‘Kanlı Janvar’dan geriye kalan..

Selâhaddin Çakırgil

Yanvar kelimesi, (ing) January, (fr.) Janvier, (alm.) ve (rus.) Januar kelimesinin, -bizde ise, - 70-80 yıl öncelere kadar ‘Kânun-u sâni/ İkinci Kânun’ diye anılan ve -her şeyiyle yeni bir toplum oluşturmak iddiasıyla yapılan mâlum devrimlerden sonra- bugün ‘Ocak’ ayı için kullandığımız kelimenin Azerî türkçesinde telaffuz olunan şekli..

‘Kanlı Yanvar’ ise, 30 yıl öncesine aid bir korkunç ve vahşî saldırının adı..

O sırada, can çekişmekte olsa da, ama, Glasnost ve Perestroyka gibi iddialı kurtuluş reçetelerini, gerçekte ise, Sovyet Komunist İmparatorluğu’nun ‘defin ruhsatiyesi’ne dönüşen sosyal değişim proğramlarını uygulayan son Sovyet Rusya lideri Mihail Gorbaçov, hele de kapitalist emperyalizm dünyasında alkışlara boğuluyordu.

İşte o demlerde, Sovyetler Birliği’nin Azerbaycan Respublikası’nda, özellikle Sumgayt şehrinde ermenilerle azerîler arasında patlak veren bir sosyal çatışma sırasında, iki taraftan 40 kadar insanın hayatını kaybetmesi üzerine, 19-20 Janvar 1990 gecesi, yüzlerce Sovyet tankının Bakû’ya sürülüp, direnmek isteyen halkı ezip geçmesi şeklindeki ve geride geride yüzlerce kurban ve yaralı bırakan vahşî saldırıya, azerî halkının verdiği isimdir, Qanlı /Kanlı Janvar..’

***

Evet, bugünler, o vahşi saldırının 30. Yıldönümü..

İstanbul’da Marmaray’ın Yenikapı İstasyonu’nun koridorlarında, hergün onbinlerce insanın koşuşturduğu mekânda sergilenen Kanlı Yanvar’ın 30. Yıldönümü için fotoğraflarda parça parça edilmiş, ezilmiş, kadın-erkek, çocuk yüzlerce insanın fotoğrafları insanların ilgisini çekiyor mu diye bakıyorum.. Bir koşuşturma içinde olan o onbinlerden pek azı göz ucuyla bakıp geçiyor. O sergiyi hazırlayanlar da, o facianın mahiyeti ve hattâ, ‘Kanlı Yanvar’ kelimelerinin ne olduğu hakkında bile hiçbir açıklayıcı bilgi yazmamışlar.

‘EVET, KOMUNİZM ÇÖKSÜNDÜ, AMA, YERİNE NE GELMELİYDİ?’

Hâfızam beni o günlerde yurt dışındaki yayınlarda yazdığım yorumlara götürdü.. Uzuuun yazılar yazmışım. Bir de o sırada, Azerbaycan’da yeşermeye başlayan İslâmî öz’e dönüş hareketinin işareti olmak üzere, Bakû’da en elverişsiz şartlarda ve yine de Sovyet makamlarının komünist kafalı yerli memurlarının devam eden baskıları altında ve azeri türkçesiyle ve 70-80 yıl öncelerde, tıpkı bizdeki gibi, Stalin tarafından da yasaklanmış olan arab alfabesinin kurşun harf kalıpları sandıklardan çıkarılarak güç-belâ yazılıp yayınlanmaya çalışılan ‘Odlar (Ateşler) Yurdu’‘Seher’ gibi dergilerdeki yazı ve fotoğraflara bir daha baktım..

O fotoğrafların sunulmasının başlangıcında, merhûm Mehmed Âkif’in ‘Bu daşındır (taşındır) diyerek Kâbe’ni (Kâbe’yi) diksem başına..Yine bir şey idebildim (yapabildim) diyemem hâtırana..’ mısraları yazılmıştı..

Evet, o yazılar bin yıla varan tarihî- İslâmî kimliklerine dönmek için bir dönüm noktası olacağını haber veriyordu. Kitleler, kendilerinden olan kanaat önderlerinin yönlendirmesi ve cesaretlendirmesiyle, kendi tarihî alfabelerine, kendi İslâmî kültür ve inanç hazinelerinin anahtarı olan arab alfabesine dönmeye hazırlandıklarının işaretini veriyorlardı.

Ve Azerbaycan’da, -Türkiye’den de önce- 1920’lerde ilk komünist liderlerin de teşvikiyle azerî türkçesinin latin harfleriyle yazılmasına imkân verilmesi, 1926’larda Stalin tarafından yasaklanmış, ‘rus’ ‘kiril’ alfabesine geçilmişti.

