Saadet Partili kardeşlerimin dikkatine

Hakan Albayrak

AK Parti taraftarı olmaktan utanan üniversiteli kardeşlerle alakalı yazımda geçen bir ifade, Saadet Partili dostlarımı sinirlendirmiş. “Bize nasıl Amerikancı dersin?” diye soruyorlar. Öyle bir şey dediğim yok. ABD, İsrail ve bilumum Siyonist-emperyalist çevrelerin Erdoğan’a diş bileyip AK Parti’nin güç kaybetmesi için yanıp tutuştuklarını anlatırken, “ABD, İsrail, İngiltere, Fransa …ya başka bir partiye -isterse Saadet Partisi olsun- oy vererek veya hiç oy kullanmayarak AK Parti’yi karınca kararınca zayıflatmanızı bekliyor” dedim. “İsterse Saadet Partisi olsun” cümlesindeki “isterse” ile “Saadet Partisi” arasında gizli ama Türkçemizin mantığına vakıf olanlar için aşikar bir ifade var. O ifadeyi de kullanarak cümleyi bir daha yazalım: ‘İsterse BATI ALEYHTARI Saadet Partisi olsun.’ Tamam mı şimdi?

Saadet Partisi elbette antiemperyalist bir partidir ve bugün iktidar namzeti olsaydı uluslararası sistemin ağaları onu zayıflatmak için ellerinden gelen her şeyi yaparlardı. Gelgelelim bugün için Saadet Partisi -istediği kadar antiemperyalist olsun- emperyalizme karşı aktif bir tehdit oluşturmuyor ve emperyalistlerin nazarında AK Parti potansiyelinden üç-beş oy tırtıklama ihtimalinden başka bir mana ifade etmiyor.

Saadet Partililer bu noktada şöyle bir itirazda bulunacaklardır: “Siyonistlerden üstün cesaret madalyası alan BOP Eş Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve BOP’çu, NATO’cu, AB’ci AKP’yi emperyalistler zayıflatmak ister mi hiç?

Zerre kadar kıymet-i harbiyesi olmayan ‘anakronik’ bir ezber. Saadet Partililer AK Parti’ye ilişkin söylemlerini 2002 senesinden beri hiç değiştirmeden tekrar edip dururken Erdoğan ve AK Parti’nin bu zaman zarfındaki seyrüseferini ıskalamış olabilirler, ama kamuoyu neyin ne olduğunu ve nereden gelip nereye gittiğini gördüğü için Saadet Partisi’nin çizdiği korkunç “AKP” tablosuna neredeyse hiç itibar etmiyor. İtibar edenler az da olsa var ve ben de bu yazıyı onları Saadet Partisi’nden AK Parti’ye yönlendirmek için yazıyorum zaten (Yanlış okumadınız. Açık konuşuyorum.)

AK Parti bidayette “Medeniyetin kıyısında kalmamak için Avrupa Birliği’ne üye olmanın gereği”nden bahseden, “Kahrolsun Amerika sloganının eskidiği”ni ileri süren, “Dini ve bölgesel birliklerin çağa aykırı”lığından dem vuran bir partiydi, evet. Erdoğan ve arkadaşları, 28 Şubat darbesinden mütevellit kaygılarla Batı’ya zihinsel olarak iltica etmişlerdi. AK Parti’nin söylemleri, Batı’ya iltica söylemleriydi. 25-30 yaşın altındaki Saadet Partililer pek bilmez, daha yaşlı olanlar da hatırlamamayı tercih ederler, ama o çizgi yüzde yüz Fazilet Partisi çizgisiydi! Kapatılan Refah Partisi’nin yerine kurulan Fazilet Partisi, Avrupa Birliği’nin Milli Görüş’e ne kadar uygun olduğunu anlatıyordu (Fazilet Partisi yöneticilerinden bir ağabeyimiz kendisiyle yapmaya çalıştığım bir mülâkatta böyle konuşunca itiraz etmiştim, o da bunun üzerine sinirlenip mülâkatı yarıda kesmişti). Partinin genel başkanı Brüksel’de NATO yetkilileriyle görüşüp “NATO’nun İslam’la bir derdinin olmadığı” mesajını veriyordu. Milli Gençlik Vakfı’nın dergisinde Oya Akgönenç, Amerika Birleşik Devletleri’ni bir nevi Medinetülfazıla gibi anlatıyordu. Liberal yazarları İslamcılara kanaat önderi olarak tayin etme geleneği ise daha Refah Partisi döneminde bizzat Erbakan Hoca’nın idaresi altında başlamıştı. AK Parti işte böyle bir atmosferde doğdu ve Fazilet Partisi’nin ‘ideolojisini’ iktidara taşıdı. O sahayı AK Parti doldurunca, Fazilet Partisi’nin devamı olan Saadet Partisi ister istemez eski söylemlerine döndü. Bu bir reaksiyondu ve Saadet Partisi’nin AK Parti’ye muhalefetinin yegâne motivasyon kaynağı da zaten reaksiyonerlik olacaktı. ‘Ne yaparsa yapsın, isterse Milli Görüş’le mütenasip adımlar atsın, AKP’ye her halukârda karşı çıkılacak!’ Bu ‘şiar’, Saadet Partisi’nin varoluş sebebidir adeta.

