‘Partili’liğin geldiği dramatik nokta

Ahmet Taşgetiren

Bakıyorum da Cumhurbaşkanı Erdoğan “Partili hüviyeti”ni epeyce içselleştirmiş görünüyor. Bu, “Cumhur”u dikkate alarak değil, parti çıkarlarını dikkate alarak iş tutma anlamına geliyor.

Ben başından beri “partili cumhurbaşkanı” statüsüne karşı çıktım. Bu statünün Cumhurbaşkanı’nın milletin birliğini temsil özelliğini yaralayacağını, bizde, kıran kırana geçen siyasi mücadeleler içinde taraf haline getireceğini, evet bir kesimin onu sahipleneceğini ama bir başka kesimin de ona tepki göstereceğini yazdım hep.

Tayyip Erdoğan da özellikle “partili” statüsünde ısrar etti. Muhtemel ki rahmetli Özal’ın Cumhurbaşkanı seçildikten sonra “partiyi kaybetme sendromu” etkili oldu.

Acaba partisi içinden de “partili”liğe yönelik itirazları hiç önemsemedi mi? Ya da yapılan eleştirilere nasıl baktı?

Sanıyorum, “alışılır” diye düşündü. Ya da “partiye egemen olma”yı hayati önemde buldu.
Alışıldı mı?

İki olay var: Birisi 7 Haziran 2015 seçimleri öncesidir. Bu seçim öncesinde “partili” hüviyeti ile meydanlara çıktı, eleştiri aldı ve Ak Parti’nin oyları tek başına iktidar olamayacak seviyeye indi. Sonra seçimler yenilendi, 7 Haziran – 1 Kasım arasında meydanlara çıkmadı ve oylar yeniden yüzde 49 küsura yükseldi. O zaman Tayyip Bey’e söylendi bu.

İkinci olay 2019 İstanbul yerel seçimleridir. Hem ilk seçimde hem ikinci seçimde Erdoğan’ın “Cumhurbaşkanı sıfatı” ile Binali Yıldırım ve tabii Ak Parti adayı için ilçe ilçe dolaşmasıdır ve sonunda ortaya “İstanbul hezimeti” çıkmıştır.

Ak Parti cenahında, “İstanbul’un kaybı” ile Erdoğan’ın meydanlarda boy göstermesi arasında bir alaka kurulabilmiş midir, buna cesaret edilebilmiş midir demeliyim, sanmıyorum. Ben Erdoğan’ın liderlik yöntemine baktığımda bunun cesaret meselesi olduğunu düşünüyorum.

Süreç devam ediyor. Cumhurbaşkanı içerde çok açık “parti siyaseti” yapıyor. Diğer parti liderleri ile (mesela Kılıçdaroğlu ile) en ağır üslupta tartışıyor, diğer partilerin içine yönelik (mesela İyi Parti’ye yönelik) ayrıştırıcı hamleler yapıyor, “siyasi çıkar” gerektirdiğinde ilkelerin ıskalanabileceği (mesela Kandil’in uzantısı gördüğü HDP ile parti politikası gereği Meclis’te diyaloga göz yumuyor) tavırlara giriyor, “devlet politikaları” diye nitelenebilecek alanlarda parti hesabı öne geçiyor. İçişleri Bakanının şahsında İçişleri Bakanlığının, yukardan etkilerle Yargı’nın operasyonlar içinde rol alması siyaseten de ahlaken de kabul edilebilir şeyler değildir. Bu hassasiyetle, Diyanet’in de siyasi kamplaşmanın uzantısı haline getirilmesi en büyük zararı toplumun din ile ilişkisine verecektir. Bu alanlar da Cumhurbaşkanının “partili -partici” tutumuyla enfekte olan alanlardır.

Bunlar da ona yönelik toplumsal desteği parti çapına, bilemediniz partilerin birbirine eli mahkûm statüsü gereği Cumhur İttifakı çapına indiriyor. Şu anda diyelim Ak Parti’nin oy oranı yüzde 30 civarında, MHP’ninki yüzde 7-8 civarında, toplam oy da yüzde 40 civarında dolaşıyor.

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olurken ulaşmak istediği oy oranı bu muydu? “Milletin birliği”ni temsil konumundaki Cumhurbaşkanı, toplumun yüzde 60’ının tepki göstereceği bir profil olmayı mı tasarlamıştı?

Öteden beri Türkiye’de sosyal – siyasi ayrışmanın yüzde 65 – 35 şeklinde olduğu ifade edilir. Büyük kesim, muhafazakâr – milliyetçi oy dünyasını anlatır.

Bugün gelinen noktada eğer iktidardaki bileşim muhafazakâr – milliyetçi bir nitelik arz ediyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan da onun tepe noktasını sembolize ediyorsa, oradaki oy miktarı yüzde 40’lardadır.

Yani toplumdaki muhafazakâr veya milliyetçi kitlelerin değerler dünyasında dramatik bir değişim olmamışsa, bu kitlelerin önemli bir kısmı Tayyip Erdoğan’ın arkasında değildir. Buradaki dramatik durum bana göre bu toplum kesiminin Cumhurbaşkanlığını da kendilerini temsil ediyor görmemesidir.

En başta Tayyip bey’in “partili” hüviyeti içselleştirmiş gözüktüğünden bahsettim. Bundan, oyların, Cumhurbaşkanına desteğin böyle dramatik seviyelere düşebileceğini de öngörmüş olduğunu mu anlamalıyız?

Bunu böyle tasarladığını sanmıyorum. Ama gelinen nokta budur.

DEĞERLERDE SİYASİ AYRIŞMA TEHLİKESİ

Burada dramatik bir başka konunun, Erdoğan’ın bu çizgisine destek veren muhafazakâr camianın toplumun değerler noktasında da siyasi ayrışmaya göre ayrılma ihtimalini göz ardı etmesidir. Yani toplumda epeyce yoğun bir kesimin “Bunlar muhafazakârsa…” diye başlayan ve kendilerini oradan ayrıştıran cümleler kurmasıdır. Bu cümlenin ucunun nerelere kadar uzanacağını dikkate alan var mıdır bilmem.

Şunu hatırlatmak isterim: Değerler bir kişi ile, bir grupla, parti ile, iktidarla var olmadı, bir gruba indirgenip diğer tüm alanlar “Öteki” hale getirildiğinde değerlere iyilik edilmiş olmaz.

Bir gün gelecek, anayasada doğru bir biçimde milletin birliğini temsil sorumluluğu yüklenen “Cumhurbaşkanlığı”nın “partililik” çerçevesine indirgediğini hayıflanarak değerlendireceğiz.

Oysa hemen yakınımızda “Aliya İzzetbegoviç” gibi “Bizden” bir örnek de vardı. Bosna, içinden nasıl bir “Bilge kral” çıkarabildi? Biz neden binlerce yılın tecrübesi içinden gele gele “partili cumhurbaşkanı”na geldik?