''Mutlak butlan'' ve ''kayyum'' üzerine...

Abdurrahman Dilipak

Sumud filosu yoluna devam ediyor. Türkiye’den giden Milletvekilleri geri döndü. Bir çok STK temsilcisi, gönüllü de. İsrail Şam’a saldırdı, Mısır’daki Müslüman kardeşlere yakın derneklere saldırı tehdidinde bulunuyor. Yunanistan ise Girit’teki limanları İsrail gemilerine açtı.

CHP davası bir saatten daha kısa sürdü ve dava 24 Ekim’e ertelendi. CHP yönetimi de yeni olağanüstü kurultay için 25 Ekim tarihine hazırlık yapıyor. Duruşma Cuma, Kongre Cumartesi.

Bu arada Hikmet Çetin de, MHP’yi CHP ile ittifaka ikna etmeye çalışıyor. Mevcut tartışmalar, daha da şiddetlenerek bir ay daha devam edecek. Diploma, İl başkanlığı, ilçe başkanlıkları, delege borsası iddiaları üzerinden taraflar birbirlerine meydan okumaya, parmak sallamaya devam edecek.

Partizanlık öyle bir hal aldı ki, yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet, torpil kimsenin de fazla umurunda değil, bu çevreler için. Parti’nin ideolojisi, kimliği kimsenin umurunda değil sanki. Kemalistler bile bu durumda ne yapacaklarını şaşırdılar. Kemalizm’le Türkiye’yi yöneteceklerini sanıyorlar da, bir partiyi bile yönetemiyorlar sonuçta. Çağdaşlıkları, ilericilikleri buraya kadar. Partizan çevrelerden kimse “Hak yerini bulsun” demiyor, herkes kendini sağlama alma savaşı veriyor. Biz bu işlerle uğraşırken İsrail cinayetlerine ve ilerlemesine, tehditlerine devam ediyor.

Kılıçdaroğlu kararlılığını koruyor. Öte yandan CHP için için kaynamaya devam ediyor.

Neyse biz bu konuya kavramsal açıdan, olgular üzerinden bakmaya çalışalım.

Mutlak Butlan” ne demek? Bu kavram, tartışmasız, şüphe’ye yer bırakmayacak şekilde bir hükmün “batıl”, yani baştan sona yanlış, gerçekleşmiş olsa bile, geçersiz, hükümsüz olduğunu belirtmek için kullanılan hukuk terimi. Buna benzer şekilde kullanılan “keenlem yekun” baştan sona “sanki yok gibi / yok hükmünde” gibi bir anlama gelir.

Batıl aslında dini bir kavram. DİB “İslam ansiklopedisi”ndeki tanım şöyle: “Butlân” sözlükte “boşa gitme, heder ve hebâ olma” anlamına gelir. (A‘râf 118)’ fiil olarak bu anlamında kullanıldığı gibi birçok hadiste hem sözlük hem de terim anlamında kullanıldığı görülür. “Habidat ağmalüküm”a, boşa giden işlere, İlahi hükme uygun olmayan iş ve ibadetlere ve hukukî işleme “bâtıl” denir. “Batıl” aynı zamanda Hukuka/Şeriat’a uygun değil demektir. Bu anlamda bir şey Şeriat’a uygun değilse “Gayri meşru”dur.. Meşru ise Şeriat’a uygunluğu ifade eder.

CHP davasında, daha önceki durum “Şeriata/Hukuka uygun bulunmadığı, Batıl kabul edildiği için”de bir bütün olarak “hiç olmamış gibi” işlem görecektir.

Tabi bu durum, bundan sonrası için de emsal teşkil edecektir.

Aslında bu ayrıntılara girmeden CHP için mutlak butlan kararı da verilebilir. Bir parti, bir kişiye özel olarak onun mal varlığını yönetme yetkisini bir partiye veriyor. Bu durum bir mutlak butlan sebebidir. Çünkü hukuka uygun değildir. Kamu yararı yoktur.

Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri, Atatürk ilke ve inkılablarının bir parti programı olması da aynı şekilde. “Cumhuriyet (Halk) Partisi” diye bir parti olamaz. Bu tek perti adıdır. Hiç kimse “Cumhuriyet Partisi” kuramaz, “Cumhuriyetçi Parti” olabilir.