Bidayetteki AK Parti’den geriye ne kaldı? Neredeyse hiçbir şey. Avrupa Birliği’ni medeniyetin yegâne adresi gibi görme/gösterme hastalığı gitti, Avrupa Birliği’ni barbarlıkla suçlayıp İslam Medeniyeti’nin ihyasına yönelme tavrı geldi. BOP’çuluk gitti, Ortadoğu’da İhvan-ı Müslimin ve türevleri (Hamas, Nahda ve saire) ile ABD ve İsrail’e rağmen dayanışma geldi. Siyonistlerden ödül almayı “realpolitik” heyecanı içinde bir halt zannetme aymazlığı gitti, “One Minute!” şuuru geldi. Köprünün altından akan onca suya rağmen hâlâ “BOP’çu Erdoğan! Siyonistlerden üstün cesaret madalyası alan Erdoğan! NATO’cu, AB’ci AKP” retoriğini ısrarla sürdüren Saadet Partisi’nin ya realiteyle ciddi bir irtibat sorunu var veya bu parti milleti aptal yerine koyuyor.

“BOP’çuErdoğan”mış! Yahu, tanımıyor musunuz Erdoğan’ı? Özgüvenden nasıl da çatladığını görmüyor musunuz? “Ben bu BOP’u da dinimiz ve milletimiz için tepe tepe kullanırım evelallah” diyecek karakterde bir adam olduğunu bilmiyor musunuz? Kaldı ki BOP mu kaldı? Emperyalist medya organlarının ‘Yoldaş bellediğimiz Erdoğan gizli ajandası olan bir Osmanlı çıktı’ mealinde yorumlarla dolup taştığını Milli Gazete yazmıyor olabilir, ama durum budur.

Saadet Partili kardeşlerim, ey!

Başbakanlığı döneminde Erbakan Hoca’nın bile içine sindirmek mecburiyetinde kaldığı İsrail-Türkiye askeri işbirliğine nokta koyan, Konya semalarındaki İsrail jetlerini ve Bolu Dağı’ndaki İsrail komandolarını def eden, Akdeniz’deki Türkiye-İsrail müşterek deniz tatbikatı geleneğini tarihin çöp tenekesine atan, Milli İstihbarat Teşkilatı’nı İsrail’in nüfuz alanından çıkaran, Netanyahu’ları çıldırtan Erdoğan ve AK Parti, takdirinizi hak etmiyor mu?

Erbakan Hoca’nın yerli otomobil, yerli uçak, yerli tank hayallerini gerçekleştirme yolunda hayli mesafe kat eden Erdoğan ve AK Parti, takdirinizi hak etmiyor mu?

Hamas’ı ve İhvan-ı Müslimin’i yedi düvele karşı savunan Erdoğan ve AK Parti, takdirinizi hak etmiyor mu?

RaşidGannuşi’denAliyaİzzetbegoviç’e, HalidMeşal’den İhvan liderliğine, Erbakan Hoca’nın ‘Bunlarla yoldaş olun’ dediği herkesle yoldaşlık eden ve hepsinin takdirini kazanan Erdoğan ve AK Parti, takdirinizi hak etmiyor mu?

