IŞİD’den Önce, IŞİD Bahanesiyle Amerika ve Dostlarını İslâm...

Ahmed Kalkan

İnsanları ve insanlığı etkileyen gündemleri takip

etmeden İslâm’ın dünya görüşüyle, hayata bakışıyla ilgili mesajımızı veremeyiz.

Gündemlere gözümüzü ve kulağımızı kapatarak bunların etkisindeki toplumu bu

konularda aydınlatamayız. Elbette Müslüman ferâseti ve yorumlama kabiliyetiyle

gündemi takip etmeliyiz, ama bunun da bir ölçüsü, sınırı vardır. Demek

istediğim; edilgen değil, etken olmak; pasif değil, aktif olmak; yönlenen

değil, yönlendirici olmak, müdafaaya çekilen değil, hücuma geçen olmak. Ertesi

gün için pek bir değeri kalmayacak olan basit gündemlerin oltasına takılmadan,

kendi gündemimizi (hatta toplumun gündemini) kendimiz tespit ve tayin edecek

seviyeye yükselmeliyiz. Egemen güçlerin ve yalancı medyanın etkisinde kalan

değil; kamuoyunu en güzel şekilde yönlendiren gündemlerimizle toplumun

karşısına çıkabilmeliyiz.

 

 

Televizyonsuz yaşanabilir, gazetesiz olabilir,

internete takılmadan günümüz geçebilir. Ama Kur’an’sız, Peygambersiz bir

yaşayış, hayat bile değildir; canlı cenaze olmak, hayat süren leş haline

gelmektir: “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlüne icâbet edin, uyun.” (8/Enfâl,

24). Önemli olan Kur’an’ın ölümsüz gündemini, gün geçtikçe tazelenen hayat

veren mesajını iç dünyamıza ve dış dünyamıza hâkim kılmak için gayret

göstermektir. 

 

 

<p>         Kurban Bayramında, Amerika’ya Kurban Olmak</p>

 

 

<p>Müslümanların topraklarını, zihin ve gönüllerini işgal edip her şeylerini yağmalayan Batılı</p><p>kâfirler, Müslümanlara ait “Kurban Bayramı”nın da yarısını gasp etti:</p><p>“Bayram”ımızı çaldılar, onların oldu; bize de “Kurban” olmak kaldı. Evet,</p>bayram onların payına, onlara kurban olmak da bizim hissemize düştü. IŞİD bahanesiyle Ortadoğu kanıyor, kaynıyor, kaçıncı

kez bombalanıyor, yakılıp yıkılıyor. Kaçın, yine demokrasi geliyor. Sığınaklara

koşun, aman görmesin; Amerika yine kurtaracak. Ne kadar insaflı ve

merhametlidir o, bak bizi IŞİD belâsından kurtarmak için İslâm topraklarını

bombalamak üzere binlerce kilometreden on binlerce sorti yapacak uçaklar

gönderiyor, büyük fedakârlıklar ve zahmetlere katlanıyor; aynen Afrikalı

zencileri kurtardığı, Kızılderili tüm yerlileri bu hayattan kurtardığı gibi...

Müslümanlara ve Müslüman geçinenlere bu zillet yeter, acımasız vampir

Amerika’dan IŞİD’e karşı yardım istemek, Amerika’ya IŞİD’e karşı yardım etmek.

IŞİD denizine düşen, Amerika yılanına sarılmamalı. Açgözlü Amerika, ne zamandır

bekliyordu Ortadoğu ülkeleri bir fırsat verse, bir yardıma çağırsa da iyice bir

yardım etsem diye. Nihayet kendi yaramaz çocuklarının kulağını çekemeyen ev

sahibi, düşmanından kendi oğluna karşı yardım istedi. Kulağını çeksin diye

çağrılan düşman da baltasıyla oğlanı doğramak, diğer oğulları da, hatta oğulun

kavga ettiklerini de kesmek için yardıma koştu. Ev sahibini seven komşuları da

bu acımasız zâlim düşmana yardım etmek için koalisyona katılıyor. Hele

içlerinde biri var ki, bu güne kadar komşusunu himaye etti, ona evini açtı.

