Millet, kavim, kabile, dil, vatan, devlet, bayrak gibi terimleri nasıl..

Selâhaddin Çakırgil

Millet, kavim, kabile, dil, vatan, devlet, bayrak gibi terimleri nasıl kavrıyacağız?

Bazı sosyal terimler üzerinde daha çok durulması gerekiyor.. Çünkü bunlar üzerinde, müslümanlar arasında bir görüş birliğinin, hâlâ da sağlanamadığı görülüyor..

Bunları birbirimizi suçlamadan anlamak için çaba harcamalıyız..

*

Millet, arabçada, bir din ve inanç mânasına geldiği gibi, o inanca bağlı olan sosyal grubu anlatmak için de kullanılan bir kelimedir..

Millet-i İslam veya Millet-i İbrahîm.. Ya da, onların karşısında, Millet-i küfür..

Bu mânalar dışındaki ve çoğumuzun düşünmeden kullandığı "millet"  tanımlamaları, yanıltıcıdır ve içi boşaltılmış kavramlardır.. "Birileri bizim terimlerimizi çaldı, yanlış kullanıyor.." diye, onların aslî şekline unutup, yanlış kullanımları kabul edemeyiz..

Kavim, aynı kan soyundan ve aynı dil grubundan olan insan toplumlarıdır. Arab, türk, kürd, arab, fars, rus, ingiliz gibi.. Kabile/ aşiret ise, aile bağı etrafında oluşmuş bir sosyal ünitedir..

Bizim inancımız, bütün insanların Hz. Âdem ile Hz. Havva"dan, aynı kökten geldiğini öğretir bize.. Ve bu ilahî bildirim,  genel çizgileriyle, önceki İslam"dan önceki  ve özü itibariyle "vahy-i ilahî"ye dayanan dinlerde de vardır..

Kur"an-ı Kerîm, "İnne ekremekum indallahe etqâkum.." (Sizin en şerefliniz, Allah"dan en  çok sakınanızdır..) meâlindeki âyetle, bu konulardaki yaklaşımımızın nasıl olması gerektiğinin ölçü ve ışığını vermektedir bize..

Resul-i Ekrem (S) de, "Vedâ Haccı Hutbesi"nde, "Ey insanlar, hepiniz Âdem"in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır.. Hiç bir kavmin diğerine üstünlüğü sözkonusu değildir.." diye açıyordu, yolumuzu.. Ve hiç kimse, anne-babasını, cinsiyetini, ırkını, rengini, konuşacağı ana dilini, dünyaya geleceği zaman ve mekanı ve keza, gideceği zaman ve mekanı kendisi belirlemez..

İnsanlar arasındaki ırk, dil, renk ve cinsiyet beraberlik veya farklılıkları elbette bir takım sonuçlar çıkarır; ama, bunlar, asla temel ölçünün üzerine çıkamaz..

*

Dil / lisan ise, insanların birbirleriyle konuşmak, birbirlerini anlamak ve birbirlerine duygu ve düşüncelerini aktarmak için seslerini şekilli olarak çıkardıkları veya onu yazıya döktükleri, ahenge yansıttıkları bir vasıtadır.. (Kur"an-ı Kerîm"in, arabça indirilmesinin de, onun ilk muhatablarınca anlaşılabilmesi hikmetine dayandığı, açıkça bildirilir, âyetlerde..)

Evet, dil, insanların gayretiyle değil, bahşedilmiş ilâhî bir imkandır ve bunun cebrî, metezorî usûllerle değil, insanların kendi irade ve ihtiyaçlarıyla öğrenmeleri ve konuşmaları asıldır.. Ve, unutmamak gerekir ki, sadece anlaştığımızı değil, anlaşamadığımızı ve dostluklarımız kadar düşmanlıklarımızı da dil ile ortaya koyar, dil ile şekillendiririz..

Ama,  ağızdaki dil çok önemli olduğu kadar, asıl önemli olan, kalbin dili ile anlaşabilmektir.. Bunu da bize inanç, duygu ve düşüncelerdeki aslî  hedeflerimizdeki aynîlikler sağlar.. Ve insanların fıtratinden ve sosyal geçmişinden gelen ana dilini ve hayırda kullanılması mümkün diğer bütün kazanımlarını yasaklamanın, engellemenin hiçbir mantığı yoktur; zulümdür..

