Rol üslenen değil düzen kuran ülke!

İbrahim Karagül
Türkiye'nin uzunca bir süredir yapmaya çalıştığı şeyin ne olduğunu Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun bazı açıklamalarında sarfettiği sözlerden anlamak mümkün. "Ermenistan'la diplomatik ilişkilerin kurulması"na dair protokol hakkında konuşurken (NTV) şu sözleri her şeyi özetliyordu:

"Donmuş krizler, donmuş sınırlar, elimizde patlamaya hazır bombalar gibi. Türkiye'nin kendi iradesi ile mevcut durumu değiştirerek donmuş krizleri çözme basiretini göstermesi gerekiyor."

Bu temel yaklaşım, aslında bugünlerde ayrı ayrı tartıştığımız gelişmelerin arkasında yatan düşünceyi ifade ediyor. Sorunları çözümsüz bırakıp ertelemek Türkiye'nin geleneğiydi. Hiçbir sorun çözülmez, mümkün olduğunca ertelenir, uzak tutulur ve hep savunmada kalınırdı. Ancak şimdi, sorunların üzerine gidildiğini, sorunlarla yüzleşildiğini, erteleme yerine çözümün esas alındığını görüyoruz.

Davutoğlu'nun aynı konuşmadan çok daha güçlü sözleri de oldu: "Balkanlar deyince çatışma, Kafkaslar deyince etnik farklılıklar ve Ortadoğu deyince gerilim akla geliyor. Biz bu üç bölgenin en güçlü ülkesiyiz ve bu bölgedeki düzenden kendimizi sorumlu hissediyoruz. Türkiye hemen tüm komşularından coğrafi, askeri ve ekonomik olarak çok daha büyük. Dolayısıyla düzen kurma misyonu bizimdir."

Kürt açılımını tartışırken, Ermeni açılımını tartışırken, Suriye-İsrail gerilimine müdahale edilmesini tartışırken, Suriye-Irak gerilimine müdahaleyi tartışırken, Kafkaslar'dan Kızıldeniz'e kadar olan bölgede her olayı müdahil olmanın anlamını tartışırken böyle bir gerçekten hareket etmek gerektiğini anlamak durumundayız. "Türkiye Afrika'da ne yapıyor" diye soranların da bunu anlaması gerekir. Tarihi etkileri olacak bazı girişimleri gündelik tartışmalara kurban edenlerin de, Türkiye gerçeklerinin dışında kaynaklara bakarak durumu tartışanların da bu gerçeği anlaması zor görünüyor.

Başbakan Tayyip Erdoğan 11 Aralık 2007'de şunları söylüyordu: "Türkiye enerjisini iç çatışmalarla tüketen bir ülke olmaktan çıktı. Bugün Türkiye'yi dikkate almadan bölge değil dünya dengeleri içinde de hesap yapılamaz."

Laf kalabalığının, yığınlarca sorunun, dolambaçlı sözlerin, uçuk itirazların, hayal mahsulü dar iç siyasi argümanların ötesinde, Türkiye'nin tek gerçeği bu iki cümlede net bir şekilde ortaya konmuş oldu.

Biri Türkiye'nin en acı yarası, bütün birikimlerini tüketen, kanını akıtan, kaynaklarını yok eden, zihinsel birikimi boşa çıkaran en acı gerçeği. Yıllardır bu gerçekle yüzleşen bir ülkeyiz ve ne yazık ki, neden böyle olduğunu sorgulamaktan, Türkiye'nin enerjisini içeride tüketmesinin bir kader olmadığını kavramaktan, böyle devam ettiği müddetçe kafamızı kaldırıp çevremize bakma mecalimiz olmayacağını anlamaktan acizdik.

İkincisi ise, bütün bunlara rağmen; içerideki mahalle kavgasına, anlamsız iktidar çatışmasına, ayrışma/dışlama eksenli Türkiye algısına, bu enerjinin; dışarıya, çevremize ve dünyaya yayılmasını önlemeye yönelik "yabancı" projelere çanak tutulmasına rağmen Türkiye bir gerçeği başardı. Bu gerçek; bütün bu olumsuzlukların üstesinden gelme ve yeryüzünün en hassas bölgesindeki bu ülkeyi, birikimiyle, kaynaklarıyla, vizyonuyla bölgesel planlamaların merkez ülkesi haline getirme becerisidir.

Bu konuşmada önce, 14 Kasım'daki "Hiçbir güç Türkiyesiz bu oyunu oynayamaz!" başlıklı yazıda aslında bugün sözünü ettiğimiz gerçekleri tartışıyorduk. "Türkiye'yi sadece PKK ile mücadele eden bir ülke olarak görmek, bütün ilişkilerini bu alana hapsetmek insafsızlıktır. İçinde bulunduğu bölgede savaşın da, barışın da, bölgesel planlamaların da Türkiyesiz olamayacağı artık bir gerçektir. İsrail de olsanız, ABD de olsanız bu bölgede Türkiyesiz bir şey yapamazsınız! Hiçbir güç bu bölgede Türkiyesiz oyun kuramayacak artık.." Bu sözler aynı sözlerdi.

Demokratik Acılım Projesi'ni, Kürt Açılımı'nı, Ermenistan'la sınırların açılmasını ve soykırım konusunu da içeren anlaşma kapılarının açılmasını, bundan sonra gündemimize gelecek başka sürpriz gelişmeleri hep bu gerçekle değerlendirmek durumundayız. Ben buna "Türkiye'nin uzun yürüyüşü" dedim. "Türkiye'nin kendisi hakkında bir karar vermesi" dedim.

Türkiye,yüzyıllık sorunların üstesinden gelmek için kararlı adımlar atıyor. Bin yıllık ortaklıkları yeniden inşa ediyor. 20. Yüzyıl Türkiye'sini geçmişte bırakıp yeni bir büyüme sürecine giriyor. Rol üslenen değil düzen kurucu ülke olmaya doğru hızla ilerliyor. Bunları görmeden hiçbir konu sağlıklı tartışılamaz.

Yeni Şafak