Müslüman, bildiklerinin âlimi, bilmediklerinin talibidir

Abdullah Büyük

Toplumun sorunlarını çözmekle sorumlu olan ilk zümre şüphesiz ki ilim ehlidir, âlimlerdir. Uzun senelerdir tekrar ettiğimiz ‘Müslüman, bildiklerinin âlimi, bilmediklerinin talibidir’ sözü ile anlatmak istediğimiz şey hepimizin bazen âlim yani öğreten, bazen talebe olduğudur. Gece ve gündüz nasıl bir düzen içinde devam ediyorsa bu düzen de kıyamete kadar aynen böyle devam edecektir. O halde toplumu ıslah edecek, onlara örnek olacak ilim ehli kimdir sorusuna vereceğimiz cevap da, bugün prensip haline getirdiğimiz şu sözcüklerde saklıdır: “İlim ehlinin bir elinin kitapta yani kütüphanede, Kur’an’da, sünnette, hadiste, fıkıhta hatta tarih, coğrafya ve kimyada, diğer eliyse yaşanan hayatta olması gerekir.” Âlim, bir taraftan hayatı inceleme altına alıp, yaşam tarzında Kur’an’a, sünnete ters düşen her şeyi tespit edecek, bir taraftan da diğer elinin altında olan temel eserlerle bunların ıslahı yoluna gidecek ve bu yolla hayat ve kitabı ikiz kardeş haline getirecektir. Yine kitaplarda yer alan ıslah ve hayatı tanzim formüllerini, hayattan ümidini kesmiş, çağdaş günahlar ve masiyetin arasında sıkışıp kalmış insanlarla buluşturup, hayatlarına ümit ışığı yakmakla vazifeli olanlar da yine âlimlerdir. Zira bu insanları mutlu edecek şey para, madde değil yalnızca ilimdir, Kur’an’dır. Netice olarak diyebiliriz ki, ilmin şahidi olan, canlı ayet ve canlı hadisler olarak gördüğümüz âlimler ve toplumun yaşam tarzı birbirinden faklılaşmışsa bu, böylesine önemli olan sorumluluğumuzu idrak edememiş olduğumuzu gösterir. Toplumda böyle önemli bir göreve muvazzaf kılınmış âlimlerin unutmaması gerekir ki “Âlimlerin fiilleri, cahillerin delilidir.” Şöyle ki, ilim ehlinin hayatında yer alan bir mekruh, halkın hayatında kendisine haram olarak yer bulacaktır. Peygamberlerin varisi olmak gibi şerefli bir konumda yer alan âlimleri, bu mertebeden indirmek kesinlikle bizim hakkımız değildir. 

Toplum içindeki meselelerin çözümü, kısa cevaplarla geçiştirmek şeklinde değil, akılları ikna, kalpleri tatmin edip, uygulaması ve tatbik sahası da hesaba katılarak kalıcı yöntemler üretmekle olacaktır. 

Bütün bunları düşünüp, incelediğimiz zaman halkımıza âlimlerimizin değişik vesilelerle vereceği mesajların alışılmış, gelip geçici özelliğe sahip, yaralarımıza kalıcı bir tedavi yöntemi getirememiş mesajlar olmaması gerekir. Özetle; genelde İslam âleminde, özelde ülkemizdeki bu yaralara neşter vurabilecek en büyük imkân hiç şüphesiz imandır. Bu imanın tezahürünü gösterecek olanlar ise önce ilim ehlidir, idarecilerdir. 

Bir Mümin “Mümin, müminin aynasıdır” hakikati gereği, cami şadırvanında abdest alan bir din kardeşini gördüğünde, kendi abdestindeki hataları bulabilmelidir. Yine sokakta yürürken Kur’an-ı Kerim’in çizdiği ideal portreye zıt olarak kibirli yürüyen bir insan ancak, Kur’an tabiriyle mütevazı şekilde yürüyen bir diğer insana bakarak bu hatasını fark edebilir. Bizim de bundan sonra işleyeceğimiz konular böyle hayatın içinden olacak ve yine hayatımızın her alanına müşahhas değişiklikler getirecektir. 

Ziyaret ettiğim bütün şehirlerde karşılaştığım pek çok insanın yönelttiği yazılı veya sözlü sorular ve sorunları bir araya getirerek çözüm yollarını okuyucularımıza takdim etmeye çalışacağım. Fakat bunu yaparken halkı suçlamak maksadıyla değil bilakis, bir doktorun hastasına gösterdiği şefkat ve merhamet tavırlarını şiar edinecek, failleri değil fiilleri ortaya koyacağım.

İşte biz de ‘sende olanı, kendisinde olmayana vermek’ demek olan merhametin bir göstergesi olarak bu meseleleri masaya yatırma niyetiyle böyle bir adım atmış bulunuyoruz. ‘Niyet hayır, akıbet hayır’ fehvasınca yararlı olmasını niyaz ediyor, bu düşüncelerle bütün okuyucuları Allah’a emanet ediyorum. 

yeniakit