IŞİD’in yatışmayan ’kan manyaklığı’, yine Kobani ve tehdidler..

Selâhaddin Çakırgil

Önce, bu yazıda ele alacağımız konuyla ilgisi olmayan bir haberi aktaralım, 26 Haziran tarihli medyadan..
Haber şöyle: ’Konya’da yaşayan ve üniversiteye hazırlanan Burak Börekçiler, yaklaşık 4 ay önce kendilerine aid bahçede dolaşırken yaralı bir yavru karga buldu. Kargayı hemen veterinere götüren genç, tedavisinin ardından evine getirip aylarca baktı.
Ancak 20 gün önce karga bir anda saldırıp gözünden yaraladı. Hastaneye kaldırılan gencin sağ gözünün oyulduğu, damarlarının da koptuğu belirlendi. Burak, sağ gözünü kaybetti.
B. Börekçiler, kargayı nasıl beslediğini şöyle anlattı:
’Ona gözüm gibi baktım. Kargaların nasıl beslendiğini araştırıp ona göre yiyecekler buldum. Böcek, kurt, kimi zaman ekmek… Veterinerin karganın yaralı olan kanatları için verdiği krem ve ilaçları hiç aksatmadım. Birkaç gün sonra salacaktım. Yemini, suyunu verdim. Kafesindeydi. Bir anda huzursuzlandı. Kafesin içinde sağa sola hareket etmeye başladı. Kafesin kapısını açtım. Birkaç kez odanın içinde uçtu. Sonra bir anda saldırdı. Yüzümü, gözümü gagalamaya başladı. Kendimi yere atıp kafamı elimle kapattım. Sonra açık olan camdan uçup gitti. Neye kızdı ya da ne oldu da bana saldırdı hiç anlamadım.’
Yaralı kargaya ilk müdahaleyi yapan veterinerin kendisini uyardığını dile getiren Börekçiler, „Kargayı götürdüğüm veteriner ilk müdahalesini yaptıktan sonra ‘İyi bakılırsa 2-3 ayda iyileşir. Ama sonra kargayı mutlaka doğaya bırak, bu hayvanların ne zaman ne yapacağı belli olmaz. Çok kincidirler. Kızdıkları bir hareket yaparsan onu unutmaz ve mutlaka intikamlarını alırlar’ diye, beni uyarmıştı. Ama, böyle bir şey olacağı hiç aklıma gelmemişti“ dedi.’
Evet, haber böyle..
’Besle kargayı, oysun gözünü..’ diye bir deyimi çocukluğumuzdan beri işitirdik de, bunun ne mânâya geldiğine dair bu kadar açık bir örnek yoktu elimizde..
Böyle bir durumu, günlük sosyo-politik konular için de kullananlar olabilir, ama, her zaman sağlıklı kıyaslama konusu olmayabilir. Geçelim..
*
Amerikan bombardımanları himayesindeki PYD güçleri karşısında 5-6 ay öncelerde geri çekilmek zorunda kalan IŞİD / DAİŞ savaşçılarının Kobanî’ye 25 Haziran günü, üstelik de, yaklaşık 100 bin nüfuslu Tel-Aybad kasabasını birkaç gün önce ellerinden alan PYD zafer havası içindeyken, bir kez daha ve bir günde birkaç saat ara ile iki defa saldırması şaşkınlık meydana getirdi.
Gerçi o kadar şaşılmaması da gerekiyor.. Çünkü, IŞİD / DAİŞ savaşçıların halet-i ruhiyeleri de, hareket kabiliyetleri de alışılmışın dışında.. Yenilgiye uğratılıp çıkarıldıkları sanılan yerlere bir süre sonra beklenmedik bir şekilde ve hasmın kendisini çok emniyette hissettiği bir sırada âniden saldırabildiğinin ilginç örneklerine Irak, Suriye ve Libya’da ve hattâ şimdilerde Tâliban’la bile mücadeleye girdiği Afganistan’dan ulaşan haberlerden anlaşılmaktadır.
*
Kobani’ye yapılan son saldırıya da böyle bakılabilir. Üstelik, aynı gün, birkaç saat ara ile, iki kez saldırdılar ve son gelen rakamlara göre, ölenlerin sayısı 150’yi buluyor. 130 kadar yaralı da Türkiye tarafına getirilerek Suruç Devlet Hastanesi’nde tedavi edilmekteler ve 5 yaralının ise, Türkiye tarafına getirildikten sonra vefat ettiği bildiriliyor.