Partinizin düzenlediği uluslararası toplantılara Kahire yahut Üsküp’ten gelip katılan İslamcı siyasetçiler, akademisyenler, sivil toplum temsilcileri “Erdoğan ve AK Parti’ye Maşaallah” dediklerinde onları böyle düşünmekten vazgeçirmek için bin dereden su getirme zahmetine daha ne kadar ve ne adına katlanacaksınız? “İcma-iÜmmet”in haricine düştünüz, orada yapayalnızsınız; “BOP’çu Erdoğan” motivasyonuyla kendinizi nereye kadar avutabilirsiniz ki?

AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu, Milli Görüş’ün hedeflerini gerçekleştirirken Saadet Partisi’nden muhalefet gördüklerini söylüyor, ideallerimize karşı olan çevrelerin aralarındaki bütün farklılıkları aşarak birleşebildiklerine ve fakat dava arkadaşı olduğumuz / olmamız gerektiği halde bizim birleşemediğimize dikkat çekiyor; yüreğinize, vicdanınıza hiç mi dokunmuyor bu? AK Parti’nin hakperest bir muhalefete şiddetle ihtiyacı var, ama siz hakperestçe muhalefet etmiyorsunuz AK Parti’ye. Hakperestlik, iyi ve doğru olan davranışları takdir etmeyi gerektirir, ama sizler AK Parti bizzat Erbakan Hoca’nın vazettiği işleri yaptığında bile “Allah razı olsun” demeye yanaşmıyorsunuz. Belli konularda AK Parti’yle yan yana gelebilmeniz gerekirken inadınız ve gururunuz buna mani oluyor diyelim (sakın ‘ilkeli duruş’ filan demeyin şimdi); kardeşlerinize karşı mukaddesat düşmanlarıyla beraber hareket etmeseniz bari. Allah aşkına söyleyin; Erbakan Hoca’yı alaşağı eden Kemalistlerle, Ulusalcılarla can-ciğer kuzu sarması olmayı, onlarla beraber AK Parti’ye vurmayı nasıl yakıştırıyorsunuz kendinize? Erbakan Hoca’nın üstüne titrediği İmam-Hatipleri ihya eden AK Parti’nin karşısında, İmam-Hatipdüşmanlarıyla aynı karede yer alıyorsunuz. Başörtüsünü özgürleştiren AK Parti’nin karşısında, başörtüsü yasağı günlerinin hasretiyle yanıp tutuşan çevrelerle aynı karede yer alıyorsunuz. Onlarla aynı çatı altında resmen birleşmeseniz de onların mukaddesat düşmanlığını sözkonusu etmeyip var gücünüzle AK Parti’ye yükleniyorsunuz; tam da sizin savunduğunuz değerleri savunmasından ötürü hedef tahtasına oturtulan AK Parti’ye!

Sizin savunduğunuz değerler. Ve sizin artık savunmadığınız değerler. Merhum Erbakan Hocamız, “Ne mutlu Türküm diyene” sloganını yerin dibine batırdığı meşhur Bingöl konuşmasıyla “Kürt Açılımı”nın işaret fişeğini çakmıştı. Barış için, şiddet sorununa çözüm için PKK lideri Abdullah Öcalan’la mektup vasıtasıyla diyalog kurmaktan da geri durmamıştı Erbakan Hoca. Kürt meselesi sözkonusu olduğunda ulusalcılarla ağız birliği eden, barış/çözüm sürecine cephe alan, Abdullah Öcalan’la diyalogu vatana ihanet gibi gören/gösteren Saadet Partisi’nin hâlâ Erbakancı olduğuna emin misiniz? Kimlerle ve nelere karşı ağız birliği ettiğinizin farkında mısınız?

