PKK"nın siyasîleşmesinden çok, siyasetin PKK"laşmasından endişe edilmeli

Selâhaddin Çakırgil

PKK"nın siyasîleşmesinden çok, siyasetin PKK"laşmasından endişe edilmeli

Meclis"te yemin mes"elesi..

Meclis"te yapılan yemin komik bir dayatma olmanın ötesinde, bir formalite..

Bir avuçcuk olan, ancak, ülke ve halka 80 küsur yıldır tahakküm eden ve Derin Devlet"i temsil eden gerçek kemalist/laikler dışında hemen herkes, bu yemini de, onu içinde yer aldığı anayasanın hükümlerini de kendilerinin ve ideolojilerinin halkımıza zorla kabul ettirilmesi ve halkın bu zorbalar ve zorbalık karşısında başeğmesini sağlamaya yönelik bir dayatma ve yerine getirilmesi gerekli bir formalite olarak görüyor.. Tiyatroya girerken, kapıda gösterilmesi gereken bilet gibi.. İçerde oynanan oyunla bu bilet arasında başka bir bağ yok..

Ne dediğini bilerek, muhtevasını kabullenerek yapılırsa, o gibi kimseler o zorbalık potasında erimiş, o zorbalarla aynîleşmiş olur. Bunu bir mecburiyet olarak kabul edenlerin durumu ise biraz farklı olabilir; en azından, hile, ikrah ve cebren bir yemin etme durumu olduğunu düşünür ve muhtevasını da, şeklini de içinden reddedebilir.. Keza, mevzu"u bâtıl ve geçersiz olan bir konuda yapılan yeminin de bir bağlayıcılığının olmadığı düşünebilir..

Bilindiği üzere, bu seçimde, ortaya çıkan tabloda bir değişiklik vardı.. 6"sı (BDP destekli) bağımsız olmak üzere, bir emekli korgeneral MHP listesinden, bir gazeteci ile bir tıb profesörü de CHP listesinden olmak üzere 9 kişi,  (BDP destekliler) KCK dâvasından;  (MHP ve CHP destekli) 3 isim de Ergenekon Yargılaması"ndan dolayı içerde bulunuyorlardı.. Ve bu tutuklu kişiler, seçilmiş olmalarına rağmen,  kendilerini yargılayan mahkemelerce serbest bırakılmadılar.. Seçilmiş olmak, tutuklu sanıkların bırakılmasını mutlaka gerekli mi kılar ve kılmalıdır?

Bu noktada mevcud kanun düzenlemelerinde bir boşluk olduğu görülüyor.. Çünkü, kişi aday olduğu veya gösterildiği zaman, Yüksek Seçim Kurulu onun adaylık müracaatının geçerli olduğunu kabul ediyor.. Ama, seçildikten sonra, mahkeme onu serbest bırakmıyabiliyor.. O  halde, kişi aday olduğu veya gösterildiği zaman; ya bizzat,  ya da YSK aracılığıyla, yargılayan mahkemeye başvurularak, tutuklu kişileri seçilmeleri halinde serbest bırakılıp bırakılmayacakları sorulabilmelidir.. Belki o zaman şimdiki gibi bir kanûnî karmaşa yaşanmaz.. Ayrıca, YSK"nın da diğer yargı organlarının da hatalarından veya sebebiyet verdikleri bu gibi sosyal rahatsızlıklardan dolayı sorgulanması, yargılanması, hesaba çekilmesi gerekir.. Ama, modern devlet yapılanmaları açısından üç temel kuvvet olarak kabul edilenlerden kanun yapma / yasama organını, halk tarafından seçimlerde cezalandırılabilmekte; icra/ yürütme / hükûmet organı daha büyük denetim ve yargılama tehdidi altında olabilmekte, yargılamalara maruz kalabilmekte; ama, bir diğer aslî güç olan Yargı gücü, kendi içindeki kontrol mekanizmasının dışında, murakebe edilememekte, denetlenememekte..