İnsan gruplarının birbirleriyle anlaşabilmesi için, beşeriyet tarihi boyunca yüzlerce, hattâ binlerce dil ortaya çıkmıştır veya nicesi de kaybolmuştur.. Dillerin bu kadar ince, bu kadar çetrefilli yapılarının eski çağlarda nasıl geliştirildiğine dair aklî delil ve mantık yürütmeler, dili açıklamaya bugün de yetmemekte, felsefî izahlara tutunulmaktadır. 

*

Vatan ise, lafzî olarak,  insanın doğup büyüdüğü, geçmişindeki ve çevresindeki insanlarla ortak kültür değerlerinin oluştuğu yaşama alanı olan coğrafyadır..

Istılahî/ terminolojik olarak ise, kişinin, hayata bakışta kendi iradesiyle, kültürüyle doğru olarak inandığı temel değerlerini hayata hâkim kıldığı coğrafyadır, vatan.. Ve ancak, bu inanç değerleri açısından, hür yaşanılan topraklar gerçek "vatan" olarak isimlendirilebilir. 

Ama, bütün yeryüzü, bütün coğrafyalar, müslümanlar nazarında, Allah"ındır ve müslümanın inancını hayata hâkim kılmaya müsaid olması açısından, bütün coğrafyalar, bütün yeryüzü, müslümanın vatanı olmaya aday ve lâyıktır..

*

Devlet veya hükûmet, hükmetmek, hâkim olmak, yaptırım gücüne sahib bir şekilde sosyal hayatı yönlendiren mekanizmanın başında olmak açısından,  son yüzyılda teknik tarifler açısından birbirinden ayrılan iki terim..

Bizde, Devlet denilen kavram ve mekanizmaya İran ve arab toplumlarının kültürlerinde  Hükûmet denilir; Hükûmet"e de Devlet...

Sözgelimi, "Ahmedînejad devleti.." denilince, onun kurduğu hükûmeti anlatır..

Biz yine de bizdeki devlet kavramına değinelim..

Devlet, yanlış olarak bizde, genelde, yönetim mekanizması olarak da algılanır..

Halbuki, devlet mefhumu/ kavramı, yönetim mekanizmasının da içinde bulunması gereken, bir "bütün"dür..

Devlet kavramı bir sosyal üstyapı kurumunu anlatan bir terim olup, üç aslî unsuru vardır; bunlardan birisi olmadığı takdirde, ortada "devlet" olmaz..

a)                 Hür olarak yaşamak iradesi etrafında birleşmiş bir halk,

b)                 Böyle bir halk tarafından, üzerinde, müstakil/ bağımsız olarak yaşanacak bir toprak..

c)                  Öyle bir ülkede, o  halkı yönetmek için oluşturulmuş bir yönetim mekanizması, rejim..

Bu üç ana unsurdan birisi olmadığı takdirde, ortada bir "devlet"in varlığından sözedilemez..

Bu açıdan bakıldığında, bugün Türkiye olarak isimlendirilen ülkede, özgür yaşamak iradesi olan bir halk olarak, evet, biz varız.. Ve o şekilde yaşayabileceğimiz bir coğrafya da var..

Ama, yönetim mekanizmasına gelince.. İşte orada, halkımıza, süngüucuyla, hile ve cebr ile, dârağaçları ve zorla dayatılmış, bir kemalist/ laik/ diktatoryal yönetim mekanizması vardır.. 

Bu yönetim mekanizmasının bugün, kısmen, milletin içinden çıkan ve milletimizin genel arzuları istikametinde bulunan kadroların elinde olması, ârızî bir durumdur, rejimin temel mentalitesi değiştirilmedikçe, bu yönetim mekanizması oldukça, devlet denilen sosyal üst yapı kurumumuz, topaldır, sakattır.. Halkımıza aid bir takım değerleri, inançları, mânaları, sembolleri, bayrakları da zaman zaman benimsiyor gözükse bile..