Şimdi komşularını vurmaya gelenlere yardım ve yataklık etmeye can atıyor. Eee,

ne de olsa Osmanlı çocuğu; mehter adımı atacak, bir ileri, bir geri. Bir nalına

bir mıhına. Böyle dost düşman başına. Halkına kan kusturan Esed’e karşı kılını

kıpırdatmayan Amerika’ya ne demeli; IŞİD ve Nusra’ya karşı Esed/aslan

kesiliyor. IŞİD dursun, önce Nusra’nın liderlerini vursun. TC de yardımcı

olsun. Sahi, 101 gündür esir tutulan 49 Türk’ün IŞİD’e saldırı kararı

alınmasının arefesinde serbest bırakılıp teslim edilmesinin arka planında ne

yatıyor dersiniz? Amerika, aynen Apo’yu yakalayıp Türk yetkililerine teslim

ettiği gibi, tam IŞİD’e karşı savaşta kendisine yardım edecek koalisyon

ortakları temin ederken Türk esirlerini teslim etmesi düşündürücü ve sahnenin

arkasında oynanan oyunları deşifre edici değil mi? Böylece TC’nin IŞİD’e

saldırtılmasının önünde rehine engeli kalmayacak, aynı zamanda TC yetkilileri

minnet altında kalıp teşekkür için Amerika’ya destek verecek. Allah’ın

indirdiği ile hükmetmeyenler, dost ve düşman tanımlarını da, onlara tavırlarını

da doğru dürüst yapamazlar.

 

 

IŞİD’e terör örgütü diyenler, eğer Amerika’ya terör

devleti demiyorlarsa, İsrail’i terör konusunda dünyanın gelmiş-geçmiş en

vahşisi saymıyorlarsa ya ihânet içindedirler veya gaflet. Allah için IŞİD’e

karşı çıkanlar, bugün IŞİD’e ve onun bahanesiyle muhalif kesimlere ve

(yanlışlıkla diye geçiştirilecek) halkın üzerine bombalar yağdırılmasına Allah

için karşı çıkmıyorsa, onun derdi üzüm yemek değil, bağcı dövmektir. Böyle bir

tavır, “zulme karşı çıkmak”la izah edilemez. Bir zulme daha büyük zulmü

desteklemek için karşı çıkanlar, ateşin kendine dokunacağı büyük

zâlimlerdir.   

 

<p>Amerika tarafına bakınca; İsrail’in sömürgesi, çağın yüz karası, insanlığın bedduası,</p><p>bunca zulüm ve işkence gibi sözlüklerin en olumsuz anlamlı kelimelerini</p>sıralamak gerekiyor.

 

<p>Batının (ve tabii Amerika’nın) insanlığa vaad edeceği hiçbir değer kalmamıştır. Batı iflas</p><p>etmiştir, çöküş devrini yaşıyor ve can havliyle oraya buraya saldırıyor.</p>Aslında ecelini bekliyor.

 

 

Batıyı temsil eden ve Batılı diğer devletlerce sürekli

desteklenen ABD ve İsrail başından beri iç içe geçip bütünleşmiş iki terörist

devlet olarak tarihte yerlerini almışlardır. İkisi de daha doğuşlarında, başka

halklara ait toprakları zorla işgal ederek ve yerli halklar üzerinde soykırım

uygulayarak, kan ve gözyaşı üzerine kendi varlıklarını inşa etmiş, adeta kanla

beslenen “vampir devletler” hüviyetini kazanmışlardır. Kuruluşta mazlum

halkların kanları üzerine oluşturulan bu devletler, ondan sonraki tüm

tarihlerinde de sürekli kanla beslenme ihtiyacı içinde olmuşlar, sürekli yeni

işgaller ve yeni kan dökücü saldırı ve sömürülerle hayatlarını idame

ettirmişlerdir, halen gerek Gazze'de, gerekse diğer bölge ülkelerinde yaşanan

kanlı süreç de bunun devam ettiğinin göstergesidir.