Bu da, onun bağımsız yargı anlayışının bizzat bu güç tarafından başıboş ve sorumsuz yargı gibi anlaşılmasına, algılanmasına yol açmaktadır. 

Seçim sonrasında Yargı erkinin sebeb olduğu karmaşa yüzünden, BDP, halkın iradesiyle seçilenlerin serbest bırakılmaması durumunda Meclis çalışmalarına katılmayacaklarını, CHP ise, yemin etmiyeceklerini açıklamışlardı..

Sonunda CHP boyun eğdi.. Halbuki, CHP, Genel Başkan Kılıçdaroğlu"nun ağzından gaayet net olarak, iki arkadaşlarının yemin etmek üzere Meclis"e gelmeleri sağlanmadıkça, yemin etmiyeceklerini, AK Parti"nin de kendi iradelerine boyun eğeceğini bir aya yakın zamandır, devamlı tekrarlıyordu..  "Biz arkadaşlarımızı satmayız; m. vekili olarak doğmadık, gerekirse 4 yıl da direniriz diyenler, AK Parti diz çökecek, bize yalvaracak.." diyen,  Kılıçdaroğlu ve arkadaşları, bu açıklamalarında daha fazla direnemediler ve  Tayyîb Erdoğan"ın Simav"da yaptığı konuşmada "tükürdüklerini yalayacaklar.." şeklindeki sözlerine teslim oldular..

Sonunda yemin edecektiniz, bu haltı niye karıştırdınız?

Şimdi Kılıçdaroğlu kendi durumunu, liderliğini kurtarmaya çalışıyor.. Başlangıçta, tıpkı Kılıçdaroğlu gibi davranıp, "yemin etmeyi içime sindiremiyorum" diyen Deniz Baykal"ın, iki hafta sonra, Kılıçdaroğlu"yla görüşmesinde "Yemin etmek zorundayız, yoksa bunun altında kalırız, bugünkü durumda AK Parti yüzde 60"a dayanırken, biz eriyoruz.. AK Parti, bizim kendi hatamızdan dolayı ortaya çıkan sıkıntılı durumdan bizi kurtarmak için niye çaba harcasın? Yemin etmiyeceğiz şeklindeki sözlerimizi sürdürürsek,  kendi sözlerimizin esiri durumuna düşeriz.."  gibi laflar ettiği açıklandığına göre..  

Anlaşılıyor ki, Kılıçdaroğlu, bir taraftan m.vekillerinin baskısı, bir taraftan da Baykal"ın kendisine tuzak hazırlayacağı korkusundan dolayı, iki hafta sonra, teslim oldu..

Halbuki, Kılıçdaroğlu"nu, Suheyl Batum gibi anayasa prof."u olan yardımcıları, "Biz  Meclis"te olmazsak, Meclis kilitlenir, AK Parti CHP"ye yalvarır.." diye yanıltmışlardı..

Hiç de öyle olmadı, Meclis"in çalışmasına engel bir kanunî durum yoktu..

Şimdi, Meclis"e girmeyeceklerini, boykot uygulayacaklarını söyleyen BDP"liler de yemin etmenin yollarını arıyorlar.. Çünkü, o yemini etmedikçe, Meclis çalışmalarına katılmaları mümkün değil.. Halbuki, seçimlere BDP desteğindeki bu bağımsız adaylar da, Meclis çalışmalarına katılmak, alınacak kararlarda etkili olabilmik için girmişlerdi.. Yani, şimdi katılmamakla, kendi hedeflerini kendi elleriyle geçersiz kılmaya çalışıyor gibi bir duruma düşüyorlar..

