Japonya’da bir Hoca tanıdım, ağzı dualı

Hasan Karakaya
 

Tam bir haftadır, ayrıyız... Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan’la birlikte 5 Ocak akşamı çıktığımız Japonya, Singapur ve Malezya gezisinden 11 Ocak sabahı döndük... Bu arada; gönüllerimiz elbette birdi ama “yazı” olarak bir hafta ayrıydık... Şükürler olsun ki, işte yine birbirimize kavuştuk...

Malûm, bir yerden gelene sorarlar:

“Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat.”

Nesini ve neresini anlatayım?..

Japonya’nın başkenti Tokyo ayrı bir dünya, Singapur ayrı, Malezya ayrı...

NÜFUS ÇOK, TOPRAK AZ!

Japonya’da gördüğüm şu:

“Tokyo, tıkış tıkış bir şehir!”

Her taraf gökdelen,

Her taraf yol!..

Hem de, “çift katlı” yol!..

Ama, buna mecburlar.

Yüzölçümü 377 bin 915 kilometrekare olan bir ülkede, 128 milyon insan yaşarsa, olacağı budur... Yeterli toprak yok ki, “yatay yerleşim” olsun... Bu kadar nüfusu barındırabilmek için, mecburen “dikey yerleşim”e geçmişler.

“Tıkış tıkış”lığın sebebi bu...

En ufak mekânı bile değerlendirmişler... Kişi başı millî gelir 46 bin 706 dolar olmasına rağmen, mesela “3 çocuklu bir aile”nin oturduğu ev, “45-50 metrekare”yi geçmiyor.

“Ev”ler bu kadar “küçük” olunca, “misafirlik” kavramı da ortadan kalkmış... Çok önemli günlerde; birbirleriyle ya “restoran”larda ya da “meydan”larda buluşuyorlarmış!..

Anlayacağınız;

“Arkadaş”ların veya “akraba”ların “birbirlerinin evine gidip gelmeleri” söz konusu değil...

“Ev” bulmak hayli güç olduğundan, “evlenme” oranı da düşük... Ki, bu yüzden Japon nüfusu, gittikçe yaşlanıyor... “Yaşlı Avrupa” kavramından sonra, “İhtiyar Japonya” kavramı da, lügatimize girmek üzere...

Sadece “yaşlanma” değil, Japonya’yı bekleyen bir tehlike de “yozlaşma!”

Bilirsiniz; özellikle bizim kuşak, “Japonya”dan bahis açıldığında derdik ki; “Kalkınmak için, illâ da Batılılaşmak şart değil... Bakın Japonya’ya; hem geleneklerine bağlılar, hem de kalkınmada Amerika ile yarışıyorlar!”

Gittiğimde gördüm ki;

Japon kadınları ve kızları da “Batı modası”nın rüzgârına kapılmış.. Cadde ve sokaklar “miniden de kısa etek ve şortlu kızlar”la dolu!..

Haa, buna rağmen, yine de “din”lerine bağlılar... Japonya’da en önemli iki din, Budizm ve Şintoizm... Her iki din de “birbirlerinin tamamlayıcısı” olduğundan, bir Japon; hem Budist, hem de Şintoist olabiliyor.

“Hıristiyan”ların oranı binde 8 civarında... “Müslümanlık” da dahil, diğer dinlerin oranı ise yüzde 5-6...

JAPONYA’DA BİR İMAM

“Dinler” deyince, bir gözlemimi aktarmak istiyorum... Japonlar; ister kadın olsun, ister erkek; karşılaştığı her insanın önünde eğiliyor ve onu selâmlıyor... İnsanların yanından ayrılırken, “sırtlarını dönerek” değil, “geri geri” gidiyorlar ve tekrar odaya girdiklerinde, kimse olmasa bile yine eğilip, selâmlıyorlar...

Bazı arkadaşlar; buna, “öğretilmiş kibarlık” deseler de, ben, bu tavrı “tasavvuf kültürü”ne çok yakın buldum ve hatta dedim ki; “Bu insanlar, tasavvuf kültürüne bu kadar yakınken, niye Müslüman olmuyorlar?”

Derken, kaldığımız otele gelen Tokyo Camii imamı Muhammed Raşit Alas’la sohbet edince öğreniyorum ki; Japonlar İslâma hayli ilgi duyuyorlar ve “sıcak”lar...