Kemalistlerle, Ulusalcılarla ittifak kurulabilir. Sosyalistlerle, komünistlerle, anarşistlerle ittifak kurulabilir. Gezici meşrepli gruplarla ittifak kurulabilir. Gülencilerle ittifak kurulabilir. Hatta BeşşarEsed’le bile ittifak kurulabilir. Yeri gelir, hepsiyle birden de ittifak kurulur. Ama bu ülkenin, bu halkın, İslam dünyasının, Ümmet-i Muhammed’in, insanlığın maslahatı için ittifak kurulur. Saadet Partisi yöneticileri Ulusal Kanal veya Halk TV’de ilgili çevrelerle karşılıklı dostluk ve anlayış havası içinde ve bir kerecik olsun “AKP’ye yönelttiğiniz bazı eleştirileri üstümüze alındığımızı ve Muhammed Mursi yahut İmam-Hatip gibi mevzularda Sayın Erdoğan ve Sayın Davutoğlu ile beraber olduğumuzu belirtmek isteriz” gibi bir şerh düşme erdemini göstermeden AK Parti’yi çekiştirmekle veya Pensilvanya örgütünün avukatlığını üstlenen yeni BBP ile seçim ittifakı kurmakla böyle bir maslahata mı hizmet ediyorlar? Asla! Bilakis, mefsedete hizmet ediyorlar. Türkiye’nin, Ümmet-i Muhammed’in zarar görmesine hizmet ediyorlar. Hizmetleri boşa çıkacak inşaallah, ama ellerinden gelse iktidardaki AK Parti’nin yerine bir zamanlar ‘Amerikancı AKP’ye karşı ‘milli cephe’ kurmak niyetiyle göz kıptıkları CHP’yi koymakta bir an bile tereddüt etmezlerdi. Öyle bir intiba uyandırıyorlar en azından. Bu intiba sizi hiç mi rahatsız etmiyor, Saadet Partili kardeşlerim?

Saadet Partisi bugün iktidar namzeti değil, seçim barajını aşmaya bile namzet değil, hatırı sayılır bir oy oranına ulaşacağına dair hiçbir emare de yok; yine de bizim için büyük bir kıymet ifade edebilirdi, hem de güçlü olmasına ve gücüne güç katmasına hayati önem atfettiğimiz AK Parti’nin potansiyelinden bir parça koparmasını mazur görmemizi gerektirecek kadar büyük bir kıymet ifade edebilirdi; eğer doğru dürüst bir İslamcı muhalefet sergileseydi. Saadet Partisi’nin muhalefeti doğru ve dürüst değil, zaten İslamcı da değil. İranlılar ve İrancılar hariç dünyanın bütün İslamcıları Suriye’de devrimcileri desteklerken bebek katili Esed’le el ele tutuşup saadet manzarası sergileyen Mustafa Kamalak’ın partisinden bahsediyoruz! Türkiye’deki ‘Siyasal İslam Sorunu’nu ABD ve İsrail adına çözmek için “Selam-Tevhid Örgütü / Kudüs Ordusu Örgütü” komplosuyla İslami hareketlerin bütün temsilcilerini ‘tedavülden kaldırmaya’ yeltendiği halde “Paralel Devlet Yapılanması”ndan zerre kadar rahatsızlık izhar etmeyen ve üstelik bu yapılanmanın ‘tescilli’ avukatlarını milletvekilliğine aday gösteren Saadet Partisi’nden bahsediyoruz! Bu parti İslamcılığın şu veya bu şekilde temsilcisi olamaz, olsa olsa muarızı olur. “Bizim İslamcılık iddiamız yok, Milli Görüşçülük iddiamız var” diyecek olursanız, 28 Şubat dönemine damgasını vuran meşhur “Batı Çalışma Grubu”nun tetikçileriyle muhabbet resimleri çektiren büyüklerinizin “milli”liğini bana izah edin lütfen.

Görüşünüz gerçekten milli ise, bu ülkenin kalkınması yolunda AK Parti iktidarının attığı her adımı (mesela dünyanın en büyük havaalanı projesini) Batılı emperyalistler adına boşa çıkarmaya çalışan çevreleri AK Parti’ye tercih etmeyin. Görüşünüz gerçekten milli ise,  Türkiye’yi İMF’nin pençesinden kurtaran AK Parti’ye yönelik uluslararası kapitalist intikam komploların paraleline düşmekten imtina edin. Görüşünüz gerçekten milli ise, New York Times yahut Jerusalem Post veya Bild gazetesinin hedef tahtasına koyduğu AK Parti’ye onlardan daha büyük bir hararetle vurma tavrınızı terk edin. Görüşünüz gerçekten milli ise, imam hatipler konusunda, başörtüsü özgürlüğü konusunda, Mursi’yle dayanışma konusunda, yerli silah sanayii konusunda, Doğan Grubu’na tavır konusunda, üçüncü havaalanı konusunda vs, vs, vs “İktidarla beraberiz” deme ahlâkını gösterin. Hiç değilse o konularda vurmayın, vurdurmayın AK Parti’ye. Hiç değilse o konulardaki tavırlarının hatırı için, muarızlarımızın AK Parti’ye saldırılarına AK Parti ile beraber göğüs gerin veya en azından muarızlarımızla beraber vurmayın AK Parti’ye. Beğenmediği ve ağır eleştiriler yönelttiği İttihad ve Terakki’ye Cihan Harbi süresince destek veren ve iktidardan düşüp de herkes bu partinin arkasından serbestçe sövüp sayarken sessiz kalan Said Nursi’ye ‘Sen onlara şiddetle muhalif değil miydin? Şimdi herkes konuşurken niye sessiz kalıyorsun?’ diye sorulmuş, o da şu nefis cevabı vermişti: “Düşmanların onlara şiddet-i hücumundan. Düşmanın hedef-i hücumu, onların hasenesi olan azim ve sebattır ve İslâmiyet düşmanına vasıta-i tesmim olmaktan feragatıdır. Bence yol ikidir: mizanın iki kefesi gibi. Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.” Bediüzzaman’ın İttihat ve Terakki konusunda sergilediği tavrın asaletinden, Saadet Partisi’nin AK Parti karşısındaki duruşuna da bir pay düşseydi keşke.