Devlet olarak  kurumlaşmış olsun veya olmasın, her sosyal hayatta, ferdler ve sosyal gruplar arasında, gizli veya açık, ama, daima, bir hâkim olmak ve üstünlük mücadelesi vardır. Ve yine şurası da açıktır ki, en kötü yönetim biçimi bile, hiçbir yönetim güç ve mekanizmasının olmamasına tercih olunur.. Çünkü, bir üstün güç tarafından yönetilmeyen bir insan toplumunda, herkes, diğerlerine, kendi gücüne göre tahakküm eder.. Ve,  bir yönetim mekanizması yönetilenlerin inanç değerlerine, iradesine, rızasına ne kadar uzak düşerse, o kadar zorbadır, o kadar haksızdır; o kadar da korkular ve paranoyalar içindedir.

Bu sosyal mücadeleler içinde taraflar kendilerini ifade edebilmek için elbette  çeşitli cihetlerden üstün durumda olanlar da elbette ki, kendi bağlıları arasında bir arada tutacak ve ötekilerden ayıracak bir takım semboller, işaretler, bayraklar kullanırlar..

*Bayrakları bayrak yapan; kan değil, birlikte yaşama iradesidir!
"Bayrak"  kelimesinin göktürkçedeki  "batırak" kelimesinden geldiği söylenir.. Bayrak, bir topluluğun dost-düşman herkese karşı kendisini tanımlamak için kabul ettiği bir sembol.. Ve onu bulundukları yerlere dikerler veya asarlar, dalgalandırırlar..

Gençlik yıllarımızda Ârif Nihad Asya"nın bayrak şiirini, "Sana benim gözümle bakmıyanın gözlerini oyacağım.."  mısralarını heyecanla okurduk..

Bizim toplumumuzdaki bu bayrak kutsaması, başka pek az ülkede vardır, dünyada..

Ancak, "türklerin kendilerine aid bir kavmî bayrağı var mıdır?" denilirse, bugün ülkemizde  resmî bayrak olarak kabul edilen hilâlli-yıldızlı bayrak, sadece türk kavminden olanlara aid bir bayrak olarak tarihte hiç olmamıştır.. Hilâlli bayrakları ise, Haçlı Seferleri"nden, yani 900 yıldan beri özellikle Ortadoğu"daki müslümanların ortak olarak kullandığı bilinmektedir. 

Selçuklular"ın ilk döneminde, bayrakta bir takım şamanistik şekiller bulunduğu; ama, ilk olarak Sultan Alparslan tarafından bayrağın bu şekillerden  arındırılarak, "Kelime-i Şehadet" yazıldığı bildirilir..

Gençlik yıllarımızda okutulan edebî ve tarihî metinlerde ise, bir savaş meydanında, gökteki hilâl ve yıldızın yeri kaplayan kana yansıdığı ve bayrağın da buradan çıktığı gibi çok zorlamalı metinler okutulur ve inandırılırdık.. Midhat Cemal"in "Bayrakları bayrak yapan, üstündeki kandır.."  gibi mısraları da bu gibi efsaneleri pekiştirmeye yarardı.. Halbuki hemen her bayrak, bir savaşı, bir kanlı mücadelenin hatırasını taşımaktardır..

*

Dahası, müslümanın bayrağının tevhîd bayrağı olduğunu söyleriz, ama, bu bile, bir "tevhîd" ibaresinin sadece bir bez üzerine yazılması mânasında olmayıp, o mânanın kalblerde, beyinlerde ve  müslüman toplumların ferdî ve sosyal hayatlarının her kesiminde o mânanın hâkim kılınması mânasında anlaşılması gerekir..

Resul-i Ekrem (S) ve sonrasında, müslümanların bayrakları hakkında elde kesin bilgiler olmasa da, beyaz veya renkli bayrakların olduğu rivayetler vardır.. Emevîlerin kanlı saltanatına son veren Ebâ Muslim Khorasanî"nin ise‚ "siyah" bayrağı meşhurdur.. Ve tarih içinde nice "qıyâm" hareketlerinde, "siyah bayrak" taşındığı bilinir..

*

Bugün, Türkiye, Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, KKTC gibi türk kavminden olanlara dışında, türk kavminden olmadıkları halde, Pakistan İslam Cumhuriyeti, Tunus, Cezayir ve Malezya  bayraklarında da hilâl-yıldız bulunmaktadır..