Bu anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddesi için, “bey, efendi, hacı, hoca, paşa…” sıfatlarının kullanılmasını yasaklayan kanun içinde Mutlak butlan kararı verilmesi gerekir. Uygulaması olmayan bir kanun maddesini değiştiremiyorsunuz ama, hocaları maaşa bağlayıp, insanları nasıl Hacı olacaklarına dair Hac yönetmeliği yayınlayabiliyorsunuz. Devlet ciddiyeti ve Hukuk komikliği zorunlu kılamaz. Şapka kanunu da öyle. Şapka giyen kalmadı genelde, ama şapka kanunu mevzuat yığını içinde varlığını korumaya devam ediyor. Mutlak Butlan konusu, CHP’nin Şeriat’la imtihanıdır.

CHP eğer var olmaya devam edecekse bu krizi bir fırsata çevirmesi, “Gardrob devrimciliği”nden kurtulması gerekir. Kemalizm’i dinler üstü bir din ya da resmi Din/ ideoloji gibi dayatmaktan vazgeçmesi gerekir. Bu çerçevede Türkiye’nin 25 Temmuz 1951’de DP döneminde çıkartılan 5816 sayılı kanun utancından kurtarılması gerekir. Hiç kimse hiç kimseye hakaret etmesin.

Habitat Ağmalüküm / Amellerin boşa gitmesi” konusuna tekrar dönecek olursak, (Ali İmran 22)’de “İşte o kimselerin, dünyada da, ahirette de yaptıkları boşa gitmiştir. Ve onların hiçbir yardımcıları da yoktur.” CHP’nin çabaları da bu şekilde sonuçlandı aslında: “bir çabadan beklenen yararlı sonuçların yok olup gitmesi”. (Tevbe 69)’da ne deniyordu? Aslında bu gün sivil olsun, siyasi olsun aynı şey söz konusu: “İşte onların dünyada da ahirette de amelleri boşa gitmiştir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir”.

Tamam, bu adam hırsız, ama aynı zamanda çalışkan biri” muteber biri değildir. Yani “hem yapar, hem yer” diyenlerin, o işi yapanların, o işi yapanların yaptıklarının kimseye, kendine, ülkeye, başkalarına, din için de, dünya için de hayrı yoktur. Hatta helale haram kattığı için Allah’ın gazabını daha çok hak eder. Süleyman Mabedi’nin inşasında çalıştırılan bukağılı şeytanların mabedin inşasından bir payı yoktur. Onların o amelleri boşa gitmiştir..

Siyasiler, Bürokratlar, İş adamları, STK’lılar, biz hepimiz, yaptıklarımızın boşa gitmemesi için şu ayetlere dikkat edelim: (Kehf 104–105)’de denir ki, “Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar. İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir ki, biz onlar için kıyamet gününde hiçbir ölçü tutmayacağız.” Tamam belki sözleri ile inkar etmiyorlar ama dilleri ile ikrar ettiklerini kalpleri ve işleri tasdik etmiyor. Onlar için din günü azaptan başka bir şey yoktur.” (Âl-i İmran 21–22)’de de “Allah’ın âyetlerini inkâr edenler ve haksız yere peygamberleri öldürenler, insanlar içinde adaleti emredenlerin canına kıyanlar yok mu? Bunları acıklı bir azapla müjdele!” denir. Evet, zalimler için yaşasın cehennem.. Mazlumları engelleyen, haklarını vermeyerek hak sahiplerini süründürenler yok mu! O gün onları kim koruyacak.. Bir de onları koruyan, onlara destek verenler, onların bu vurgun, soygun, gasbına ortak olanlar yok mu! “İşte bunlar dünyada da ahirette de çabaları boşa giden kimselerdir. Onların hiçbir yardımcısı da yoktur.” (A’raf 147)’de denir ki, “Ayetlerimizi ve ahiret karşılaşmasını yalanlayanların tüm amelleri boşa gitmiştir. Onlar yaptıklarından başkasıyla mı karşılık görecekler?” İşte görmezden geldiğiniz ayetler böyle diyor! İşinizle, yaptıklarınız ve söylediklerinizle Allah’ın hükmünü yalanlıyorsunuz, o zaman çekin cezanızı!”

