Kemalizm 6 ilkesi Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Laiklik, İnkılabçılık, Devletçilik, Milliyetçilik değil mi? Bunu sokaktaki insanlara sorun, bu kadar dayatmaya rağmen, çoğu kişi bu 6 maddeyi sayamaz.
Kaldı ki, 6 maddenin 6’sı da, 19YY’da, savaş yıllarında, Kapitalizmin, Komünizmin, Faşizmin gölgesinde şekillenmiş kavramlar. TransHumanizm’den, “Yeni Dünya düzeni”nden söz ettiğimiz bir zamana geldik. Tek başına Cumhuriyet yetmiyordu, 2. Dünya savaşından sonra Cumhuriyet de Demokrasi de büyük bir kırılma yaşadı. Faşist ülkelerin çoğu Cumhuriyetti, Demokrasiden söz edenlerin başında Sovyetik rejimler vardı. 1950’den sonra AB sürecinde Demokrasi batının yeni resmi ideolojisi oldu. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye Lenin SSCB’si, Hitler Almanya’sı, Musolini İtalya’sı arasında dolaşıp durdu. 10. Yıl albümünde Hitler’in mesajı var, ortak ideallerden söz edilen, 27 Mayıs 1932 de Cumhuriyet gazetesi “Kemalist Türkiye’den Faşist İtalya’ya selam” diye manşet attı.
20 Nisan 1939’da Ankara’dan Hitlerin doğum günü kutlamalarına dönemin önde gelen Kemalist aydınlar, gazeteciler, diplomatlar ve askerî kişilerden oluşan bir "Kemalist heyet" katıldı. Heyette yer alan generaller Asım Gündüz ve Pertev Demirhan, Ali Fuat Cebesoy (Bayındırlık bakanı) Diplomatik heyetin başkanı Necmeddin Sadak (Dışişleri Bakanı), Falih Rıfkı Atay (Gazeteci ve Milletvekili), Yunus Nadi vardı. Sonra Komunist oldular: 18 Ekim 1920 Türkiye Komünist Fırkası (TKF) kuruldu. Ülkeye Komunizm gerekiyorsa, onu da Kemalistler kendileri getirecekti.. Kuruculara gelince Hakkı Behiç Bayiç (Gazeteci/Yeşil ordu üyesi), Yunus Nadi (Gazeteci), Eyüp Sabri Akgöl (Yeşil ordu kurucusu), Süreyya Yiğit, Kılıç Ali (Mustafa Kemalin yaveri), Çerkez Reit, Tevfik Rüştü Aras, Mahmut Esat Bozkurt, Celal Bayar, Fevzi Çakmak, Refik Koraltan. Ne yani, bunlara da mı saygı duyacağız. Eleştirmeyecek miyiz? Taksim anıtında kimler var, kimlere çelenk koyuyor mülki erkan biliyor m? General Mihail Vasilyeviç Frunze, Atatürk'ün hemen solundaki kişi. Kızıl Ordu'nun kurucularından; 1921'de TBMM'de konuşma yapmış, Sakarya Zaferi'ni kutlamış ve Sovyet yardımlarını koordine etmiştir. Enver Paşa'nın öldürülmesinde rol oynamıştır. Mareşal Kliment Yefremoviç Voroşilov, Frunze'nin arkasında Kızıl Ordu komutanı; savaşın zor günlerinde Ankara'ya gelerek "silahsa silah, paraysa para" diyerek destek vermiştir. Cumhuriyet'in 10. yıl kutlamalarına katılmıştır.
Mustafa Kemal'e mevlid okunacaksa, Anıtkabir’de okunsun, Camide değil. CHP+ADD çağrı yapsın, bizim “Yeşil Kemalistler” de destek versin. Mustafa Kemal’in ehlibeytten biri ve hafız olduğunu söyleyenler de gelir artık. Önce 10 yıl marşı çalsın, sonra Mustafa Kemal'in din ve laiklik konusundaki fikirleri de okunsun. "Kahrolsun Şeriat", "İrtica ile mücadele istila ile mücadelenin daha zor ve elzemdir", "İlhamımızı gökten indiği sanılan Arap yavelerinden almıyoruz" "Kabe Arab’ın olsun Anıtkabir bize yeter" gibi pankartlar da asılsın aslanlı yola. "10. yıl marşı", "Harbiye marşı" ve "İzmir marşı" ile de kapanış yapılsın. Ya da şöyle yapalım, Ayasofya Camii, Patrikhanelerin merkezi kiliseleri ve en büyük havrasında, Mustafa Kemal için yazılan Mevlid okunsun.. Merak eden, benim Kemalizm kitabının 384-398. Sayfaları arasındaki, Behçet Kemal Çağlar tarafından “Ankaralı Aşık Ömer” mahlası ile “Süleyman dede’nin ruhuna ithafen” yazılan yazılan MEVLİD’e bakabilir. Bu mevlidin son satırları şöyle: “Şevkü şadiyle erip cuş eyledi,
Başka fanilerle farkı gördüler / İnönü’de Atatürkü gördüler.