Ki, İran Azerbaycanı’ndan, türkçe ve farsçanın son çağdaki en büyük şairlerinden olan Tebriz’li merhûm Muhammed Huseyn ŞEHRİYAR Müslümanların maruz kaldığı o saldırıyı, Müselmanları kendi özlerinden koparmaya yönelik olarak niteliyor ve ‘Bırakalım şu şeytan alfabelerini, öz elifbâmızla okuyup yazalım..’ diyordu.

Ama, yazık ki, o alfabe oynamaları başarılı olmuştu. Ki, arab alfabesiyle yazılan bin yıla yakın geçmişin hazinesi olan eserleri bugünün nesilleri okuyamıyor.

‘BURALARDA (İSLÂM YEŞİLİ) DEĞİL, (DOLAR YEŞİLİ) HÂKİM OLMALI!’

Bu gelişmeler esnâsında, bir noktayı da esefle hatırlamakta fayda olsa gerek: Azerbaycan’a yapılan o vahşî saldırıya karşı Türkiye’nin hemen bütün büyük şehirlerinde kitleler, onbinlerin katılımıyla Sovyet Rusya aleyhinde dev protesto gösterileri yapıyorlardı. Ama, yazık ki, Cumhurbaşkanı Turgut Özal, bu gösteriler karşısında, ‘Bize ne Azerbaycan’dan? Biz onlarla hiçbir zaman bir olmadık, sonra onlar başka mezhebden..’ diyecek kadar ölçüsüz laflar ediyor, Azerbaycan halkına derin bir hayal kırıklığı yaşatıyordu.

***

Ağustos-1991’de Sovyetler Birliği’nin kesin olarak çöküp ortaya 15-15 ayrı devletin ortaya çıkmasından sonraki gelişmeler ise, Azerbaycan için, ‘Kanlı Yanvar’dan da beter oldu. Halbuki, o korkunç saldırı, Azerbaycan halkının kendi aslî değerlerine dönmesi için bir dönüm noktası olacak büyüklükteydi.

Öte yandan, Ermenistan güçleri, Ama, Azerbaycan’da bir türlü dikiş tutturamayan yeni bir liderlik kadrosuna oluşmadan çalkantılar içinde bulunurken, o sırada, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Devlet Başkanlığı’na gelmiş bulunan Ebu’l’Fazl Aliyev (Elçibey) Ankara’ya geliyor, Meclis’te yaptığı konuşmada, kendisini laik Türkiye’nin ilk Şef’inin ‘küçük bir askeri’ olarak niteliyor ve Azerbaycan’daki İslamî uyanış habercisi gelişmelere karşı da, İstanbul’da yayınlanan ve laikliğin bayrakdarlığına soyunan bir gazeteye verdiği mülâkatta, ‘Beni kızdırmasınlar, şaman olurum!.’ diyecek kadar, yerinin neresi olduğunu ortaya koyuyordu.

Halbuki, Azerbaycan halkı arasındaki İslâmî uyanış, henüz küçük küçük sembollerle ifade edilebiliyordu. Esasen, üççeyrek asırlık uzuuun bir komünist dönemden sonra çok köklü bir sosyal değişiklik beklenemezdi. Nitekim, o sıralarda, Süleyman Demirel, eski Sovyet ülkelerindeki Müslüman halkların bir ‘İslâmî sisteme geçme tehlikesi’ oluşturma ihtimalini dile getirenlere karşı, ‘O kadar endişe etmeye gerek yok, komünizm, o tehlikeyi bertaraf etmiştir..’ diyordu..

Evet, Azerbaycan ve Orta Asya ülkelerindeki Müslüman halklar da dedelerinin sandıklarında sakladıkları o eski kurşun harf ve kalıpları çıkarıp, kendi ana dillerinde İslamî duygu ve düşüncelerini dile getirmeye çalışırlarken; o günlerde, F.G. Hareketi ise, halkı Müslüman olan bütn o Orta Asya ve Kafkas cumhuriyetlerinde Müslüman halkların kendi öz ve aslî değer ve kültürlerine dönmemesi için, elindeki gazeteyi devreye sokuyor ve yerli Müslümanların arada bir dergi basmak için bile kağıt bulamazken, o gazetesini, bir kaç harf ilaveli latin alfabesiyle, türkçe lehçelerine göre basarak yolu kesiyordu.

***

Daha da ilgi çekiçi olan ise, tam da o sıralarda, o dönemin Amerikan Dışbakanı James Baker, ‘Sovyet ülkeleri haritada kırmızıya boyalı olarak gösteriliyordu. Şimdi buralar artık, yeşil renkle gösterilecek; ama bu, ‘İslâm Yeşili’ değil, ‘Dolar yeşili.. olacak!’ diyordu.

Öyle de oldu maalesef; ama şimdilik, inşaallah..