Üstelik de Ramazan günü, pek çoğu oruçlu olan müslüman kürd halkından onlarca sivil insanın da hedef alınması gibi konular IŞİD / DAİŞ savaşçıları için bir mânâ ifade etmiyor. Onlar Diriliş Postası’nın dünkü başyazısının başlığında‚ tam yerinde kullanılan bir ifadeyle, ’kan manyakları’ durumundalar.. Çünkü, savaşan taraflar arasındaki mücadelede bile, İslam’ın savaş ahlâkının kurallarına riayet gerekirken, bunlar, sivil, savunmasız insanları, kadın ve çocukları bile gözlerini kırpmadan vicdanları sızlamadan katlediyorlarlar ve maalesef, bunu yaparken de, kendilerine İslam’dan dayanaklar bulduklarını sanıyorlar, âyetler, hadisler okuyorlar.
*
IŞİD / DAİŞ (Irak-Şam İslam Devleti) isimli bir örgütün çatısı altında hareket eden çılgın savaşçılar, kendi anlayışlarına göre, uzun vâdede, -kendi anladıkları çerçeve içinde de olsa- bir ’İslamî esaslara göre bir devlet kurmayı’ hedeflediklerini iddia ediyorlar. Ama, bu hedeflerine yakın vâdede ulaşamıyacaklarını herhalde kendileri de biliyor olmalılar ki, şu anda yaptıkları, bütün bölgeyi olabildiğince karmakarışık hale getirmek.. Onların, herkesin birbirinden korktuğu, herkesin kendi eteklerinin tutuşmakta olduğu tedirginliği içinde bulunduğu bir ortamda, ortaya çıkabilecek fırsatlardan istifade etmeyi planladıkları düşünülebilir.
Ama, aynı karmaşa havasından istifadeyle ve uluslararası emperyalist odakların da desteğiyle bir takım oldu-bittilerle durumdan vazife çıkarıp, selden kütük kapma hevesine kapılan başkaları yok mu?
Nitekim, DAİŞ savaş çılgınlarının (evet, başka kelime onları ifade etmeye yetmiyor) bu son saldırılarının en ilginç ve tehlikeli tarafı ise, YPD =PKK tarafının, bu saldırganların derhal Türkiye’den geçtiği şeklindeki iddialar.. Türkiye’yi ve dahası NATO’yu işin içine çekmeye çalışıyorlar. Bunu yapanların başında da, yazık ki, HDP isimli siyasî partinin yetkili isimleri ve m.vekilleri..
*
Katıldığı tv. proğramlarında yıllarca nisbeten mâkul bir profil veren ve son seçimde HDP listesinden m.vekili seçilen Midhat Sancar, NTV’de, 25 Haziran günü öğle sonu haber kuşağında; henüz haber hakkında doğru dürüst bir bilgi yokken bile, IŞİD saldırganlarının Türkiye’den geçtiğini iddia ediyor ve ’Hükûmet 6-8 Ekim hadiselerinden ders almamışa benziyor..’ diyerek, benzer büyük karışıklıkların tekrarlanabileceği tehdidini dolaylı olarak söylemiş bulunuyordu.. Aynı konuda bir açıklama yapan HDP EşBaşkanı Figen Yüksekdağ ise, saldırganların, (Suriye’nin IŞİD elindeki ve Kobani’ye 180 km. uzaklıktaki) Cerablus şehrinden gelmesinin imkansız olduğunu, Türkiye’den geçmiş olabileceğini söylüyordu. Urfa Valiliği ise, saldırganların Cerablus’dan geldiğini gösteren görüntülerin ellerinde olduğunu belirtiyordu.
Aylardır, PYD’ye bombardımanlarıyla destek veren Amerikan emperyalizmiminin erken uyarı sistemli Awacs uçaklarının bu durumdan PYD’yi haberdar etmemesi ilginç değil mi?
*
Bu satırların yazıldığı sırada, Kuveyt’te, (cemaatinin çoğunun şiî olması hasebiyle şiî camii olarak isimlendirilen) bir camie Cuma namazının kılındığı bir sırada bomba atıldığı ve namaz esnasında 25 kişinin müslümanın can verdiği, onlarca da yaralının bulunduğu haberi geldi. Dahası, mübarek Ramazan günü gerçekleştirilen bu kanlı ve alçakça -canavarca saldırıyı da IŞİD / DAİŞ, üstlenmiş, ajanslara gelen haberlere göre.. Al sana, bir kan manyaklığı daha.. (Bu vesileyle, müslüman mâbedlerinin, câmilerin mezheblere göre ayrışmasının da bir ayrı faciamız olduğunu belirtelim.)