Ger dileriz bulasız şevkü necat / Atatürk’e, Atatürk’e esselat”.
İlk sayfalarıdaki anlatı da şöyle:
“Millet adın zikredelim bir kere, / Vacib oldur cümle işde Türklere
Şevk ile Türküm dese bir dem lisan /Dökülür cümlü hüzün bir dem lisan.
İsmi pakin pak olur zikreyleyen / Her murada erişir Türküm diyen
Mağda devri ondan evvel var idi / Türk yetişkin başkalar barbar idi.”
(…)
“Ol Zübeyde Mustafa’nın anesi / Ol sedeften doğru ol durdanesi
Gün gelip oldu Rızadan hamile / Vakt erişti hafta-ü eyyam ile
Mustafa’nın gelmesi oldu yakın / Çok alametler belirdi gelmedin..” diye devam ediyor.
Yahu işi o hale getirdiler ki, cami derneklerinin kongrelerinde bile bir çok camide herkes ayağa kalkıp saygı duruşunda bulunuyor. Hatta Apartman yönetimi toplantılarında bile, kongre gündeminin ilk maddesi saygı duruşu. Havralarda, kiliselerde de bu kural var mı bilmiyorum. Sahi neden Kilise ve Havralarda ayini ruhani düzenlenmiyor bu anlamda. Bari devlet bu işi nasıl yapılacağına ilişkin bir de yönetmelik yayınlasa, oldu olacak!. Okullarda bu tören yapılıyor madem, niye Kur’an kursları’nda da yapılmıyor. Bu niye sadece İzmit’te yapılıyor, diğer ilerde yapılmıyor. Niye İzmit?
Aslında tek parti döneminde Mevlid okutmayı resmen yasaklamaya gerek kalmamıştı. Zaten hacı-hoca takımı ortalıkta görünmez olmuştu. Bırakın Kur’anı Kerim, “Elif - be cüzleri” bile toplatılıp imha ediliyordu. Eski Mevlid kitabları da Osmanlıca yazılı olduğu için yasak kapsamındaydı. Valilik, Kaymakamlığın ve Müftülüğün izni ile, Mustafa Kemal’in ölümünden sonra bazı illerde camilerde Müftülük tarafından Mevlid okutuldu ve bu törene CHP üyeleri, Askeri ve Mülki erkan, öğretmenler katıldılar. Daha önce de Mustafa Kemal zamanında Türkçe ezan ve Türkçe Kur’an, Türkçe Hutbe uygulaması yapılırken, Türkçe Mevlid uygulaması da yapılmıştı. Resmi olmayan özel mevlid okumaları, irticai eylem mahiyetinde değerlendiriliyordu. Milli Şef İsmet İnönü tarafından, “Reisicumhur” imzalı belgede, “Tam Mevlid-i Şerif” ve “54 Farzlı Büyük ve Tam Namaz Hocası” isimli kitaplar, 25 Kasım 1944 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanmıştı. Eski Müftü Mustafa Efe, mahallesindeki gençlere Kur’an-ı Kerim öğrettiği için hakkında dava açılmıştı. Mahkemede duruşma’da savunmasını yaparken “Evde Kur’ân okutuyordum” deyince, hâkimin kendisine, “Peki, sen bu memlekette Kur’ân okutmanın suç olduğunu bilmiyor musun?” diye bağırdığını nakleder.
