Kendi değerlerimizin terimleriyle konuşmayınca..

Selâhaddin Çakırgil

20 Ekim akşamı Üsküdar- Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde, Yedi Hilal Derneği’nin tertiplediği bir konferans vardı.. Konferansçı, Tûnuslu ve İslamî mücadele geçmişiyle tanınan Râşid el’Gannuşî idi. Tûnus, başlangıçta ‘Arab Baharı’ diye anılan ve sonrası, hattâ uluslararası güçlerin savaşlarına da dönüşen ‘halk patlamaları’nın başlangıç ülkesi.. O sosyal patlamalar zinciri sonra Libya ve Mısır’da, Yemen ve Suriye’de de devam etti ve etmekte.. Sadece, Tûnus’ta büyük sosyal çalkantılara dönüşmeden seçimlerle bir yerlere kadar gelindi.

Gannuşî bu siyasî gelişmeler içinde, ‘en’Nıhzeh.. /Nahda’nın lideri idi, halen de olduğu üzere.. Tunus, büyük çaplı iç karışıklıklara düşmeden bugüne kadar gelebildi. Gannuşîbütün bu gelişmeleri demokrasinin fazileti olarak görüyor. Böyle olunca da, onun konferansta bir bakıma bir demokrasi güzellemesi yaptığını söylemek yanlış olmaz.

Gannuşî, ‘Demokrasinin mazrufuna, mazmununa, yani kelimenin yabancı kaynaklı oluşuna değil, taşıdığı mânâya bakılmalı’ diyor.. İlk planda doğru gibi gözükebiliyor, bu yaklaşım.. Çünkü diğer ülkelerdeki kanlı ve büyük karmaşalar Tunus’da yaşanmadı ve yapılan seçimlerle bugüne gelindi.

Ancak, unutulmamalı ki, her terim gibi demokrasi de, asıl kültür ve medeniyet anlayışının tariflerine göre anlaşılır ve şekillenir. Unutmayalım ki, 30 sene öncesine kadar yığınla ülkelerde hükmeden bütün komünist rejimler de ‘demokratik’ bir isim taşıyorlardı.

1992 başında, Cezayir halkı, İslamî Selamet Cebhesi’ne yüzde 85’le destek verince, hemen askerî darbe yapılmış ve ‘demokrasi dünyası’ bu kanlı askerî darbeyi desteklemişti. Aynı durumu Mısır’da da görmedik mi? Halkın ‘demokratik’ desteğiyle ve yüzde 51’le seçimi kazanan Muhammed Mursî, iktidarının henüz 11’nci ayında, kanlı bir askerî darbeyle iktidardan düşürülünce, ‘demokrasi dünyası’ , bu askerî darbeyi de ‘demokrasinin kurulmasının sancıları’ndan birisi olarak görüp Gen. Sisî’yi kırmızı halılarla karşılamadı mı?

Keza, bizdeki bütün askerî darbeler de ‘demokrasiyi kurmak’ iddiasıyla yapılmadı mı?

Bu açıdan, Tûnus’daki uygulamanın diğerlerine nispetle daha yumuşak bir geçiş sağlamasına bakılarak, pragmatist bir yaklaşımla, demokrasiye sempati duyulabilir ama bu terimin ideolojik açıdan hangi temellere dayandığının gözden ırak tutulmaması gerekir.

Bir gayrimüslimi bile ‘şehid’ olarak niteleyen anlayış

Bilindiği üzere, ‘şehadet / şehidlik’ kavramı İslamâ aid ve ‘İlâ’y-ı kelimetullah’ /Allah’ın dininin korunması ve yüceltilmesi dâvası uğrunda gerektiğinde dünya hayatından geçmeyi göze alarak mücadele veya savaş verenlere verilen bir sıfat ve mertebe için kullanılan bir terimdir. Bu itiqadî terim’in düz lafzî mânâsı ise, bilindiği üzere şahidlik etmektir. Bu terimin bu çerçevede diğer dinlerde karşılığı yoktur. Her dâvanın bir kahramanı, (latin dillerinde martyr denilen) saygın sembol isimleri olabilir.

Bu izahın sebebine gelince..

Suriye Baas rejiminin en önde gelen ve cinayetleriyle ünlü bir general İsam Zahrüddin, Deyr-i Zur şehri civarındaki bir mayın tarlasına basarak parçalanmış..

İran medyası, bu kişiyi genel olarak ‘şehid’ diye andı; onun ve kardeşinin Suriye iç savaşındaki üstün kahramanlıklarına işaret ederek.. Ama daha da ilginç olan şu ki, bu ‘şehid’in aslında ‘şiî, sünnî, alevî’ filan olmadığını, onun deraiz’den, yani bir durzî’olduğunu da yazarak.. Doğrusu, onun ‘durzî’ olduğunu bu satırların sahibi de o yayınlardan öğrendi. Durzîlik, daha çok Cebel-i Lübnan’da yerleşmiş olan ve Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’dan; din adamlarının kıyafetleri, mâbedleri ve ibadet şekilleriyle de bir takım ortak özellikler alan bir cereyandır.

İlginç olan şu ki, İslam’ın ‘tek doğru’ yorumunun kendi mezhebleri olduğunu söyleyenlerin ve başka mezheblerde olanların şehidliklerine bile dudak bükenlerin maslahatları gerektirince, Suriye’deki bu câni durzi generali bile şehîd saymasındaki çarpık anlayış, bize, her durum ve hadiseyi ancak kendi değerlerimizin terimleriyle sağlıklı anlayabileceğimizi hatırlatmaktadır.

stargazete