Halkı müslüman olan bazı ülkelerin bayraklarında da, hilâl bulunmaktadır.. Komor Adaları, Moritanya İslam Cumhuriyeti, Maldiv Adaları, Komor İslam Cumhuriyeti gibi ülkelerin bayraklarında da yalnızca hilâl vardır.. Osmanlı"daki bayraklara hilâl"den ayrı olarak, bir de yıldız ise, son 200 yılın eklemelerindendir..

1949"da kurulan ve birkaç aydan fazla ayakta kalamayan Doğu Türkistan Devleti"nin bayrağı da, mavi zemin üzerindeki beyaz hilal ve yıldızdan ibaret bir gökbayrak idi. Doğu Türkistan devletinin başbakanlığını uhdesinde bulunduran rahmetli Îsâ Yûsuf Alptekin, 1949"da istiklallerini ilan ettikleri zaman,  ilk mesajlarını "Gökbayrak"tan Albayrak"a selam.." diye gönderdiklerini, ama, hiçbir yankı alamadıklarını anlatırdı, gözyaşları içinde.. Ve birkaç ay içinde de, çökmüştü o devlet..

Halkı müslüman olan nice devletler de var ki, onların bayraklarında ise, "hilâl"den hiçbir iz yoktur.. 260 milyon nüfuslu Endonezya"dan 170 milyon nüfuslu Bangladeş"e, 130 milyon nüfuslu Nijerya"ya; İran, Afganistan, Irak, Suriye, Suudî, Mısır, Sudan, Yemen ve Fas"a kadar, 800 milyona yakın müslüman toplumların bayraklarında hilâl yoktur..

Bütün bu devletlerin bayrakları da, siyasî otoriteyi, hâkimiyeti sembolize etmektedirler. Ki bu ülkelerin birçoğu, bayraklarını zaman içinde değiştirmişlerdir, benimsedikleri yeni inanç veya ideolojilere göre.. İran Şahlığı"nın kılıç tutan arslanlı bayrağının,  İslam İnqılabı"ndan sonra, üzerinde  "Allah"u Ekber ve Lailaheillallah" yazılı bir bayrağa dönüştürülmesi, Irak bayrağına da,  Amerika"yla girişilen savaşlar karşısında Saddam"ın son döneminde "Allah"u Ekber"  ibaresinin de eklenmesi gibi..

(Hz. Îsâ Mesîh aleyhisselam"ın çarmıha gerilerek öldürüldüğü inancına sahib hristiyan toplumlardan ise, sadece Avustralya (ing.), Yeni Zelanda (ing.), Fiji (ing.), B. Britanya, Danimarka, Dominik, Finlandia, İsveç, İsviçre, İzlanda, Norveç, Yunanistan gibi ülkelerin bayraklarında -çarmıh"ı hatırlatan- bir HAÇ işareti vardır.. ) Ama, hristiyan ülkelerin tabiî felâket anlarındaki ve savaş alanlarındaki insanî yardım teşkilatı Kızıl Haç"ı kullanırken, müslüman ülke ve toplumlar da, "Hilâl-i Ahmer" Kızıl-Ay işaretini kullanmaktadırlar..

*

Laik ideolojinin sembolü olan resmî bayrak, tekliği şart mıdır?

Hemen belirtelim, bir ülkedeki başka bayraklar, resmî otoriteyi redd mânasında değilse, olabilir.. İrili ufaklı şirketlerin, cemaatlerin, spor kulüplerinin, uluslararası kumpanyaların bayrakları gibi, bazı vilayetlerin veya eyaletlerin bayraklarının olması, resmî otoriteye karşı olmadığı müddetçe, bütün dünyada, rayiç olan bir uygulamadır..  

Bazı gazeteler her gün, logolarında resmî bayrağı basmakta ve bazıları da, "Türkiye, türklerindir.."  lafını tekrarlamakta ve o bayrak, âdetâ sadece türk kavmine aid imiş mânası da yansıtılmaktadır.. O zaman da türk kavminden olmayanların da kendilerine aid bir bayrağı düşünmeleri kaçınılmaz olabilir.. Sahiden de o bayrak, sadece türk kavminin mi bayrağıdır?  Ve, Anadolu dışındaki türklerin öyle bir hassasiyetleri yokken, bizde, bu hususta bir kutsama, bir bayrak fetişizmi geliştirilmiştir..