*

Tayyîb Erdoğan"ın Hükûmet Proğramı"nı okurken ve keza proğram müzakereleri sırasında sergilediği performans, medyanın da genel olarak dikkatini çekti.. Hattâ o kadar ki, Devlet Bahçeli bile, muhtevası üzerindeki bazı eleştirileri ollsa bile, proğramın okunuş şeklinin güzel olduğunu beyan etmekten kendisini alamadı.. Kezâ, Hükûmet Proğramı"nı eleştirmek bâbında Kılıçdaroğlu"nun yaptığı konuşma da, eski hırçınlıklardan ayıklanmış, yelkenler indirilmiş gibiydi.. Hattâ, bazı olumlu öneriler de dile getirmişti..  Bu da, Hükûmet Proğramı"nın iyi hazırlanmasına bağlanıyordu..

Bu proğramın, tatbikata konulacağı veya bir iyiniyet manzumesi olarak mı kalacağı hususunda ise, Erdoğan Hükûmeti"nin geçmişteki vaadlerini büyük çapta uygulamaya koymaktaki başarıyla birlikte ele alınabilir..

Ama, Tayyîb Erdoğan ve AK Parti sözcülerinin bu proğram müzakereleri sırasında da, zaman zaman hattâ, sözün gelişi içinde hiç mantıkî bir gereği bile yokken, M. Kemal ismine sığınmaları, zihinlerindeki kelepçelerden kurtulamadıkları ve o kelepçelerden meded umdukları gibi bir görüntüyü de ortaya çıkarıyordu..

*

Bu arada, Erdoğan"ın, AK Parti Meclis Grubu"nda 12 Temmuz yaptığı konuşmada, yaklaşan Ramazan"a işaret etmesi ve m.vekillerine, "zengin iftar sofralarına gitmemeleri, fukara sofralarına gitmeleri ve ve o insanların ihtiyaçlarını belirlemeleri, bereketin orada olduğu, kimsesizlerin kimsesi olmak mevkıini böyle elde edebilecekleri ve kendisinin o zengin iftar sofralarına gitmediği ve bunu partisinin bütün m.vekillerinden de beklediği", yönünde yaptığı hatırlatma da ilginçti..

Keza, Dışişleri Bakanı Ahmed Davudoğlu"nun da, Ramazan"da, Türkiye"nin savaşın ağır şartları altında perişan olan Libya"da birçok Büyükşehir Belediyeleri"nin Ramazan Çadırları kurup halka hizmet vereceğini açıklaması; keza, Ramazan"ı bir fırsat bilerek, Suriye"de de sosyal bünyeyi kardeşlik duygularıyla ve merhametle sağlığına kavuşturmak için daha yoğun çalışmalar yapılabileceğini hatırlatması da ilginçti..

Evet, sosyal mes"eleleri çözmek için, müslüman toplumlarda birçok sosyo-psikolojik dinamikler mevcuddur ve materyalist ve komünist toplumlar bu avantajlardan mahrumdurlar.. Çünkü, onların sosyal düzenlemelerinde, insanın sadece dış dünyasına teşvik ve sınırlamalar getirilir.. İslam ise, müslüman kişi ve toplumları kalblerinden etkiler.. Bu büyük imkanın nasıl etkili olduğunu da ayrıca belirtmeye gerek yok..

*

BDP veya PKK kürd halkının tamamının tek temsilcisi mi?

BDP, seçimlere yüzde 10 barajını aşabilmek için bağımsız adaylarla girip, önceden tahmin ettikleri üzere, 35 m.vekili çıkardılar..

Bu bağımsız m.vekilliği yolunu BDP"nin çok akıllıca kullandığı açık..

Ülkenin okuma-yazma durumunun en düşük olduğu sanılan bir bölgede, BDP, bu kadar disiplinli bir oy kullanmayla, o kadar m.vekilini çıkarırken..

Ergenekon ve Balyoz dâvalarının sanıklarından, I. Ordu"nun eski komutanlarından Çetin Doğan ile, gazeteci T. Özkan"ın bağımsız aday oldukları İstanbul"daki seçmenlerinin onbinlerce oylarının ibtaline yol açacak şekilde kullanılması ilginçtir..