“Açık konuşuyorum” demiştim. Apaçık konuşuyorum, Saadet Partili kardeşlerim: Artık Saadet Partili olmamalısınız! 2002’de, 2003’te Saadet Partili olmanın bir asaleti vardı, ama artık yok. Hiç yok. Geçmişte kalan bazı doğruların cılız izdüşümü hatırına esasa ilişkin devasa yanlışlarını görmezden gelerek Saadet Partisi’nde ısrar etmeyi kendinize bile izah edemezsiniz; üzerinde birazcık düşünme zahmetine girseniz görürsünüz bunu. Geçmişte kalan bazı yanlışlarına istinaden ve bugün temsil ettiği -sizin adınıza da temsil ettiği- doğruları görmezden gelerek AK Parti’ye düşman nazarıyla bakmayı da, üzerinde birazcık kafa yorsanız, kendinize bile izah edemezsiniz.

Hâlâ NATO üyesiyiz, hâlâ İsrail’le irtibatımız var, uluslararası toplumda Siyonist-emperyalist güçlerle yollarımız hâlâ kesişiyor ve onlara hâlâ tavizler veriyoruz, ama Yeni Türkiye olarak bütün bunları aşma irademizi ortaya koyduğumuzu ve eski Türkiye kadar yüz kızartıcı bir durumda olmadığımızı, bilakis yüz ağartıcı bir durumda olduğumuzu ve AK Parti güçlendikçe bu süreçte ilerleme kaydettiğimizi, gücü ve özgüveni artan AK Parti’nin Türkiye’ye de aynı oranda güç kattığını ve özgüven aşıladığını, üzerinde biraz düşünseniz siz de takdir edersiniz. İçten içe zaten takdir ediyorsunuzdur, eminim. “Ama İsrail’e şöyle şöyle tavizler verdiler” diyerek AK Parti’nin Siyonist yandaşlığından dem vururken bunun ne kadar büyük bir haksızlık olduğunu, başbakanken Türkiye-İsrail Savunma İşbirliği Anlaşmaları’na tedrici metod gereği göz yumma lüzumunu hisseden Erbakan Hoca’yı Siyonistlikle suçlamakla aynı manaya geldiğini siz de gayet iyi biliyorsunuz, eminim. Korkunç bir ikilemden muzdaripsiniz, eminim. Kırın artık zincirinizi! Kurtulun bu ikilemden! Saadet Partisi’nin sizi makul bir yere sürüklemediğini, sizi kendi aklınızla ve vicdanınızla didiştirmekten başka bir şey yapmadığını RESMEN kabul edip bütün itiraz ve muhalefet haklarınızı mahfuz tutarak AK Parti’ye gelin. Oyunuzu AK Parti’ye verin.

AK Parti’nin hanesine yazılabilecekken Saadet Partisi’nin hanesine yazılan oylar, Saadet Partisi’ne hiçbir şey kazandırmaz; ama, sadece yüzde 1 bile olsa, AK Parti’ye ve dolayısıyla Yeni Türkiye’ye çok şey kazandırabilir. Yeni Türkiye, Saadet Partisi tabanını da özgürleştiren ve kadîm Milli Görüş’ün de idealleri istikametinde yol alan bir Türkiye’dir. Gelin beraber yürüyelim.


Erbakan


Erdoğan


Davutoğlu