Mazlûm ve mustez’af halkımızın mevzı’ kaybetmemesi için..

Selâhaddin Çakırgil

Acıbadem Üni’ye gitmiştim, geçen gün.. Oradan çıktım, karşıda bir câmi var.. Câmiin dış duvarında.. ‘Oy verme.. Oyvermek şirktir.. Yaratıcına şirk koşma!.’ gibi yazılar var..Çok eskilere aid olmadığı anlaşılıyor.. Son seçim öncesinde yazılmış, anlaşılan.. Bu gibi yazıları, câmilerin dış duvarlarında daha başka yerlerde de gördüm.. Mühür şeklinde kalıplar boyalara batırılıp, duvarlara vurulmuş.. Gaayet pratik de…

Hava, 35 derecenin üzerinde sıcak ve rutûbetli.. İnsanlar, câmi avlusunda, gölgede, ezan okunmasını bekliyorlar.. Câmiin vazifelileri ve cemaat de pek aldırmıyor, o yazılara.. Câmi vazifelilerinden olduğu anlaşılan birisine, ‘Bu gibi yazıların burada aylarca kalmasına müsaade ediyor musunuz..’ diye soruyorum.. 

Umursamaz bir tavırla, ‘Aldırma.. Birileri bir şey yazdı diye onlarla mı uğraşacağız?’ diyor.

Ama, birileri aldırmış, önem vermiş ki, o ibareleri oralara yazmışlar..

‘Başkaları da daha başka bir şey yazsalar, yine mi…’ derken… Karşımdaki ‘câmi görevlisi’ kişi, beni şöyle bir tepeden tırnağa süzüyor, yanlış yapmamak dikkatiyle, ‘Siz kimsiniz?.’ diyor..

‘Sıradan bir insanım, sıradan bir müslüman..’  diyorum..

Muhatabım rahatlıyor.. Bir şeyler mırıldanarak uzaklaşıyor..  

*

O yazıyı yazan cereyanın mensublarını, aşağı-yukarı biliyorum.. DAİŞ’çiler de böyle diyorlar, daha başkaları da.. Farklı tefsir ve yorumlarla karşımıza çıkan ve kendimiz gibi düşünmeyenleri hemen inanç dairemizin dışına itmeyi en büyük cihad zanneden bir anlayış.. Hattâ, aynı âyetleri birbirlerine karşı okuyarak, karşı tarafın o âyetlere göre katledilmesine hükmeden ilkel bir anlayış.. Ve böyle olunca da ‘Allahu Ekber’nidâlarıyla herkesin kendisine muhalif gördüğünü yoketmeye kalkışması şeklindeki bir barbarlığın, müslüman toplumlarını bugün nasıl bir duruma düşürdüğünü hatırdan çıkarmayalım. Her kim böyle düşünüyorsa, kendileri gibi düşünmeyenleri hemen ‘tekfirci’ ilan edip, kendileri de o tekfirci dediklerini tekfir eden, kâfir bilen ve  katllerinin caiz olduğunu düşünen  ve kelle keserek İslam adına cihad ettiklerini zannedenlerden ne farklı kalır?  

Bu vesileyle, bu gibi sözleri yazanların sultanlara, diktatörlere, halkı bir sürü gibi gütmek haklarının olduğunu sanan yönetici sınıflara karşı söyledikleri bir sözlerinin olmadığını da bir daha hatırlayalım.. Sadece, halk bir konuda kendi tercihini ortaya koymak istediğinde, ‘Zinhar… Oy vermeyin, müşrik olursunuz, Allah’a şirk koşmuş durumuna düşersiniz..’ diyorlar.

Gerekçeleri de, ‘toplumu yönetmek için kanun koymak hakkının sadece Allah’a aid olduğu..’ Bu hususta, Maide Sûresi’nin 44- 45 ve 47’ncî âyetlerinde yer alan ve‘Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezlerse; onların kafirlerin, zâlimlerin, fâsıqların taa kendileri oldukları..’ meâlindeki hükümler üzerinde, kim, hangi yetkiyle, kendiliğinden, tek yönlü karar verip uygulamaya koyar ve kendisi gibi inanmayan- düşünmeyenleri katletmeyi veya düşman saymayı caiz bilebilir?