Sahi, türk kavminin tarih içinde, İslam öncesi veya sonrasından itibaren hiç değişmeden gelen ve kavim olarak benimsediği bir tek bayrağı var mıdır?

Ve sahiden de bugünkü resmî bayrak, türk kavminin iradesini ve inançlarının hâkimiyetini mi temsil ediyor? Yoksa,  kemalist/ laik rejimin egemenliğini mi? (Ki, batakhanelerde ve en ahlâksız kesimlerin bile, bir itiraz veya gösteri yapacağı sırada o bayrakla ortaya çıkması, bugün o bayrağın taşıdığı mânayı işaretlemesi açısından ilginçtir.. Sahi,  2007 Baharı"nda,  laik azgın kitlelerin, İslamî değerlere karşı irticaya karşı diyerek, meydanlara yüzbinler halinde aktığı sırada, ellerindeki bayraklar da bu bayraktı, değil mi?)

Açıktır ki, bugün ülkemizde, türk kavmi adına kurulduğu iddia olunan bir rejim, sanki türk kavminden kitlelerin inançlarını, kesin doğrularını hayata yansıtıyormuş gibi bir isim çarpıtması ve hırsızlığı yapmaktadır..

Binaenaleyeh, türk kavminin adına kurulan rejimin de, o rejimin bugün kullandığı bayrağın da, bu halk ile de mantıkî bir bağı ve tarihî irtibatı yoktur..

Bununla, bugünkü bayrağa karşı çıkılmak istendiği sanılmasın.Bu sözlerin maksadı, o kutsamaların temelsizliğini ve keza, bir nesnenin tarih içinde uzun dönem kullanılmasıyla, -müslümanlara aid sayılsa bile-, İslamî bir inanç temeline oturtulamıyacağını belirtmektir. 

Aynı şekilde, yığınla arab devletinin herbirisinin de ayrı ayrı bayrakları bulunmakta olup, bütün arab kavminin bir tek bayrağının varlığından sözedilemez..

*

Böyleyken, Diyarbekr Bel. Başk. O. Baydemir, Ağustos başında tertiblenen Dersim Festivali"nde kürdlerin de kendi bayraklarını asmaları gerekliliğini dile getirip, 'Türk ve Kürd bayrakları yan yana dursa ne olur?'  deyince, konu daha bir alevlendi; sanki bütün kürdleri temsil eden bir tek bayrak varmış gibi.. Bazılarınca, "türk"lerin bayraklarından asla vazgeçemiyecekleri ileri sürüldü ; sanki türk kavminden olanların tamamının bir tek bayrakları varmışcasına..

Tekrarlıyalım.. TC. rejiminin bayrağı türk kavimlerinin tarihten gelen bir ve sadece kendi kavimlerine aid bir bayrak değildir.. Ve geçmişte, bütün müslümanların kullandıkları birkaç bayrak tipinin ortak bazı özellikleri olsa bile, o bayraklar da değişkendi; yeşil, kırmızı, siyah ve beyaz..  TC."nin bugün kullandığı bayrak ise, 1936 yılında kanunla şekillendirilmiştir.

Evet, bayraklar ortak değerler etrafında yaşamak arzusunu taşıyan, bir ortak hâkimiyet altında yaşamak azm ve arzusunda olan toplumları bir safta toplamaya yarayan bir siyasî egemenlik sembolüdür.. Bir takım güç odakları birbiriyle boğuşmaya girdiğinde, her iki taraf da, elbette ki, bir takım sembolleri kullanmak isteyeceklerdir.. Bu gibi sembollere sadece, o bayrak etrafında toplanmış insanların haklı olmaları ve bir hakkı hâkim kılmak için mücadele ediyorlarsa, saygı gösterilebilir; ama, kutsanmaması şartiyle..

Bu konuya bu kadarca değindikten sonra bir başka konuya da değinelim..

*Türk kavmi de bir etnisitedir; kürd kavmi de, başkaları da..

Bir yazar (A. Alatlı) geçenlerde‚ 'Kürd' bir etnisitenin, 'türk' bir milletin adıdır. Yani, 'türk' derken, farklı etnisitelerden oluşan bir 'bütün'den bahsederiz. 'Irk' ya da 'soy' bağlamında bir nitelikten değil"" şeklinde, acaib bir mantıkla, tuhaf laflar etti..

