Problemli alanlar ve sahipsizlik

Ahmet Taşgetiren

Pazar günkü yazımın ilk iki paragrafı şöyleydi:

Türkiye’de ve dünyada “İslam – Müslüman”“İslam – Toplum” ilişkilerinde birçok problemli alan var.

Teröre yönelik yapılanmalar, tasavvufi alandaki sapmalar, toplumu etkileyen ve bazen dinin asli ölçülerinden öne geçen hurafeler, “kayıt dışı” din alanındaki problemler, “resmi din” alanındaki problemler, din – siyaset ilişkisinde dinin gölgelenmesi, ekranlara yansıyan din tartışmaları, “yanmayan kefen” satışları türünden din istismarcılığı ve bütün bunların genç nesillerin din algısında oluşturduğu tahribat, bir anlamda dine ödettiği bedel… bütün bunlar din konusunda duyarlı insanların üzerinde durması ve sağlıklı çözümler araması gereken hususlar.

Konu üzerinde biraz daha durmak istiyorum.

Burada “İslam – Müslüman, İslam – Toplum ilişkisindeki problemli alanlar sayılıyor, bunların “genç nesillerin din algısında tahribat oluşturduğu” kanaatine işaret ediliyor ve “Din konusunda duyarlı insanların bunların üzerinde durması ve sağlıklı çözümler araması gerektiği” belirtiliyor.

Önce belirtmek isterim ki, bu tür tartışmalarda genellikle gençlerin din algısındaki tahribata dikkat çekiliyor olsa ve bunda ciddi haklılık payı bulunsa bile, bu problemli alanların, tüm insanların din algısında tahribat yaptığını da görmek gerekiyor.

İkinci olarak, “din konusunda duyarlı” diye kabul ettiğimiz insanlar, dışardan ve temel islami görüşlere aykırı yaklaşımlara yönelik tepki gösterirken, içerde yaşanan çarpıklıkların dine ödettiği bedeli görmezden geliyor. İkinci paragrafa giren hususlar tam da buna işaret ediyor ve bana göre Türkiye gibi Müslüman bir toplumda din ile ilişkiyi yaralıyor.

Maddeleştirelim:

-Teröre yönelik yapılanmalar. Sivil alanlara yönelik din adına işlenen cinayetler ya da (Allahüekber diyerek Allahüekber diyenlerin öldürülmesi.)

-Tasavvufi alandaki sapmalar. Kalb eğitimini kurumlaştıran bu islami disiplin alanındaki sapmalarla insanların safiyane bağlılıklarının en kötü biçimde istismar edilmesi. Ve bunlara karşı tasavvuf dünyasının yeterli tepkiyi ortaya koymaması.

-Dinin asli ölçülerinin yerine geçen hurafeler. Her türlü dini sembol şahsiyetin uçuk olağanüstülüklerle donatılması ve dinin sanki fevkaladelikler dünyası olduğu kanaatinin oluşturulması.

-Kayıt dışı din alanındaki problemler. Merdiven altı ortamlarda din üretimi ve insanların safiyetinin – bilgisizliğinin hoyratça istismarı.

-Kayıt içi din alanındaki problemler. Diyanetin siyasi hüviyet kazanması.

-Din – siyaset ilişkisinde dinin gölgelenmesi. Dinin belli bir siyasi ekibin meşruiyyet malzemesi haline getirilmesi ve o siyasi çizginin dışındaki insanların din ile ilişkilerinin sorgulanması. Siyasetçilerin dini otorite gibi görülmesi ve bu yaklaşımın insanların din ile ilişkisini yaralayabileceğinin göz ardı edilmesi.

-Ekranlara yansıyan ve din temsilcisi rolündeki insanların tüm dini alanların tartışmalı olduğu kanaati verircesine sürdürdüğü tartışmalar.

-Yanmayan kefen satışı türünden bütün dini sembollerin paraya dönüştürüldüğü izlenimi veren din istismarcılığı. Cübbe – sarıkla yapılan devre mülk pazarlamacılığı…

-Dini tartışmalarda bu roldeki insanların başkalarını yargılaması ve dini savunuyor pozisyonunda takdimi.

-Bunlara dindar bilinen insanların aile ve iş ortamı dahil özel hayatlarında, insan ilişkilerinde sergilediği kabalıklar, çarpıklıklar, din ile de bağdaşmayacak davranışlar, ilk fırsatta dini duyarlılığın önüne geçen çıkar hesapları…

Bunlar, özel ortamlarda herkesin yakındığı ama meydanı dolduran problemli kişiliklerin cerbezesinden korkulduğu ya da siyaseten çekinildiği için -hem siyasetçi hem gruplar açısından- ele alınmayan meseleler.

Siyasetçinin ya da grupların ayağına basıldığında feveran başlıyor, o bir gerçek. Ama bu ilişkilerden “Dinin ödediği bedeli görme” nin maslahata -yani çıkarlara- uygun düşmüyor olması da başka bir gerçek. Garip ama gerçek.

Ben gençlere “Bize bakmayın İslam’a bakın, diyorum. İslam güzeldir.” Keşke bizler de hayatımızın bütün alanlarında İslam’ın güzelliğini kuşanabilseydik. İnsanlığın önüne İslam toplumları adına rahmet insanını – rahmet toplumlarını koyabilseydik.

İslamla ilişkimizi, şahsi, siyasi, iktisadi çıkarlarımızdan bağımsız bir insanlık kalitesi, bir erdem donanımı halinde özümseyebilseydik.

Hocalar, sevgili hocalar siz sahip çıkmıyorsanız kim sahip çıkacak bu problemlerin çözümüne?