Ama, BDP"nin kendisini, TC vatandaşı olan bütün kürdlerin temsilcisi gibi göstermek yolundaki taktikleri onları, her gün daha bir radikal tavırlara ve sokaktaki insanların taleblerine göre politika belirlemeye yöneltiyor..

Ne var ki, BDP / PKK"nın kendilerini bütün kürd halkının tek temsilcisi imiş gibi göstermeye çalışmaları temel bir yanlış.. Nasıl ki, türk kavmiyetçiliğinin 40 yıllık en büyük siyasî organizasyonu kabul edilen MHP ile TC rejiminin ordusunun türk kavmini temsil eden bir güç odağı olarak kabul etmek, hiç bir gerçeğe yansıtmıyorsa, BDP/ PKK için de durum aynı.. Buna rağmen, onların bu ididayı sürdürmek isteyecekleri ve bir süre daha koruyabilecekleri anlaşılıyor..

Bir defa, şu vakıayı görmek gerekir ki, Türkiye, İran, Irak ve Suriye başta olmak üzere, çeşitli ülkelerde yaşayan kürd halkının bugün 30 milyondan fazla olduğu düşünüldüğüne göre, hele de Birinci Dünya Savaşı"ndan sonra Ortadoğu"da daha bir gündeme getirilen "ulus-devlet"  teorisinin pençesinden kurtulmadıkça, o teori tekmelenmedikçe ve kavim adlarına göre kurulmuş devletler oldukça, kürd halkı adına da bir devlet kurmak hayali hep olacaktır..

Ki, Irak ve Suriye"de daha son zamanlara kadar, kürd halkı, diğer kavimlerden tecrid edilmişcesine ve o ülkelerin içinde serbestçe dolaşım hakkına bile sahib değildiler.. İran"da ise, asırlar boyu süren Şahlık döneminde, Kürdistan eyaletinde pek çok ayaklanmalar olmuş, ama bir ayrı devlet yönetimi ve mekanizması olarak ortaya çıkamamıştı.. Ancak, İkinci Dünya Savaşı sırasında, başşlangıçta Hitler Almanyası ile birlikte hareket eden Stalin Sovyet Rusyası"nın uzlaşması, Hitler Ordularını"nın Sovyetler"e saldırması ile son bulunca.. Stalin artık, Amerika ve İngiltere"nin başını çektiği Müttefik Cebhe"ye bağlanıyor  ve bu sırada İngiltere güçleri İran"a girince, Sovyet Rus güçleri de İran"a giriyor ve Hazar Denizi  kıyılarına ve Azerbaycan eyaletine hâkim oluyordu. İşte o hengamede, Sovyet Rusya, İran Azerbaycanı"nda, yerli komünist güçlerin öncülüğünde kendisine bağlı bir Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti diye anılan bir devlet urmuştu.. Bunu, Ocak-1946"da, Sovyet Rusya"nın yardımıyla, başkenti Batı İran"da Mahâbâd olan ve Qazî (Kadı) Muhammed liderliğinde bir Kürd Devleti takib etmişti.. Ama, bu devlet ancak bir yıl yaşayabilecek, Ocak -1947"de İran devleti tarafından yıkılıp, Gazi Muhammed ve arkadaşlarının idâmıyla tarih sahnesinden silinecek; Qazî Muhammed"in yakınındeki etkili isimlerden Molla Mustafa Barzanî ise, Sovyetler"e geçecek ve ileride mücadelesini yine sürdürmeye çalışacaktı..

Şahlık İranı, daha sonra Azerbayca"da kurulan devlete de son verecekti, sırtını İngiltere ve Amerika"ya dayayarak ve bu duruma Stalin Sovyetleri etkili bir tepki veremiyecekti..

O zamandan beri de, azerîler arasında bir bağımsız devlet ideali hep olduğu gibi, bir Kürd Devleti ideali de hep olmuştu.. Üstelik, tarihte başka ufak çaplı ve fazla etkili olamamış bazı örnekleri olsa bile, son yüzyıllar içinde Kürd Devleti adıyla kurulan ilk ve tek örnek idi bu..