*

Böyleyken, temelinden bozuk ve Allah’ın haram bildirdiklerini serbest, helâl bildirdiklerini yasak hale getirmiş,  müslüman halkı ezmeye çalışan bir sistemde, halkı biraz rahatlatmak için, velev ki egemen güçlerin koyduğu kurallar içinde de olsa, halkın durumunu düzeltmeye yönelik ıslah çabalarına ağırlık veren kişi veya kadrolara veya hareketlere karşı bu ne düşmanlıktır ki, ‘Aman oy vermeyin, şirke düşersiniz, Allah’a şirk koşmuş olursunuz..’ diye, safdil kitleleri inançları ile karşı karşıya getirmek taktiğinden meded umulur..

Bir kimse, ilahî hükümleri bilerek yok saymak, istediği gibi hükmetmek niyetiyle hareket ederse, elbette onun durumu ayrıdır; ama, bir takım zorbalık kanunlarını düzeltmeye çalışmak için, mevcud düzenin  imkanları içinde de olsa, adım adım aklın ve inancın hükmettiği doğruları hâkim kılmak için çaba harcayanların durum ve konumu da ötekilerle aynı mıdır?

*

Bir müslüman, sosyal hayatı tanzim etmek isterken, yaptığı düzenlemelerin Allah’ın kanunlarını redd mânâsında olmamasına elbette dikkat etmelidir. Ama, Kur’an’ın hangi hükümlerinin ve nasıl uygulanacağı konusunda, 14 asırdır, yüzlerce- binlerce müfessir gelmiştir ve bir o kadar da farklı tefsir ve yorumlar yapılmıştır.

Ayrıca, toplumun bir takım sulta sahiblerinin kılıçlarına göre mi; yoksa, inancımızın / kalbimizin emrine verdiğiniz aklımız ve beynimizin ölçülerine göre mi yönetmeliyiz?

*

Devler su başlarını yüzyıllardır tutmuş..

Adı sultan veya padişah, şah veya melik, kral, başkan, lider, reisicumhur, rehber her ne olursa olsun, yönetim mekanizmasının başına bir şekilde meşrû olmayan / (yani İslam şeriatine göre belirlenmemiş) yollarla gelmiş olanlara itaate devam mı edeceğiz; yoksa, bu zencirleri frenlemeye, zincirleri kırmaya, mustaz’af(hakları ellerinden gasbedildiği için zayıf duduruma düşürülmüş) ve mazlûm kitlelerin haklarını iade etmek için çırpınanlara yardımcı olmak yolunda mı çaba harcayacağız? Ki, ‘Sultan Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir..’ diye bir söz, nice yerlerde yazılıp çizilir. Böyle bir sulta yönetimi, saltanat mı kuracaksınız?

(Böyle birisiyle geçen günlerde bir sohbetimiz olmuştu.. ‘Böyle bir sözü ciddî olarak benimseyen kimse yok..’ dedi.. Ben de ona, İst. – Topkapı Sarayı giriş kapısının sağ tarafında kocaman harlerle yazılmış ibareyi okumasını söyledim, asırlardır, orada duruyor, o söz..)

*

‘Kendi inandığımız değerlere göre bir dünya kurmak istiyoruz..’ diyeceksiniz, biliyorum.. İyi de, temelinden bozuk olduğuna inandığınız bir toplumu düzeltmek isterken, toplum ferdlerinin bir sürü gibi güdülmesi gerektiğine inanmıyanlar, zorla bir yaşayış tarzını başkalarına hangi ölçüye göre dayatacaklardır?

*

O halde.. Câmi duvarlarına o yazıları gece karanlıklarında bir mühür kalıbı halinde çok pratik bir şekilde bastırıp gözden kaybolanlara da bir çift sözümüz olmalı, herhalde..  

Siz de iradenizi belirtmiş olmuyor musunuz, böylelikle.. Hem de Allah adını kullanarak..‘Oy verilmesi halinde müşrik olacağımız, Allah’a şirk koşmuş duruma düşeceğimiz’ tehdidini de hatırlatarak..

Siz öyle dediğiniz zaman, mutlaka öyle midir ve size karşı, başkalarının da mukabil bir görüş belirtme hakkı olmayacak mıdır? Ve ne yapacağız? Bu bozuk düzeni, elimizden geldiğince düzeltmeye çaba göstermemeli miyiz ve bu düzen, hep böyle devam edip gitsin mi? Ve, birileri de, toplumu kendi iradelerine göre diledikleri gütmeyi sürdürsün mü?

O zaman, bir kötülük karşısında, onu eliyle, diliyle, kalbindeki buğzuyla önlemeye çalışmak şeklinde, o kötülüklere karşı bir tavır geliştirmeyi tavsiye eden nebevîöğütleri nereye oturtacağız?