*
Bu arada, geçen hafta Tel Aybad’ı ele geçirdikten sonra, PYD’nin bu şehirde yaşayan ve büyük ekseriyeti arab ve türkmenlerden oluşan kitlelere, bu şehri terketmeleri için gereken korkuya hissettirmesi de bir ayrı mes’ele.. Onbinlerce insanın evlerini -barklarını bırakıp, omuzlarına yorganlarını, ve yiyeceklerini alıp bilinmeyen bir mechule doğru gitmesinin ne demek ve nasıl bir şey olduğunu, yıllardır Suriye ve Irak’daki Baas partilerinin zulümleri altında yaşayan kürd halkı bilir elbette.. Nitekim, binlerce kişi, Türkiye’ye sığınmış bulunuyor. PYD ise, bu iddiaları reddediyor.. Amerikan Hükûmeti adına yapılan açıklamada da, ’bölgenin demografisinin, nüfus yapısının bozulmasını istemiyoruz ve bir kürd devleti de düşünmüyoruz..’ deniliyor. Bu açıklamalar bile, -tersinden bakılırsa-, bir şeylerin gizlenmek istendiğini de ortaya koyuyor.. Biz de, emperyalistlerin bir yere girince nasıl hareket ettiğini yeni öğreniyor değiliz.. Bu bakımdan, reddedilen konularda emperyalizmin nice planlarının olduğuna kesin gözüyle bakılabilir.
*
Bu arada bazı çevreler de, ’PYD’nin PKK’nin uzantısı olduğunu nereden çıkarıyorsunuz?’ diyorlar. Bunu söyleyenler kurnazlık yapmıyorlar ve de bilmiyorlarsa, HDP Eşbaşkanlarından S. Demirtaş’ın 25 Haziran günü, alman gazetelerinden Die Zeit’da yer alan mülâkatına bakabilirler. Demirtaş, sözkonusu beyanatında, Öcalan’ı överken, ’Ortadoğu’da kimsenin hayal bile edemeyeceği cesur fikirleri, o adadan dışarı çıkartıp, pratiğe dönüştürdü. Rojava’da devrime dönüştürdü.’ diyordu..
Rojava’nın neresi olduğunu tekrara gerek var mı? Rojava, Suriye’nin kuzeyindeki Türkiye sınırı boyunca kürd halkının yaşadığı ve Suriye’de iç savaşın başladığı ilk aylarda Beşşar Esed’in kendilerine, -daha önce, yarım asırdır, kimlik bile vermezken- otonomi / özyönetim hakkı tanıdığı, kantonlar oluşturmasına izin verdiği ve silahlandırdığı ve PYD’nin hâkim olduğu bölgeden başka bir yer değil.. Kürdistanın Batısı mânâsında kullanılan kürdce bir isim..
*
Bu arada, belirtelim ki, mes’eleyi sadece kürdler olarak ele almamız sözkonusu olamaz.
Aynı şekilde arabçılık ve türkçülük, türkmencilik, vs.. gibi etnik unsurları öncelemeye yönelik çabaların herbirisi de muzırdır, zararlıdır. Tabiî, bu arada, Türkiye’nin diğer coğrafyalardaki türk etnisitesine mensub olan kitlelere, toplumlara daha fazla ilgi gösteriyor gibi bir görüntü vermesi de bir başka hastalıktır.
100 yıl öncesine kadar, yüzlerce yıl bir arada yaşamış olan ve Birinci Dünya Savaşı yenilgimizden sonra birbirinden ayrı coğrafyalarda, farklılıklara öncelik verilerek birbirine , emperyalisitlerce düşman edilmeye çalışılan çeşitli etnisitelere mensub halkların hiçbirisi dışlanamaz ve hiç birisi öncelenemez.
*
Bu yüzden, Davudoğlu‘nun seçim öncesinde MHP’nin türkçü tahriklerini etkisizleştirmek niyetiyle söylemiş olsa bile, Suriye’de türkmenlere öncelik tanınıyor, sırf kavmî birlikten dolayı sahibleniliyor ve silahlandırılıyormuş gibi gibi bir mânâ taşıyan sözler etmesi, 2 Haziran tarihli yazımızda eleştirilmiş ve ’Bu söz, belki, MHP’nin türkçülük iddialarına karşılık olmak üzere söylenmiş kabul edilebilir, siyaseten.. Ama, kaş yapayım derken göz çıkarmak işte böyle olur işte.. Çünkü, sen türk kavminden olduğu gerekçesiyle özel bir yardım yaparsan, başkaları da kürdçü, arabçı vs. etnik hassasiyetleri aynı mantıkla daha güçlü bir şekilde savunmazlar mı? Üstelik bu, bizzat kendisinin insanlara etnik kökenlerine göre farklı davranılmadığı, davranılamıyacağı şeklindeki nice sözleriyle çelişmiyor mu?’ denilmişti.
Bu sözü bugün de tekrarlıyoruz..
Hele de bu gibi büyük sosyal buhranlar esnâsında hiç kimsenin kavminden, ırkından, dilinden dolayı öncelenmesi kabul edilemez; kabul edilirse, başkalarının da kendi etnisitelerine öncelik vermelerine haklılık kazandırılmış olunur.
Biz İslam Milleti’nden olanlar için, hiç bir kavmin, etnik unsurun, ırkın, cinsin üstünlük veya alçaklığı, noksanlığı, asla sözkonusu değildir. Üstünlük, ancak taqvâ ve fazilet açısındandır, Kitabullah, bunu bize böyle bildiriyor.
*

dirilişpostası