Peygamber devesi

Abdurrahman Dilipak

Allah, doğanı öldürür. Ölenler dirilecektir. Her gecenin bir sabahı olduğu gibi, her gündüzün bir gecesi vardır. Dağların çıkışı olduğu gibi inişi de vardır. Mevsimler birbirini kovalar. Ve Allah dünyayı bu minval üzere evirir, çevirir. Servet ve iktidarı halklar ve ülkeler arasında döndürür durur.

Bunun istisnası yok. O, bizi mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir. Hz. Yusuf ya da Hz. Eyyübörneğinde olduğu gibi.

Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde hayır murat etmiş olabilir de Allah. Bize düşen ise, her halukârda sabreden, şükreden ve direnen bir kul olmaktır. Hak merkezli düşünmektir. Allah’ın rızasının tecelli ettiği yönde, korkmadan ve iki günü birbirine eş olmayacak şekilde ilerlemektir.

Aşağıda anlatacağım şeyler, takım tutan taraftarlar, işadamları, politikacılar, bürokratlar için ders alsın.

Bunlar okuyup durduğumuz, sonra da “amenna ve saddakna” dediğimiz, galu beladaki misakta kabul ettiğimiz, o kitaptan alınan hükümlerdir. Ve unutmayalım ki, Allah cahil, zalim ve fasıklara yardım etmeyecektir. Biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmedikçe O bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir. Biz O’nun ipini bırakırsak, O da bizim ipimizi bırakacaktır.

Bir arkadaş şu hadisi göndermiş bu konuyla ilgili: Medine’de heyecan ve coşkunun zirvede olduğu zamanlardan biriydi. Allah Rasûlü (sav)’nün dişi binek devesi Adba ile bir bedevinin genç yük devesi yarışacaktı. O güne dek Adba’yı geçebilen hiçbir deve olmamıştı. Ashab bu yarışta da aksinin olacağını düşünmüyordu. Derken yarış başladı. Bir müddet sonra bedevinin devesi Adba’yı geçti. Kimsenin aklına gelmezdi Hz. Peygamber’in devesinin yenileceği. Bu durum Müslümanların gücüne gitti. “Adba yenildi” dediler. Ashabının şaşkınlığına rağmen Allah Rasûlü (sav) bu durumu gayet tabii karşılamıştı, üzülmeye gerek yoktu. Zira her kemalin bir zevali vardı. Şöyle dedi Allah’ın Elçisi: “Dünyada yükselttiği her şeyi geri indirmek Allah’ın bir kanunudur!” (Buhari, Cihad,59, Rikak,38) Diyanet Dergi, 2013’de ayrıca “Aldatıcı metadan başka bir şey olmayan” (Âl-i İmran,3/185) “dünya hayatısakın sizi aldatmasın” (Fatır, 35/5) her canlı gibi ölümü tadacaktır. (Âl-i İmran,3/185) Dünya nimetleri ile Allah katındakiler arasında seçim yapması hususunda serbest bırakıldığı zaman Allah katındakileri seçen (Müslim, Fedailü’s-Sahabe,2) ve “kul peygamber” olmayı “kral peygamber” olmaya tercih eden (İbn Hanbel,2,230) Allah Rasûlü (sav), ashabını da mütevazı olmaya teşvik etmiştir. “Allah bana, mütevazı olup birbirinize karşı övünmemenizi ve birbirinize karşı haddi aşan davranışlarda bulunmamanızı vahyetti” (Müslim, Cennet,64) buyurarak dünyadaki geçici üstünlüklerin övünç ve kibir vesilesi yapılmamasını istemiştir. Allah katında sivrisineğin kanadı kadar bile değeri bulunmayan dünyada (Tirmizi, Zühd,13) kimsesiz bir garip gibi yahut bir yolcu gibi olmayı (Buhari,Rikak,3) ve dünyevi isteklerde mutedil davranmayı tavsiye etmiştir. (İbn Mace, Ticaret,2)

Bazıları  hem zulmeder, hem de uzun süre o hal üzre işlerine devam edebilir. Allah onlara mühlet verir. Onlara direnenler cenneti hak eder, onlar ise bu mühlet süresinde daha fazla zulmederler ve sonuçta ziyadesiyle gazabı ve cezayı hak eder. Zalim hükümdarlar karşısında hakkı söylemek cihadtır.

Allah birilerine servet ve iktidar verir de onlar şükretmez, bunu, Karun örneğinde olduğu gibi kendinden bilip de kibirlenir, helali-haramı gözetmez ise bu dünyada gün gelir zelil olur ve ahirette de varacağı yer cehennemdir. “Kimin de kitâbı arkasından verilirse, derhâl yok olmayı isteyecek; alevli ateşe girecektir. Zîrâ o, (dünyâda) âilesi içinde (mal-mülk, makam sebebiyle) şımarmıştı. O, hâlinin hiçbir zaman değişmeyeceğini ve Rabbinin huzûrunda hesâba çekilmeyeceğini sanmıştı.” (el-İnşikâk, 10-14). Şimdi kafamızı iki elimizin arasına alalım ve düşünerek okuyalım “Kârun, Mûsâ’nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allâh şımarıkları sevmez. Allâh’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasîbini unutma. Allâh sana ihsân ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allâh, bozguncuları sevmez. Kârun ise: “–O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sâyesinde verildi” demişti. Bilmiyor muydu ki Allâh, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz (Allâh onların gösterdikleri ve gizledikleri de dahil hepsini bilir). Derken Kârun, ihtişâmı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünyâ hayatını arzulayanlar: “–Keşke Kârun’a verilenin bir benzeri bize de verilseydi; doğrusu o çok şanslı!” dediler. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: “–Yazıklar olsun size! Îmân edip sâlih ameller işleyenler için Allâh’ın mükâfâtı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.” Nihâyet Biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allâh’a karşı kendisine yardım edecek avenesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.” (el-Kasas, 76-81). 

Allah kimilerini kimilerinin başına bela ederek, onların yeryüzünde, kibirle ve başıboş bir şekilde dolaşıp, “yeryüzünü ıslah ediyoruz” diye fesada verenleri / bozgunculuk yapanları engeller. Bilirlerse bu bazı gerçeklerin farkına varmaları açısından kendileri için daha iyidir. Belki bu vesile ile düşünür, akleder, tevbe ederler, gittikleri yanlış yoldan geri dönerler.

Rabbim, bize Hakkı Hak, batılı batıl göster. Hak’da toplanmamızı nasib et. Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil. Bizi rızanın tecellisinin vesilesi kıl. Sana şükürler olsun, Biz Senden razıyız, yeter ki Sen bizden razı ol! Sen bizi sabreden, şükreden ve direnenlerden bulacaksın. Bizi bağışla! Selâm ve dua ile.