 

IŞİD’i oluşturan gençler bakıyor ki, hep müdâfa

halinde Müslüman. O müdâfa da, kendisine verilen sınırlı yetki ve dar çerçeve

içinde. Unutuyor ki o, bu şartlarla müdâfaya çekildikçe düşman saldırıları

artacak ve o daima mağlup olmaya devam edecektir. Unutuyor ki, en iyi müdâfa

hücumdur ve ancak hücum etmekle savaş kazanılır.

 

 

Evet, devamlı hücuma geçen, istedikleri an,

diledikleri şekilde ve canları çektiği yerlere olanca güç ve imkânlarıyla

saldıran kâfirler oluyor. Müslümanlar da ihtiyar âciz kadınlar gibi sadece bu

durumdan yakınıyorlar. İzzetli, onurlu olması gereken ümmetin durumu içler

acısı: Tâğutların emrinde ve güdümünde, Yahûdi haber ajanslarının etki

alanında, her taraftan kuşatılmış ve işgale uğramış konumda. Hele, kurtarıcı

adaylarına düşman olan, gardiyanlarına övgüler sunan, cellâtlarına hayran ve

âşık olanlar var ki, bunların tasviri için kelimeler yetersiz kalmakta…     

 

 

<p>Mürcie</p>düşüncesi: İman ayrı amel ayrı

diyerek amellere önem vermeden cenneti garanti gören zavallı anlayış; anlamını

ve gereklerini önemsemeden şehâdet kelimesi getiren bir kimsenin ne tür haltlar

işlerse işlesin, imanına zarar vermeyeceği ve cennetlik olduğunu iddia…

 

 

IŞİD’in tabanını oluşturanlar da, bu yanlış din

anlayışına biraz sertçe tepki vermeye kalkan samimi, ama ufku dar gençler.  

 

 

Ümmetin sadece toprakları değil; ondan çok daha önemli

gönülleri ve kafaları işgal edilmiş vaziyette. En acısı işgalin farkında

olmamak, hatta işgalcilerle işbirliği yapmak, bilinçsiz de olsa onlara yardımcı

olmak. 20. asrın başından bu yana, yerli ve yabancı zâlimlerin işgali öylesine

büyük ki, müdâfacıların kafalarında ve kalplerinde de büyük çapta izler ve

derin yaralar bıraktı. Câmii, dinî mektep ve benzerlerinin işgalden aldığı

yara, tahribat ve tahrifat, tabiî olarak elbette oralardan yetişen

Müslümanlarda da görülecekti. Bundan dolayıdır ki, yıllardır Müslümanlar,

bütüncü değil, parçacı; inkılâpçı değil, ıslahatçı; radikal değil, uzlaşmacı

olarak bazı müdâfa ve isteklerde bulunmakla yetindiler; bu özelliklere

kesinlikle uymak kaydıyla küçük hücumlara geçmekle avundular.

 

Zamanın çocuğu, aktüalitenin oyuncağı, olayların ve

çevrenin kulu, gündemlerin yönlendirdiği insan haline gelen “el-hamdu lillâh

Müslümanım” demekle kurtulacağını düşünen gâfil yığınlara tepki anlayış ve

hareketidir IŞİD’i besleyen. Bizim eleştirimiz, bu tepkide aşırı gitmeleri,

suçluların yanında suçsuzları da aynı şekilde suçlamaları… Rabbin yoluna

hikmetle, güzel öğütle dâvet etmek emrolunduğu ve karşı tarafla mücâdele için en

güzel yol hangisiyse onun yapılması gerektiği halde (16/Nahl, 125), yasaklanan

kaba ve katı yürekli olmayı (3/Âl-i İmran, 159) tercih ediyor. Ama bu tercihte

kendini İslâm’a nisbet edenlerin vurdumduymazlığı, kendini insancıl ve barışçıl

ilan edenlerin sergilediği vahşet, bu gençlerin bu sert tavırlarının sebebi ve

gerekçesi.

