumdur!.. Çünkü onlar, "öyle" değil, "öyle görünür"ler!.. "Samimi" değillerdir, "dürüst" değillerdir, İslâmi tabirle "münafık"tırlar!..

"Gerçek vatanseverler"e de hiçbir sözüm yok... "Ben ölsem de olur, yeter ki vatan sağolsun" diyenlerin alnından öperim!.. Ama "vatanseverlik" kavramı üzerinden "rant" ve "ikbal" sağlayanlardan fena halde gıcık kaparım!..

Kimin "ne" olduğu, bir defa daha görüldü... İşte TOBB, işte TÜSİAD!.. TOBB, "krizi aşmak, ekonomiyi düzlüğe çıkarmak" için olağanüstü çaba sarfederken, TÜSİAD"ın yaptığını gördünüz mü?..

Adamların ne "kriz" umurunda, ne de Türkiye"nin düzlüğe çıkması!.. Yıllardır "İmam Hatip Liseleri" ile uğraşmışlar, Türkiye"nin başına "kesintisiz eğitim belası"nı sarmışlardı!.. Şimdi de, "İlahiyat Fakültelerinin kontenjanı"na takmışlar kafayı!..

Yani "kendi işleri"ne değil, "hükümetin işleri"ne burun sokuyorlar!.. Bunların "vatansever" geçindiği bir yerde, acaba "ben" neyim, TOBB ne???..