*

İran"da 1979 başında gerçekleşen İslam İnqılabı"ndan sonra da, Kürdistan eyaletinde çok büyük çaplı ayrılıkçı isyan hareketleri meydana gelmiş ve bunlar ancak yıllarca sonra bastırılabilmişti.. Ancak, İslam İnqılabı"nın yaptığı bazı düzenlemeler bütünüyle hayata geçirilememiş olsa bile, yine de, geçmişe göre nisbeten daha  etkin ve yaygın ıslah hareketleri, ayrılıkçı hareketleri geçmişe göre epeyce etkisiz hale getirmişti..

Nitekim, bugün, İran İslam Cumhuriyeti Anayasası"nda farsça resmî ve ortak dil olmak şarntıyla, her kavmin kendi ana dilinde eğitim ve yayın yapma hakkı bile, henüz uygulamaya bütünüyle konulamamış olsa bile, tanınmıştır.

Ama, İran"da kürd halkının hakları, diğer etnisitelerin, diğer kavimlerin haklarından daha geri bir noktada değildir ve Irak ve Suriye"deki kürdlerin durumuyla kıyaslanmıyacak derecede ileri seviyededir.

Türkiye"de ise, kürd halkı, diğer ülkelerdeki kürdlere nisbetle toplumun bünyesi ile kaynaşmıştı.. Ama, kanunî haklar açısından ise.. Osmanlı"nın dağılmasından hemen sonra, 1925"lerden itibaren, kürd kavmi bir anda yok sayılıvermişti.. Halbuki, Osmanlı"nın asırlarca tabiî olarak var olan onlarca kavimden birisi de "kürd" kavminden olan halk idi.. 

Yeni sosyal yapı içinde, kürd halkından insanlar toplum içinde her yerde var idiler, ama, kürd olarak değil.. Daha da tahrik edici olanı, Osmanlı"nın enkazı üzerinde, savaşın hâkim güçlerinin planlamalarına göre kurulan yığınla devletlerden birisi olan TC"de resmî-sosyal hayat içinde, herkesin kendisine ancak "türk" diyerek yer alabilmesi durumuydu..

Eğer kimse kendisini şu veya bu kavme nisbet ederek tanımlamasaydı, problem belki de bu kadar kökleşmeyebilirdi.. Ama, herkes, kendisini ancak "türk" olarak isimlendirmesi ve M. Kemal ve İsmet Paşa"ların ağzından açıkça beyan edildiği üzere, "türk olmayanların hakkının ancak hizmetçilik olduğu"  şeklindeki görüşleri, sosyal bünyenin içine etkisi uzun sürecek bir mikrobu da şırıngalıyordu.. Yani, tam bir ırkçı, faşist anlayış..

Böylesine baskıların, aşağılanmaların, dışlanmaların, insanların ve kavimlerin tabiî haklarını reddedişlerin elbette ki bir aksülameli, tepkisi de olacaktı..

Müslüman coğrafyalarında kavimlerin taşıyan devletler olduğu müddetçe, "kürd devleti" idealinin yaşamasına da şaşılmamalıdır!

Bugün sahnede olan BDP/ PKK, DTK, KCK veya daha yığınla gizli-açık veya yedek oluşumlar, temelde hep o tepkinin ve bir başka kavmin üstünlüğü altına sığınmaksızın, kendileri olarak yaşamak emelinin sonucu olarak sahnededir..

Arab, türk vs.  kavimler, etnik unsurlar adına kurulmuş devletler olduğu müddtetçe, kürd devleti kurmak ideali de hep olacaktır.. çünkü onların ismi , kürd kavminden olanlara da, keşke benim adıma da bir devlet olsa diyecektir, kaçınılmaz olarak..

Ama, kürd kitlelerinin yaşadığı coğrafyalar açısından böyle bir şey ne kadar mümkündür?