“Türkün dini Kemalizm” ise, birileri Mustafa Kemal’e tapınmak istiyorsa,( resmi din diye bize dayatmasınlar da) kendi mabedlerini inşa etsinler. “Nutuk” kutsal kitapları olsun. Yönlerini Anıtkabir’e dönsün, isterlerse her gün ona ibadet etsinler. İnsanlar Budist, Konfiçyüs’ist olabiliyorsa, ne den Kemalist olamasın ki. Kemalizm’in fikir babası “Tekinalp”i de aziz ilan etsinler. “Zorla saygı” da olmaz, “saygı duruşu” da. Zorla “hoşgörü” de olmaz. Haram ve Mekruh, kötü, kerih olandır. Hindistan’da İneğe tapıyorlar diye, önüme her İnek çıkışında, Müslüman bir kişi olarak ayağa kalkıp ona saygı göstermem gerekmez. “Anayasal Özgürlüklerin Korunması İlkesi” açısından Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Hiç kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz!. Zorunlu bir "saygı duruşu" eylemi, inanç veya inançsızlık temelinde bir eyleme katılma ya da katılmama yükümlülüğü getirilmesi hukuka uygun olmayacak. Ezdiler Şeytana, Hindular İneğe tapıyorlar. Buna inanana bunu yasaklayamayacağınız gibi, inanmayana da bunu dayatamazsınız. Bu durum, dini, Mezhebi, ideolojik, politik konularda da aynen geçerlidir.
İnsanların devlete ve yasalara sadakatleri, dinlerine sadakati için bir güvence olduğu ölçüdedir. İnsanlar devleti bunun için, malları, canları, namusları, akılları, inançlarını ve nesillerini korumak için kurarlar.
Bu anlamda Bir eylemin zorunlu kılınması, vicdan ve kanaat özgürlüğüne dolaylı bir müdahale teşkil eder. Anayasa’nın 26. Maddesinde düzenlenen “İfade Özgürlüğü ve Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü” çerçevesinde, kişilerin resmi veya özel hiçbir alanda, kendi rızaları dışında, düşüncelerini veya bağlı oldukları/olmadıkları sembolik eylemleri sergilemeye zorlanmaları kabul edilemez.
“Saygı duruşu” yasalarda açıkça şartları belirtilmiş bir konu değildir. Keyfi bir takım uygulamalar da bu anlamda hukuka uygun olmayacaktır. Saygı gönüllülük esasına uygun olmalıdır. Aksi halde kişiyi itaate zorlayarak teb’a ve Reaya konumuna sürükler. Bu durumda ortaya Kuzey Kore’deki duruma benzer bir icraat ortaya çıkacaktır. Kaldı ki, bu tür endişeler sebebi ile de okullardaki and kaldırılmıştır ve aynı çerçevede “Anayasanın başlangıç maddeleri” ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen maddeleri ile, bir hukuk garabeti olarak önümüzde duran “Atatürk’ü koruma kanunu” tartışılmaya devam etmektedir. Konuyu Mevlid’le ilişkilendirecek olursak, bu dini özgürlükler açısından da laiklik ilkesi açısından da sorulu bir durumdur. Bu konu Diyanet Teşkilatının yapısı ve uygulamalar açısından da yeni tartışmalara zemin hazırlayacak bir uygulama olacaktır.
(Tevbe 80)’de ne deniliyordu: “Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de Allah onları asla bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah’ı ve Resûlünü inkâr etmiş olmaları sebebiyledir. Allah, fasıklar topluluğunu asla doğru yola erdirmez.” (84) “Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabri başında durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Resûlünü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.” Allah'ın âyetlerine "safsata", Hz. Peygambere ve getirdiği vahye "arap oğlunun yâveleri (saçma sözleri)", Kur'an'a "gökten indiği sanılan kitap" diyen dini açıdan tartışmalı fikirlere sahip siyasi bir kişiyi, o fikirlere karşı çıkan kişileri Allah'ın mescidlerinde anmaya zorlamak kabul edilemez! Kaldı ki Diyânet İşleri Yüksek Kurulu'nun fetvasıyla (https://kurul.diyanet.gov.tr/soru/gayrimuslimlere-dua-etmek-rahmet-okumak-istigfar-etmek-caiz-midir/0193c42d-87ad-7df7-7882-7c8ecf7d9d43) açıklık kazanan bir konuda bizzat idare tarafından, din üzerinde baskı kurarak reforma tabi tutmak anlamına gelecek böyle bir uygulama kabul edilemez. Ankara önce şuna karar vermeli; Türkiye bir hukuk devleti mi? Milli egemenliği tarihin belli bir aralığından konjonktürel olarak belirlenen, bir şahsın fikirlerine endeksli olarak donduran bir anlayışla bu iş olmaz. İdari bir kararla saygı dine de, ahlaka da, hukuka da akla da aykırıdır. Selam ve dua ile.