Kanunî Zamanında ve Bugün İstanbul"da Yaşamak

Kanunî Zamanında ve Bugün İstanbul"da Yaşamak

1500'lü yıllarda Kanuni Sultan Süleyman zamanında İstanbul'da yaşıyorsunuz. Muazzam bir imparatorluğun başkenti. Sokaklarında caddelerinde meydanlarında yetmiş iki millete mensup insan var. Asayiş ve güvenlik mükemmel. Papaz Morand, Fransız elçisinin maiyetinde o tarihlerde İstanbul'a gelmiş, şöyle yazıyor: "İstanbul'da bir kimse avucunu altınla doldurup kalabalık yerlerde dolaşsa yan gözle bakan çıkmaz..." Adalet var. Bir suç işleyen hemen tepeleniyor, zaten halk genellikle ahlâklı olduğu için fazla suç işlenmesini engelliyor. Güneşin doğmasından bir saat önce, Padişahtan en hakir dilenciye kadar bütün Müslümanlar ayaklanıyor, sabah namazına hazırlanıyor.

O tarihlerde sosyal sigorta falan yok, lakin hiçbir miskin, fakir, yoksul aç kalmıyor. Vakıf imarethaneler var, parası yiyeceği olmayanlar oralara gidip karnını doyuruyor.

O asırda karada atla, deveyle; denizde, yelkenli gemiyle yolculuk yapılıyor. İstanbul'dan Ankara'ya on dört günde gidiliyor. Yollarda kervansaraylar var, yolcular üç güne kadar kalabiliyor, insanlara yemek, hayvanlara yem bedava veriliyor.

İşte siz böyle bir İstanbul'da huzur içinde yaşayabilirdiniz. Adalet var, güvenlik var, aş var, huzur var.

2008 İstanbul'undayız, yetmiş milyon halkın yirmi milyonu buraya toplanmış, dağ taş bina dolmuş. Bina ve zina...

Güvenlik yok... Tavuk boğazlar gibi adam kesiliyor.

İdam cezası kaldırılmış... Sekiz yaşındaki çocuğun ırzına geçip başını taşla ezen katil hapishanede besleniyor.

Ahlâksızlık diz boyu... Riba yaygın vaziyette... Ürettiğinden çok tüketen bir toplum... Halkın büyük kısmı yarı aç yarı tok yaşarken mutlu, kutlu, egemen bir azınlık vur patlasın çal oynasın yiyor, içiyor, eğleniyor.

Kanuni zamanında, trafik sıkışıklığı olmasın diye herkes ata, eşeğe, katıra binemezmiş, Padişahın camiini (Süleymaniye) inşa eden baş Mimar Sinan bile yaşlı olmasına rağmen binitle dolaşma iznini kopartamamış.

O zamanlar, hileli mal satan esnafı, muhtesibler hemen oracıkta falakaya yatırır, güzelce döver rezil ederlermiş. Bugün İstanbul'da halka muazzam miktarda domuz, yaban domuzu, eşek, at, kanguru eti yediriliyor, kimsenin haberi yok, ilgilenen engelleyen de yok.

Kanuni devrinde Eyüp'teki kaymakçı dükkânlarında bazı karılar uygunsuz işler yaparlarmış ama fuhuş, zina, pislik, rezalet, ahlâksızlık bu kadar yaygın değilmiş.

Şimdi muhterem dindar, sofu, ahlâklı ve faziletli Müslüman okuyucularıma soruyorum:

Biz, Kanuni İstanbul'unda değil, 2008 İstanbul'unda yaşadığımıza göre bizim bu şehirde rahat, gel keyfim gel, huzurlu, bir hayat sürmemiz mümkün müdür?

Bu şehirde 450 sene önce yaşamış bir Müslüman mezarından kalkıp şehre girse feryat ve figan kopartarak kara toprağın bağrına geri döner.

Şehrin küffar tarafından alınmış olduğunu sanır. Hem günde beş kez ezan okunduğunu işitir, hem de bunca fısk, fücur, günah, isyan, fuhuş nasıl oluyor bir türlü anlayamaz.

Bu devirde bir Müslüman'ın bu günahkar şehirde huzur içinde, keyf içinde yaşaması onun için çok büyük bir ayıptır.

Kötülükler olumsuzluklar bir Müslüman'ı çıldırtacak boyuttadır.

Kanuni zamanında gayr-i müslim tebeanın, reâyânın, ehl-i zimmetin din, kimlik, kültür hürriyeti varmış. Ülkede milyonlarca Rum yaşarmış. Türkçe öğrenmeleri şart bile değilmiş. Osmanlı devleti bir "Milletler Birliği" imiş.

Bugünkü İstanbul'da çoğunluğu oluşturan Müslümanların, Kanuni zamanındaki Rumlar, Ermeniler, Yahudiler kadar. Din, inanç, inandığı gibi yaşamak, kendi kimlik ve kültürlerini korumak hürriyeti yoktur.

Benim çok sevgili, çok muhterem, çok aziz, pek rahat sever, pek konfor-perest, lüks-sever, gel keyfim gel; oh kekâh, yan gel de yat Müslüman kardeşlerim. Merak ediyorum, siz bunca olumsuzluk, fısk, fücur, isyan, tuğyan, fuhşiyat, dinsizlik, densizlik, münkerat içinde nasıl gününüzü gün ederek huzur içerisinde yaşayabiliyorsunuz?

Bu huzurunuzun sihirli ve şeytanî formülünü açıklayabilir misiniz?

milli gazete