Birinci Dünya Savaşı öncesinde, kürdlerin bir kısmı İran"da yaşıyordu, büyük kısmı ise, osmanlı topraklarında.. Osmanlı"nın çökmesi / çökertilmesinden sonra, şimdi ise, Türkiye, Irak, İran ve Suriye olmak üzere dört ülkede yaşıyor bu halk.. Diğer ülkelerde, Kafkaslar"da, Lübnan"da, hattâ Afganistanda bile bir kısım kürd kitleleri yaşıyor olsa bile, buralardaki  kürdlerin sayısı, bu dört ülkedeki rakamlara göre çok küçüktür..

Ve tarihte, İran ve Osmanlı"nın uzun asırlar barış içinde yaşamış olmaları hasebiyle, kürd halkının durumu da iki ülke arasında bir problem oluşturmuyordu.. Ama, bugün, bu dört ülkeden birinde bağımsızlığı esas alan bir kalkışma gerçekleşecek olsa, bu, diğer üç ülkeyi de derinden etkileyeceğinden, hattâ bütün bu ülkelerin ortak hareket etmesi veya herbirinin bir diğeriyle boğuşması gibi kanlı tablolar ortaya çıkabilir.. Esasen, Ortadoğu"nun Osmanlı sonrasındaki tanzim eden emperyalist güç odakları, bu bölgeye her zaman diledikleri gibi müdahale edebilmek için nice tuzaklar hazırlamışlardır ve bölge daima bir saatli bomba durumu sergilemektedir..

Ayrıca, Ortadoğu coğrafyalarında son 7-8 aydır meydana gelen büyük sosyal ayaklanma hareketelerini ve uluslararası emperyalist güç odaklarının bu karışıklıkları yatıştırma adına daha bir tahrik edip, sonra da, sahnneye kurtarıcı olarak çıkma çabaları..

Aynı durumun, Türkiye"de de tekrarlanabileceğini tedaî ettirecek/ çağrıştıracak şekilde, ve en başta da, o hareket içinde düne kadar en mâkul isimlerden sayılan Ahmet Türk"ün bile benimsediği bir dil ile tehdid  ve iç-savaş çığırtkanlığı boyutlarına vardırıldığı görülmekte;  BDP sözcüleri veya m. vekilleri, "eğer mevcud  problemlere çözüm bulunmazsa, durumun çok vahîm olacağı, alışılmamış yöntem ve çözüm yollarına başvurulacağı"  tehdidini sık sık  dile getirmektedirler..

Bu açıdan, PKK"nın siyasallaşmasından çok, siyasetin PKK"lılaşacağından endişe edilmelidir..

Hattâ, bu konuda düne kadar, müslüman kimliğiyle bilinen Altan Tan"ın, hem seçim öncesinde, hem seçim sonrasında geliştirdiği tahrikçi dil, onu tanıyanları şaşırtmıştır.. Tan, m.vekili seçildikten sonra da, kavmiyetçi tahrikçilik uslûbunu tercih ve hattâ, ekranlardan, "Ankara"ya gittiğimizde onların başına  o Meclis"i yıkarız.."  gibi kabadayılık lafları ederken, mes"eleyi türkler ve kürdler diye ortaya koyması ve ülkemizdeki rejim sanki türk kavminin hür iradesince kurulmuş gibi bir görüntüye âlet olması ve sonra da, kendisi gibiler en kavmiyetçi lafları ederken, ülkedeki diğer etnik unsurları, ümmetçi bir anlayışa çağırması, ilk planda  güzel gibi gözükse bile, kendisinin nasıl çelişkili bir halet-i ruhiye içinde olduğunu düşündürtmektedir.. Umarız ki, kendisinde bir güç vehmettiren o duygularından sıyrılır ve kendi kalbindeki aslî dünyaya döner ve 75 milyonluk bir ülkede, tek ve en büyük problemin sadece kavmiyetçilik mes"elesi olmadığını; kim olursa olsun, yumruk veya silah göstererek, karşı tarafa dostluk eli uzatamıyacağını görür..