Aynen resmî ideolojinin 100 yıldır geliştirmeye çalıştığı gibi..

Halbuki, "türk" veya bir başka kavmin, bir dil  ve kan soyu bağlılığı etrafında bir araya gelmiş hiçbir sosyal topluluğun,  bu özellikleriyle "millet" olarak nitelenmeleri mümkün değildir..

Millet, -tekrar edelim-, bir inanç sistemini ve o inanç sistemine bağlı olanları temsil ve ifade eder.. Hangi kavimden veya ırktan, renkten olurlarsa olsunlar, insanlar, dahil oldukları inanç sistemine göre isimlendirilirler. İslam Milleti,  hristiyan milleti, yahudi milleti vs.  gibi.. Kürd, türk, arab veya bir diğer kavimden olmak, insana mutlaka bir inanç sistemine aid olmayı veya olmamayı yüklemez.. Bu, müslüman olmak veya olmamak açısından da böyledir.. Nitekim, müslüman olan ve olmayan bir çok türk de vardır, arab da, kürd, vs. de.. Ve onların şu veya bu inanca mensub olmamaları, kavmî mesubiyetlerini yoketmez..

İlginçtir, Alpaslan Türkeş de, ölümünden 6 ay kadar önce, "Biz de biliyoruz, bir imparatorluktan geriye, türk, kürd, arnavud, boşnak, arab, fars, çerkez yığınla halk kalacağını.. Biz bunların hepsinin kendilerine türk demelerini istedik.. N"olur yani, herkes, kendisini türk diye nitelese.. Kıyamet mi kopar?" kabilinden bir söz söylemişti..

Aslında, bu sözü söyleyen kişi de biliyordu ki, halkın kendisini "İslam Milleti"  veya "müslüman ahali"  vs. diye isimlendirilmesinin önüne geçmek için, yeni bir söylem geliştirmiş ve türk kavmiyetcçiliğini  bayrak edinmişlerdi.. Halbuki, o gibi mentalite sahiblerine,"bütün o müslüman halklar, "biz müslüman bir toplumuz; biz İslam Milleti"yiz" deselerdi, kıyamet mi kopardı?" diye sorulmalıydı..

Çünkü, müslüman halkların arasındaki kalbî ve fikrî bağların zayıflatılması, koparılması için dayatılan kavmiyetçilik cereyanlarının emperyalist taktikleriyle şekillendiği açıktı..

Ayrıca, "türk"  olmaktan kaynaklanan bir özel kimlik yoktur; türk kavminden olanların ortak özelliğini yansıtan bir ortak kimlik değerleri nelerdir; dilden başka?

Sadece dil ile, ortak kimlik oluşturulamıyacağı da açıktır.. Çünkü, dilin muhtevasında da,  aslolan, yansıttığı değerlerdir..  (İran ve Afganistan"da insanlara kavmi sorulduğunda, "annem  - babam kürddür, ama, ben fars"ım.."  veya "anam-babam tacik; ama,  ben peştun"um.."  laflarını duyarsınız.. Çünkü, onlar bunu söylerken, kendilerinin, ana -babalarının mensub olduğu kavmin diliyle konuşamadıklarını, farsça veya peştunca konuştuklarnını, böylece de kavmî mensubiyetlerini o şekilde açıkladıklarını belirtirler..)

Anadolu"da ise, türkçü cereyanlar, son yüzyılı aşkın bir zamandır, "Elhamdulillah müslümanım.." ibaresinin yerine, "Ne mutlu türküm diyene.."yi yerleştirmiş ve bu söz dağlara -taşlara kazınmış ve 100 yıldır da, beyinlere şırınga edilmiştir..

1930"larda M. Kemal ve İsmet Paşa,  "Bu ülkede türk olmayanların bir tek hakları vardır, o da türklere hizmetçilik yapmaktır.." diyebiliyordu.. "Türk"e durmak yaraşmaz, türk önde, türk ileri.."  marşları ve her sabah, milyonlarca çoğuğa, yemin ettirmeler ise, hâlâ da sürüyor.

*Kavimler, taşıdıkları inanç değerlerine göre şekillenirler..