Siz câmi girişlerine, duvarlarına bu yazıyı, bir mühür kalıbı halinde vuruyorsunuz ve yüzbinlerin gözüne sokarcasına ifade ediyorsunuz da, birileri de kendi iradelerini Allah’ın dininin hâkimiyetini sağlamak adına belirtmek isterken, ‘Bu düzenin değişmesi için, en azından filanca iyi insanların işbaşına gelmesini istiyorum..’mânâsında bir görüş söyleyemiyecek ve iradesini o yönde kullanamıyacak mıdır? Kullanacak olurlarsa, onları, hemen şirk, müşrik kelimeleriyle karşılayıp, bu kitleleri, inançlarıyla karşı karşıya getirmek kurnazlığıyla netice almak istemiyorsanız; mâkul, çözüm yolunuz nedir? Filan sıfatları taşıyanların toplumun yönetimine geçmesi gelmesi halinde bu durum düzelecek diyorsanız, o zaman, o kimseler nasıl gelecekler, sizin istediğiniz yönetim mekanizmasının başına? Halk kitlelerinin rıza ve kabul reyini, iradesini sormak ihtiyacını hissetmiyecek misiniz?

İllâ da silaha sarılarak, silahlı mücadeleyle mi gerçekleşecektir, bu hayalleriniz?

Eğer öyleyse, bu anlayışın, hele de günümüzde müslüman toplumlarında nelere mal olduğunu görmüyor musunuz? Her silahlı grubun, kendi otoritelerine itaat etmiyen öteki müslüman grupların üzerine, aynı âyetleri okuyarak ve ‘Allah’u Ekber!’nidalarıyla saldırmaları, sadece o savaşanları değil, bütün müslümanları dünya çapında utanılacak bir seviyeye düşürmüyor mu?

Diyeceksiniz ki, ‘demokrasi küfür düzeni’dir.. Çünkü, sadece günlük hayatın yasak ve serbestliklerini ve özgürlükleri değil, haram ve helallerini halk belirler.. Halk bir gün öyle der, bir gün böyle.. Halbuki, din bize bütün zaman ve mekanlarda riayet edilmesi gereken, mutlak doğru, haram ve helal ölçülerini bildirir.

Elbette ki, demokrasi üzerine tartışmıyoruz..

Ancak, bir zulüm düzeninde, egemen güçleri bertaraf etmek için, sadece silahlı mücadele diyorsanız, bunun nereye vardığı, hele de günümüzde ortada.. Bunun yanında, mutlak haram ve helal ölçülerini biz belirleriz gibi hamakat lafları etmeksizin, hayatı kendi inanç ölçülerimize , kendi irademize göre düzenlemek için, başta sistemlerin tanıdığı imkanlar içinde kalarak da olsa, kendimize daha yakın bulduğumuz kişi ve kadroları durumu ile; bu yönetimin başına getirmek ile de ‘kesin doğru diye bir şey yoktur, her şey değişkendir, halkın iradesiyle değişir..’  şeklindeki temel demokrasi anlayışından başka bir şey kabul etmiyenlerin durumu aynı mıdır?

Ve, ‘Onlar işlerini kendi aralarında şûrâ / istişare yoluyla görürler,..’ mealindeki âyetin şûra / ve istişare  nasıl gerçekleştirilecektir?

Benimkiler de mukabil bir soru..

İllâ da benim gibi düşününüz demiyorum, ama, bana da kimse o şekilde bir görüş dayatmamalıdır.. Suallerime cevab vermelisiniz, diyorum, müslüman isek, birbirimize karşı açık yürekli ve hayrı tavsiye eden durumunda olmak zorundayız, bunu da unutmamak zorundayız..

Başkalarının, yabancı  sistemlerin koyduğu ve yönettiği kitlelere,  bize şu veya bu sebeblerle sunduğu imkanların İslam’a uygun olmasını elbette bekleyemeyiz. Ama, kendi lehimize olanı tercih etmek için, onların sisteminin imkanlarından münasip olanları tercih etmek imkanı olduğunda, o yolu da tercih edemez miyiz?

Hakları ellerinden alındığı için zayıf duruma düşmüş, yani mustaz’af ve mazlûm(zulüm gören) durumundaki müslüman kitlelerin, hayatlarını inançlarının temel ölçüleri içinde düzenlemek için, daha münasib olanı tercih etmek imkanları yok mudur? Yok diyenler bunu bize hangi hakka dayanarak dayatacaklardır?

*

dirilişpostası