*

Şeyh Saîd"i düne kadar "gerici" sayanların

şimdiki aşkını nasıl izah etmeli?

Bu arada, 1925"de Diyarbekr ve çevresinde M. Kemal rejimine karşı sergilenen büyük qıyâm"ının lideri Şeyh Said"i  PKK çevreleri ve yayın organları, bu zamana kadar, tıpkı kemalist-laik rejim gibi, "gerici, dinci, anti-demokratik" olarak tanımladı. Kemalizm ise, -tabiatiyle- "ilerici" idi..  Hatta, M. Kemal"in, demokrasiyi Şeyh Said yüzünden gerçekleştiremediği ileri sürüldü.. Bu gibi ağır suçlamalar daima varken; şimdi, onu, idâmının 86. yıldönümü münasebetiyle 29 Haziran günü yapılan konuşmalarda benimser bir tavır takınması, ilginç bir gelişme olarak kaydedilmelidir..

Nitekim, o gün, Diyarbekir Bel. Başkanı O. Baydemir, Şeyh Saîd"in mezarının bulunması için çalışılmasını bile istedi..

Hatırlayalım ki, M. Kemal"in korkunç yönteminde, onun rejimine karşı çıkanlar sadece öldürülmekle kalmıyor, kanun adına, idâm adı altında katledilenler, onların cesedlerini yaktırıyor veya başka yollarla yok ettiriyordu.. Bunun için de Şeyh Saîd"in ve arkadaşlarının cenazeleri yokedildiği gibi, 1937"deki Dersim Hadisesi"nde de, o kalkışma hareketinin lideri olan Seyyid Rızâ"nın yaşı 80 küsurdan 54"e, oğlunun yaşı da 17"den 23"e bir emirle, Mahkeme"ce büyütülüp idâm ediliyor ve cesedleri de yakılıyordu, öteki idâm edilenlerin cesedleriyle birlikte..

Onlardan da geriye, hiçbir maddî şey bıraktırmayan M. Kemal"den ise, geriye bir mumyalı cesed kaldı.. O cesedin üzerine, kocaman bir tapınak gibi kurulan bir kabir ise, kemalist-laik rejim tarafından "laik kutsallığa" sarmalanıp, bir "laik türbe"ye dönüştürülerek, bütün devlet kurumları ve kamu kuruluşları, hemen her vesileyle ve görünmeyen bir el aracığılıyla orayı defalarca ziyarete zorlanıyorlar.. Ülkemiz ve halkımız bu ilkellikten, ne yazık ki hâlâ da kurtarılamadı.. ..

Kemalist rejimin o korkunç faşist uygulamasının, Mart -1960"da vefat eden Said Nursî"nin cesedinin, iki ay sonra gerçekleşen 27 Mayıs Askerî Darbesi"nden hemen sonra, bir gece Urfa"daki mezarından çıkarılıp, uçakla bilinmeyen bir yere götürülmesi - yokedilmesi şeklinde tekrarlandığını da hatırlayalım.. (Ki, o dönemin darbeci generallerinden F. Güventürk"ün, o cesedi uçaktan Akdeniz"e attıklarını kendisine söylediğini, M. Bardakçı, Haziran-1011"de, HT"deki bir tv.  proğramında söylemiştir..)

Şimdi, PKK çevrelerinin kürd halkının mayasını derinden etkileyen İslam inancına ve müslümanların içinden yetişmiş müslüman şahsiyetlere, geçmişteki gibi ateist yorumlar yerine, daha farklı bir yaklaşım göstermek istemesini nasıl yorumlamalıdır? Bir temel anlayış değişikliği mi sözkonusudur; yoksa, hedefe varmak için her araç ve yol mübahtır, anlayışınca hareket eden kemalistler gibi bir taktik kurnazlık mı?

Onların bu yeni tavırlarına da, kemalistlere yaklaşıldığı gibi yaklaşmak gerekiyor, herhalde..

 

haksöz