‘Kâkül direnişi’nden bugüne...

Ahmet Taşgetiren

1994’te gitmiştik İran’a. Devrimin 15’inci yılında. Yazarlar Birliğinden arkadaşlarla birlikte.

15 yıl sonra “Devrim ve toplum” ilişkisine dair gözlemler önemliydi. Söz konusu olan İslam devrimiydi. “Yukardan aşağı”, yani “devlet eliyle” bir İslamlaşma politikası yürütülüyordu. Acaba 15 yıl sonra nasıl bir dönüşüm gerçekleşmişti İran’da?

O zaman da kadınların kıyafeti “Değişim”in göstergesi durumundaydı. Kadınlara “Tesettür” uygulaması, yani “başörtüsü takma zorunluluğu” getirilmişti.

Sokaklara baktığımızda iki tür tesettür uygulaması gözleniyordu. Çarşaflı kadınlar vardı, bir de yarım başörtülü kadınlar. Yarım başörtüsü kadınların kakülünü dışarda bırakıyordu. Bunun seçilmiş bir tavır olduğunu anlamamak mümkün değildi. Nitekim ben İran izlenimlerimi paylaştığım yazılarımda bu tavrı “Kakül direnişi” diye nitelemiştim. Bunun bir tür “direniş” olduğunu görmemek mümkün değildi.

Bize rehberlik etmek üzere görevlendirilİen mihmandara sordum:

-Rejim başörtüsü takma zorunluluğunu kaldırsa İran’da kadınların tavrı ne olur?

Şunu söyledi:

-İran’da geleneksel olarak çarşaf giyen kadınlar var, genelde yaşlılar, onlar çarşaf giymeye devam ederler. Bir de devrime iştirak eden genç üniversite öğrencileri. Onlar da devrim idealleri çerçevesinde tesettüre riayet ederler. Onun dışındakiler, yani şu gözlemlediğiniz kakülleri açık kadınların başlarını örteceklerini sanmıyorum.

43 yıl geçti “Devrim”in üzerinden.

Ve İran Mahsa Amini isimli kadının, devrim şablonuna uygun giyinmediği gerekçesiyle önce “Ahlak Polisi” tarafından sokak ortasında dövüldükten, sonra da karakolda yediği dayaklar sebebiyle ölmesinden sonra İran bir “kadın ayaklanması”na tanık oluyor.

Bu rejim karşıtı ilk toplumsal tepki değil.

Belli ki Rejim, ”kakül direnişi”ni zaman içinde söndüreceğini düşündü. Yani rejim yerleşecek, belki eğitim üzerinden genç nesiller devrimin idealleri istikametinde yeni kişilik edinecekler ve toplum “İslamlaşacak”tı.

Bunu da sormuştum 1994’te mihmandara; şöyle:

-15 yıl oldu devrim gerçekleşeli. 15 yılda rejim eğitimden geçirdiği çocuklarda bir ideal biçimlenmesi sağladı mı?

Mihmandar kısıtlı konuşuyordu ama hal ve tavrından böyle bir sonuç alınamadığını ifade ediyordu.

Biz de “Devrim-ler” geçirdik. “10 yılda 15 milyon genç yarattık” marşları söyledik. Geldiğimiz nokta dışardan bakıldığında “Kimliği parçalanmış ülke” tanımlamasına uyuyor.

Ak parti iktidarı, ya da bu iktidarın yukardan aşağı düzenlemelerle “dindar gençlik” üretebileceğinden heyecanlananlarımız, 20 yılda toplum değerleri açısından nereden nereye gelindiğine bakabilir. Siyasi nabız ölçümleri Ak Parti’nin gençlerde önemli zemin kaybı yaşadığını, eğitim ve gelir seviyesi yükseldikçe insanların Ak Parti ile arasına mesafeler girdiğini ortaya koyuyor.

Son zamanlarda iktidar gücü “ideolojik” diye nitelenebilecek ve genelde “yasaklar” diye tanımlanabilecek uygulamalarla gündeme geliyor. Bu sebeple de İran bağlantılı yorumlara muhatap oluyor.

Muhafazakâr ailelerimiz bünyesinde de, çocukların (daha çok kız çocuklarının) giyim tarzları üzerinde hassasiyet olduğu ve bunun zaman zaman tartışmalara sebep olduğu biliniyor. Her ailede olmasa bile, anne – baba otoritesinin belirleyiciliği ile gençlerin özgürlük talepleri arasındaki makas açılıyor.

Dindar bir anne-babanın çocuklarının islâmî hassasiyetle yetişmesi beklentisi elbette anlaşılabilir.

Benzer biçimde muhafazakâr bir siyasi kadronun icraatlara kendi rengini verme arzusu da anlaşılabilir.

Ama bunun hem aile bünyesinde hem toplumsal zeminde nasıl, hangi hassasiyetle, hangi yöntemle, insanların özgürlük sınırlarına müdahale etmeden gerçekleşebileceği sorusu hem hayati hem çok zor bir sorudur.

İran, devrimin 43’üncü yılını yaşıyor. Türkiye devrimlerin 100’üncü, Ak Parti kendisine biçtiği “özel misyon”un 20’inci yılını yaşıyor. Aileler çocuklarıyla her günü yaşıyor.

İran’da rejimin kodlarını sokağa taşıyan ahlak polisi, Türkiye’de Kemalist devrimlere kutsallık atfedenler ve Ak parti iktidarından toplumu bir biçimde değiştirmesini bekleyenler gelinen noktada hep birlikte ulaşılamayan hedeflerin yakınmasını yaşıyorlar.

Belki de herkes, insan denen varlığın tornadan geçirilemediği gerçeğini ıskalıyor. Torna operasyonunda da Mahsa Amini gibi kurbanlar veriliyor.