Ortadoğu’nun müslüman halkları, birlik olmaya mecbur değil, mahkûm!

Selâhaddin Çakırgil

Dünya kamuoyu, büyük çapta, 8 Kasım’da yapılacak olan Amerikan Başkanlık seçimlerine çevrilmişken.. Rusya da kendisi için geçmişteki süper-güç politikalarına göre yeni bir alan açmaya çalışır ve bu arada Ortadoğu üzerinde de global entrikalar çevrilirken.. Bu bölgenin bir ayrılmaz parçası olan Türkiye de, bu gelişmelere, üstelik bu bölgenin 500 yıllık tarihî arka-planında birlikte olduğu halklar ve topraklara elbette seyirci kalamaz.

* * * 

Ancak, bu noktada, bu bölgede asırlarca, barış içinde birlikte yaşamış olan  halkların kamuoyunun sağlıklı hazırlanması için dikkatli olunması lâzım..

‘Şurası bizimdi, bizim olacak’gibi ifadeler, kitle psikolojisiaçısından, kalpleri asırlarca birlikte atmış halklar arasında rencide edici ve de etnik, coğrafyacı veya ideolojik farkılılaşmaların daha bir tırmandırıldığı bu çağda, kendi kalemize gol atmak olur. Bu gibi zihin tırmalayıcı sözler yerine, ‘100 yıl öncesine kadar 500 yıl ve daha da öncesinde, aynı inanç potasında asırlarca beraberdik, yine beraber olmalıyız’  diyebilmeliyiz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 22 Ekim günü Bursa’da söylediği ‘Cumhuriyet bizim ilk değil, son devletimizdir. Bu devletin sınırlarını gönüllü olarak kabul etmiş de değiliz’ sözü bu açıdan son derece dikkat çekicidir.

* * * 

Tayyip Bey, Kut-ul’Ammare Zaferi’nin 100. yıldönümü münasebetiyle 29 Nisan 2016’da yaptığı konuşmada da ‘Milletimizin, medeniyetimizin binlerce yıllık tarihini, neredeyse 1919 yılından başlatan bir tarih anlayışını reddediyorum. Her kim ki zaferleriyle ve yenilgileriyle  (...) son 600 yılımızı soyutlayıp eski Türk tarihinden Cumhuriyet’e atlıyorsa; biliniz ki, o kişi milletimizin de, devletimizin de hasmıdır..(...)  Bu coğrafyadaki bin yıllık varlığı boyunca (...)bugün bir kısmı sınırlarımız dışında bulunsa da insanlığın (...) vatanın her karışını kanıyla yoğuran şehit ve gazileri rahmet ve minnetle anıyoruz. Bu vatan kimsenin inayeti değildir. Bu coğrafya, millet olarak bedelini hâlen de ödediğimiz, (...) aslî vatanımızdır.
Ama ülkemizde maalesef, nesillere bu büyük fotoğrafı gösterecek bir tarih anlayışı mevcud değil’ 
 diyordu.

* * * 

Tayyip Bey, cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyası sırasında, devamlı, ‘Ben alışılmış bir cumhurbaşkanı olmayacağım’ derken, belki, halkına, böylesi yeni ufukları göstermek de istiyordu. Çünkü o bugün, -kendi belirlediği bir siyasî çizgi istikametinde-, kemalist-laik dönemin resmî ideolojisinin dışında, tarihle uyumlu bir dünya görüşünün olduğunu bu sözleriyle de ortaya koyuyor.

Evet, bu coğrafyalarda etnik farklılıkları ayrılık düşüncesine zemin oluşturmadan, asırlarca, birlikte yaşadık ve amma, emperyalist güçler bu coğrafyayı 100 yıl öncelerde parça-parça ettiler. Ama bu durum ilanihaye devam edemez.

* * * 

Hatırlayalım, Sovyetler Birliğidağılırken, Kırım, Ukrayna’da kalmıştı. Ama Kırım bir referandum oyunuyla bağımsızlığını ve hemen ardından da Rusya’ya iltihak kararı alıp, Rusya tarafından yutulduğunda.. Putingeçen sene, Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 1991’leri hatırlarken, ‘O zaman Kırım’ın elden çıkışını yutkunarak kabullenmek zorunda kalmıştık.’  demişti.

 * * * 

Şimdi Ortadoğu’nun müslüman halkları da bugünkü coğrafî parçalanmışlığı yutkunarak, nice korkunç sosyo-psikolojiktravmalar yaşayarak kabullenmek zorunda kaldığını hatırlamalı; aynı inanç potasında kaynaşmış halklar olarak, dünya sahnesine bir büyük güç halinde yer almasının gününün geçmekte olduğunu düşünmelidirler. Erdoğan’ın son günlerde tartışmalara konu olan Lozan ve Misâq-ı Millîüzerine söylediklerine de bu açıdan bakmakta fayda var. Çünkü o, ‘Bizim kimsenin toprağında gözümüz yok, ama, bizim gönül coğrafyamızın sınırları ayrıdır’ derken neyi anlatmak istiyor, bu anlaşılmalı..

Bütün dünya müslümanları, hele de, öncelikli olarak Ortadoğu coğrafyasındaki müslüman halklar birlik oluşturmaya mecbur değil, mahkûmlar..

stargazete