Muhammed Hoca, Kayseri’nin Yahyalı ilçesinden... 

Diyanet tarafından Tokyo Camii’ne tayin edileli, henüz “3 ay” olmuş... Bu 3 ayda, “30 Japonun İslâmla şereflenmesine” vesile olmaktan dolayı bir hayli mutlu...

Gerçekten de; 1938 yılında Kazan Türkleri tarafından inşa edilen, yıkıldıktan sonra arsası Türkiye’ye hibe edilen, Türkiye’nin de 30 Haziran 2000 tarihinde ibadete açtığı Tokyo Camii’ne gidip “namaz”larımızı kıldıktan sonra, bir de baktık ki, caminin içi “meraklı Japonlar”la dolu... Camide görevli bir “Japon Müslüman” da habire bilgi veriyor onlara...

Gıpta etmemek mümkün değil...

Bu tablo, bizi çok mutlu ediyor... Muhammed Hoca ve eşine teşekkür ediyoruz...

NİMETULLAH HOCA

Otele dönüyoruz... Bir de bakıyoruz ki, bembeyaz bir elbise, bembeyaz bir sarık ve bembeyaz sakallı biri, oturmuş bir kanepeye, yanındakilerle sohbet ediyor... Kim olduğunu sorunca, öğreniyoruz ki, bu; birçok Müslümanın yakından tanıdığı Nimetullah Hoca’dır.

Tam adı;

Nimetullah Halil İbrahim Yurt...

Nimetullah Hoca, 1930’lu yıllarda Amasya’nın Taşova ilçesinde dünyaya gelir... Daha küçük yaşlarda babası ile birlikte âlimlerin ve âriflerin sohbetlerine katılır, Mahmud Sami Ramazanoğlu, Süleyman Hilmi Tunahan, Mehmet Zahid Kotku Hazretleri gibi dönemin büyük Allah dostlarına hizmet etmek nasip olur. 

1955 yılında Sultanahmet Camii’nde müezzinlik, Gönenli Mehmet Efendi ve Seyyid Arvasi Hazretleri’ne imam vekilliği yapar. Dönem dönem vazifeli olarak Hicaz’a gider. Dünyanın farklı yerlerinden gelen topluluklara vâizlik yapar.

Medine’de tebliğ çalışmaları yaptığı sırada Japonya’dan çok ısrarlı bir davet gelir. Nimetullah Hoca, ailesiyle de istişare ettikten sonra Japonya’ya hicrete karar verir. Ne maddi yetersizlik ne de lisan bilmeme yıldırır Nimetullah Hoca’yı. Japonya’ya ayak bastığı daha ilk günlerde Allah rızası için geldiğini duyan ve Müslüman bir Japon olan Eşref Yesevi, ona gönüllü tercüman olur. Birlikte sürekli Japonya’daki farklı kurumları ziyaret edip, İslamın güzelliklerini anlatırlar. 

RAVZA HANIM’IN İLGİNÇ HİKÂYESİ

Japonlar, Nimetullah Hoca için, “Tüm insanlar Mavi Cami’ye (Sultanahmet Camii) gider, Mavi Camii’nin imamı buraya gelmiş” derler. İslamın güzelliğini anlattıkça insanlardaki merak ve öğrenme isteği daha da artar. Nimetullah Hoca herkesle teker teker ilgilenir. Konferanslarında yüzlerce insana, “Bu iki kelime bütün dertlere devadır” deyip Kelime-i Tevhid’i söyletir. 

Otobüste, trende, istasyonda tanıştığı her insana “One ‘La ilahe illallah’, all problem finish” der ve İslam Merkezi’nin telefonunun yazdığı bir kâğıt verir. Çok geçmeden birçoğundan geri dönüşler alır, onları Tokyo İslam Merkezi’ne davet eder. Merkeze gelip gittikçe birçoğu da İslamla şereflenir. 

Bir hatırası şöyledir: 

Tramvay durağında beklerken İngiliz bir bayan dikkatini çeker. Yanına yaklaşır, tanışırlar. Ona “One ‘La ilahe illallah’, all problem finish” der ve İslam Merkezi’nin numarasının olduğu bir kitap hediye eder. Onu İslama davet eder ve oracıkta “Ravza” ismini verir. Ayrıldıktan sonra ciddi sıkıntıları olan İngiliz bayanın zamanla sıkıntıları biter, daha sonra tesettüre girer. Meşhur bir Japon hanım sanatçının konseri öncesi kulise gider Ravza Hanım... 