Bir müslüman kürd, her yerde, "Ne zaman ki, ne mutlu türküm diyene!"  lafını veya her sabah, benim gibi çocuklarım da  "Türküm, doğruyum, çalışkanım.." gibi andlar içildiğini, yeminler edildiğini gördüğüm zaman, "Anama küfredildiğini, aşağılandığımı" hisseder gibi oluyorum.. Çünkü, ben türk kavminden değilim.." diyordu.. Aynı durum, sözgelimi, milyonlar halinde yaşanılan Almanya"da bizim çocuklarımıza almanların üstünlüğü için tekrarlansa, hepimiz rahatsız olmaz mıyız? Bu acıyı hissettik mi yüreğimizde..

Bir devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan, ona vergi veren, askerlik yapan, her bir vatandaşın  kendi ana dilinde eğitim alma hakkı da vardır ve devlet bunu sağlamakla mükelleftir. Bundan kaçınılamaz.. Hele de, bir ülkede bir tek dil değil de, başka dilden sosyal gruplar varsa..

Elbette her ülkenin bir ortak resmî dili kabullenmesi zarurîdir, ama, resmî dilin yanında, insanların kendi ana dilleriyle eğitim alma hakkları da sağlanmalıdır..

Bu, bir devlet mekanizması için zor olmadığı gibi, bir de onun güçlenmesi için bir imkandır..

Çünkü, her aile, kendi çocuklarının sosyal bünye içinde, yer almasını, resmî dil ile konuşup yazacak noktaya gelmesini, he ister, hemen her ülkede.. Bir dilin ortak dil olarak kabulü için illâ da nüfusa bakılması gerekmez, en yaygın ve en etkin dilin kabul edilmesi yetişir.. (Nitekim, Almanya"da da milyonlarca müslüman, hem çocuklarına kendi anadillerini ve kültürlerini unutturmamaya çalışırken, bir tarafdan da, onların almanca öğrenip, gelecekte bu sosyal yapı içinde yer almalarını istiyorlar, bu yolda çaba harcıyorlar.)

Ülkemizde de, temel mes"elelerden birisi budur..

Sadece kürdçe değil, vatandaşlardan hangi sosyal grup, çocuklarına kendi ana dillerine göre eğitim verilmesini istiyorsa; bunun sağlanması, insanların o ülkeye ve devlete vatandaşlık bağıyla bağlanmalarını daha bir güçlendirir; zayıflatmak ne kelime?

Ama, ülkemizde, yerli halkın başka bir dilde konuşması sanki bir hıyanet gibi görülüyor..

Nasıl olmasın ki, ülkenin yüksek tirajlı gazetelerinden bazıları, logolarında, TC."nin resmî bayrağını ve hattâ bazıları, rejimin ilk Şef"in resmini birlikte koyup, altına da, "Türkiye türklerindir.."  ibaresini yazıyorlar..

Türkiye ismi, anlaşılacağı gibi, "türklerin yaşadığı ülke"  mânasına geliyor.. Bu iddia gerçek ise, bu ibarenin tekrar yazılması, mâlumu ilâm,  (bilineni tekrar bildirmek) gibi bir abesle iştigal olmaktadır.. Ama, ülkede, herkes türk olmadığı gibi, türk denilmekle türk de olunmaz ve türk kavminden olanların da türkçe konuşmaktan öteye bir imtiyazları yoktur.. Bunu, 100 yıllık kavmiyetçi zorbalık uygulaması da göstermiş, anlatmış olmalıdır.. 

Halbuki, bu ülkede, türk kavminden olmayan milyonlarca müslüman insan daha vardır, kürd, çerkez, arnavud, boşnak, laz, gürcü, arab, vs.. Türkiye türklere aid ise, -ki, türk kavminden olan müslümanların inançlarından gelen böylesi bir bencil ve zorbaca anlayışları yoktur- o  zaman, türk kavminden olmayan, bu öteki müslüman kavimlerin hakkı, bu ülkede sığıntı olarak yaşamak mıdır? Bu sorunun cevabı "evet" ise, o zaman bu durum, 1930"lardaki M. Kemal İsmet ve Fevzî Paşa"ların oluşturdukları "taife-i laicus"un tahakkümünü ve o kadroların çarpık mantığını sürdürmekten başka nedir ki?

haksöz