Sakın rüşvet ve torpille iş yapmayın. Sonra amelleriniz boşa gider. “Kem alat ile kemalat olmaz”. O paralarla “hayır” olmaz. O paranın tamamını “hayır” için harcadığınızı saysak bile o hayır’da “hayır” yoktur ve size bir faydası olmadığı gibi, sorumluluğunuzu, vebalinizi ortadan kaldırmaz.

Onlar yaptı, yapıyor, biz de yapalım” derseniz, bu adalet olmaz, siz de onlara benzemiş olursunuz. Hacca, umreye giderek günahlarınızı da sildiremezsiniz. Güzel işler yapmak önemli, ama yaptığımız güzel işlerin boşa gitmemesi daha da önemli. Bakın, helali haramla kirletmeyin. Rüşvet ve torpil, işi murdar eder. “Vay o namaz kılanların haline ki” uyarısına muhatap olmamak için helale haram katmamak gerek. “Hayır’da harcayacağız” diye rüşvet alan biri o paranın bir kısmını hayır işine harcasa bile o hayrın ona bir faydası yoktur. Hatta kendi günahını “hayır” ile perdelemeye çalıştığı için hatta daha fazla günah işlemiştir. Yani mü’minleri “Allah ile aldatmaya kalkışmıştır ki bu çok daha büyük bir fitnedir.

Bir de bugünlerde Kayyum kelimesi çok kullanılıyor. Kur’an-ı Kerimde bu kelime bir çok ayette geçer. Allah(cc)’ın isimlerinden biridir. "Kayyum" kelimesi Arapça kökenli olup, Türkçede genellikle "bir malvarlığını veya kurumu yönetmek üzere atanan kişi" anlamında kullanılır. Hukuki bağlamda, kayyum, bir kişi, kurum ya da malvarlığının yönetimi için mahkeme tarafından atanan, geçici olarak idareyi devralan yönetici ya da vekildir. Örneğin, bir şirketin batık durumda olması veya yasal sorunlar yaşaması durumunda, mahkeme tarafından bir kayyum atanabilir. Bu kişi, ilgili kurumun veya malvarlığının düzenli ve doğru bir şekilde yönetilmesini sağlar. Ayrıca, dini bağlamda "kayyum" Allah’ın isimlerinden (Esma-i Hüsna’sından) biri olarak da geçer ve "var olan, daim olan, her şeyi ayakta tutan" anlamına gelir. "her şeyi ayakta tutan, varlığı kendinden olan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyi yöneten ve koruyan" anlamını taşır. Ancak günlük kullanımda daha çok hukuki ve idari anlamıyla bilinir. (Taha 111)’de mealen şöyle denir: ...(Herkes) bugün (hesap vermek üzere) kitaplarına çağrıldıklarında dediler ki: 'Hayy ve Kayyûm (diri ve her şeyin varlığı O’na bağlı ve dayalı olan) olan Allah’a yemin olsun ki...” Evet, halk arasında "kayyum" bazen bir işi, şirketi veya kurumu toparlayan, ayağa kaldıran kişi olarak da algılanabilir.

Allah’ın adı”na nisbet edilen işi yapanlar eğer emanet aldıkları işte gaflet, hıyanet içinde olurlarsa, onlar bunun bedelini hem dünyada, hem de ahirette ağır bir şekilde görürler. ”Kul hakkı” affedilmez. “Emanete hıyanet”in mazereti olmaz. Bu ”Masiyet”dir. “Masiyette itaat olmaz”. “Muhkem Nas ile sabit bir konuda içtihad da olmaz”..

Neyse, mahkeme karar verseydi, söylenecek çok söz vardı ama, Bu konuya bugün yaşanan olaylar ile ilgili olarak Kur’anî açıdan bakmak istedim. Hakimlerin, savcıların, Kayyumların umarım yüreği “cızz” etmiştir. Etmemişse, kalplerini ve vicdanlarını kaybetmiş olabilirler mi? Selam ve dua ile.