Sağduyu kazandı, kimse kaybetmedi

Hakan Albayrak

Büyükelçiler krizinin “persona non grata” (istenmeyen adam) restleşmesiyle kontrolden çıkıp Türkiye’yi fena halde zora sokabileceğinden endişe eden hariciye kadroları ve sair devlet ricali, 10 büyükelçinin istenmeyen adam ilan edileceğini kesin ifadelerle açıklayarak kendini sıkı bir şekilde bağlayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı bu bağdan kurtararak tavır değiştirmeye sevk etmenin bir yolunu bulmak için günlerdir kara kara düşünüyordu.

İlgili Batılı devletlerdeki sağduyu ehli de krizin kontrolden çıkmasını önleyecek bir formül arayışı içindeydi.

18 Ekim’de Osman Kavala davası konusunda ortak bildiri yayımlayan büyükelçilerin durumunun görüşüldüğü dünkü Cumhurbaşkanlığı Kabinesi toplantısı esnasında ilgili büyükelçiliklerin sosyal medya hesaplarından “Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesi’nin 41. Maddesine riayet etmeyi teyit” mesajının paylaşılmasını kim akıl ettiyse aklıyla bin yaşasın.

Mezkûr maddeye göre diplomatlar görev yaptıkları yabancı devletlerin iç işlerine karışamazlar.

Söz konusu büyükelçilikler bu ilkeye uyacaklarını taahhüt edince, Erdoğan, istenmeyen adam ilanı ısrarından vazgeçmeye ikna edilebildi. (Muhakkak ki bağrına çok ağır bir taş basarak kabul etmiştir bunu. Ama neticede hakim görüşe uydu ve kabul etti işte. Demek ki -ve de şükür ki- devlet yönetiminde istişare ve ortak akıl tümüyle ortadan kalkmış değil.)

Kabine toplantısından sonra yaptığı açıklamada, krizin sona erdiğini şöyle duyurdu Erdoğan:

“Yargımıza ve ülkemize yönelik bühtandan geri dönülmüştür. Viyana Anlaşması 41. Maddesine göre ülkemizin içişlerine karışılmayacağı taahhüt edilmiştir. Bu büyükelçilerin daha dikkatli olacaklarına inanıyoruz.”

***

Osman Kavala hakkındaki bildiriyi imzalayan büyükelçiler -dolayısıyla onlara bu bildiriyi imzalatan Batılı hükümetler- “Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi olan Türkiye’ye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyma yükümlülüklerini hatırlatmanın” iç işlerine müdahale kapsamında değerlendirilemeyeceğini savundukları için(*), Türkiye’nin iç işlerine karışmayacaklarını taahhüt etmekle geri adım atmış olmadılar.

Ama zevahiri kurtardılar mı, kurtardılar.

Ankara’nın tepkisinin gerekçesi “iç işlerimize müdahale” olduğu için Erdoğan büyükelçiliklerin o açıklamasıyla yetinebildi.

Batılı hükümetler Ankara’ya -bahusus Erdoğan’a-, Ankara da Batılı hükümetlere karşı gardını hiç şüphesiz korumakla beraber, iki taraf da ‘Aramızdaki köprüleri atmaya kadar varabilecek bir sürece girmeyelim’ hassasiyetiyle hareket etti ve ‘idare-i maslahat’ta buluştu.

Diplomasi bazen sadece durumu idare etme sanatıdır; burada bu sanat gayet güzel icra edildi.

Diplomasi kazandı, sağduyu kazandı, kimse kaybetmedi.

(*) Bu argüman, büyükelçilerin ev sahibi devleti kamuoyu önünde eleştirmesini -konu ne olursa olsun- mazur göstermez. Hükümetten hükümete alenî eleştiri olur ama elçi sadece elçidir ve o türden bir mesaj iletmesi gerektiğinde bunu kapalı kapılar ardında yapar. Hele 10 büyükelçinin ev sahibi devlete eleştiri mahiyetinde ortak bildiri yayımlaması fevkalade ekstrem bir hareket. ABD, Kanada ve Yeni Zelanda’nın Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’yle alakasızlığı da söz konusu argümanı geçersiz kılıyor. (Malum, onların büyükelçileri de imzaladı bildiriyi.)