Sanatçıya hayranı olduğunu, yeni bir söz ve yeni bir melodi öğrendiğini, bu sözün söylendiğinde tüm dertleri def ettiğini söyleyip, onu imana davet eder ve Kelime-i Tevhid’i o sanatçıya öğretir. 

Az sonra sahneye çıkan sanatçı “Yeni öğrendiğim melodiyi sizinle paylaşmak istiyorum” diyerek, yüzlerce insana “La ilahe illallah, Muhammedun Rasulullah” sözünü defalarca söyletir.

Ne tevafuktur ki;

Nimetullah Hoca ile sohbet ederken, o hanım, evet Ravza Hanım da yanımıza gelmesin mi... Elbette çok mutlu oluyoruz... Öğreniyoruz ki; Nimetullah Hoca’nın daveti üzerine “17 yıl” önce Müslüman olan Ravza Hanım, “tam 7 dil” biliyor.

Nimetullah Hoca istiyor ki; bir televizyon kanalı Ravza Hanım’la röportaj yapsın da onun nasıl “Müslüman” olduğunun hikâyesini bütün Türkiye duysun... İnşallah, bu dileği gerçekleşir...

Bu vesileyle şunu söylemek istiyorum: 

Nimetullah Hoca’ya içim ısındı, kanım ısındı... Çünkü tek derdi tebliğ, tek yaptığı dua..

“Beddua fışkırtan”ağızlar ibret alsın!..

TOKYO’DA BİR AKİTKOLİK

Japonya’da, Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof.Dr. Hayati Develi ve bir “Akitkolik” olan Murat Erdem’le de tanışıp, ayaküstü sohbet ediyoruz... Murat Erdem, bir firmada “finans danışma şefliği” yapıyor... Sıkı bir Akit, sıkı bir Ayna takipçisi... İlgisi ve sevgisi için teşekkürler...

Japonya’daki temaslarımızı tamamladıktan sonra, “7 saatlik bir uçuş”un ardından Singapur’a iniyoruz... Bütün meslektaşlarımızın ortak kanaati şu: Singapur, “dünyanın en gelişmiş, en doğal ve en yaşanabilir” ülkelerinden biri...

Neyse... Bugün, yerimiz oldukça dar... Singapur ve Malezya’dan da yarın bahsederiz inşallah...

Türkiye’ye yeniden kavuşmak güzel...

Bir de, şu “darbeciler” olmasa!..
 

Okuyucular›m›z›n talepleri, ilgililerine iletildi

Gerek “Japonya, Singapur, Malezya” gezisine çıkmadan önce, gerek gezi esnasında “telefon” eden ya da “mail” gönderen okurlarım bilsinler ki, “mesaj” ve “talep”leri, ilgili “bakan, milletvekili ve bürokrat”lara iletilmiştir.

Meselâ; Turgutlu Çaldağ’daki “nikel madeni” konusundaki “şikâyetler” ve Sivas Demir Çelik İşletmeleri ile ilgili “sorun”ları, bizzat Enerji Bakanı Sayın Taner Yıldız’a ilettim... Hatta, gönderdiğiniz maili, Sayın Bakan, baştan sona okudu ve olayı araştıracağını söyledi.

Bu arada; Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan’a “selâm”larını iletmemi isteyen okurlarım da oldu... Ne yazık ki, Sayın Başbakan’la uzun süreli bir görüşme imkânım olmadı... Dolayısıyla, selâmlarınızı tek tek iletemedim... Üzerimde borç kalmasın diye, buradan iletiyorum ki; Sayın Başbakan, herhalde “Hepsine aleykümselâm” diyecektir.

 

“Yazı” konusu olabilecek diğer taleplerinizi de, inşallah Ayna’dan yansıtmaya gayret edeceğim... Hepinize sevgi ve selâmlar... Bu vesileyle, geçmiş de olsa, “Mevlid Kandili”nizi tebrik ediyor, bu kandilin, bütün İslâm dünyasının aydınlanmasına vesile olmasını diliyorum...

yeniakit