 

 

İster IŞİD, ister farklı daha radikal herhangi bir

örgütün yaptıkları ve yıktıkları ile, Batı, özellikle Amerika ve İsrail hiçbir

şekilde kıyaslanamaz. Hatta Batının uşakları olan Esedler, Saddam Hüseyinler,

Kaddafiler zulümde, fesat ve katliamda Amerika’nın eline su dökemez, İsrail’de

bunlar cellat yardımcısı sınavını bile geçemez.      

 

 

Bizzat Batılı emperyalist devletlerin işgal, sömürü ve

katliamları ile yerli işbirlikçileri despot, diktatör yönetimlerin baskı,

zulüm, sömürü ve katliamlarının oluşturduğu zulüm bataklıklarında, yine Batılıların

birçok engelleriyle kuşatılmış zeminlerde yetişen

bölge halklarının çocuklarının bugün yaptıklarını eleştirme hakkını

kendilerinde görebilmeleri için, Batılıların ve Batıcıların önce kendilerini ve

ideolojilerini hesaba çekme tutarlılığını gösterip utanmaları gerekir.

Öncelikle IŞİD’i ortaya çıkaranları tel’in etmeyenlerin sadece IŞİD’e eleştiri

yapması dürüst ve tutarlı bir tavır değildir. 

 

 

Şüphesiz dinleri hususunda gayretkeş ve ihlâslı olan

bu IŞİD’çi gençlerin, Müslümanlardan, kendilerine aykırı düşünenleri tekfir

etmeye ve onların canlarını ve mallarını mubah kılma­ya sürükleyen bu

aşırılığının sebepleri var. O sebepleri ortadan kaldırmadığımız müddetçe bu

akım yok olmayacak ve hatta güçlenecektir.        

 

 

IŞİD, aşırılığın simgesi; tamam da bunun sebepleri

neler? Amerika ve Batılılar tarafından dünyanın kan ağladığına şahit olan,

haksız yere tutuklanıp zindanlara konulan masum insanlara bakan genç, aşırılığa

kaçmasın da ne yapsın? Sert ve acımasızlığının sebeplerine baktığımızda, bizim

de IŞİD’e çok sert bakmamamız gerektiğini anlarız. Batının, özellikle İsrail ve

Amerika’nın dünyanın her tarafında ve çevresinde sergilediği zulüm ve vahşettir

IŞİD’i ortaya çıkaran. Amerika’nın zulüm ve işgalleri ve ona çanak tutan

Ortadoğu ülkelerinin yöneticileri, bu tâğutlara bırakın karşı çıkmayı, her

türlü desteği veren “Müslümanım” diyen mürcie zihniyetli kalabalıklar ve onlara

yön verme adına zâlimlere itaat edip destekçi olmayı emreden “İslâmcılar”dır

IŞİD’in sertliğinin sebebi…

 

IŞİD’i muvahhid mü’minler olarak biz aramızda

eleştiririz; onların bizi şiddetle eleştirdiğinin ve hatta çoğunun bizi tekfir

ettiğinin bir benzeriyle değil, daha hafifiyle mukabele ederiz. Âdil olduğuna

inandığımız değerlendirmeyi yapar, nasihatler ederiz. Gerektiğinde kızar, sözle

de olsa kulaklarını çekeriz. Bir babanın evlâdını biraz sertçe uyarması gibi,

bir oğulun babasını biraz sertçe eleştirmesi gibi. Ama hasmımız, düşmanımız

oğlumuza veya babamıza bizden daha hafif bile olsa çattığında çocuğumuza ve çocuğumuzun

dedesine sahip çıkarız. Söz söyletmeyiz onlara. Aile bireyi olarak eleştiri

bizim hakkımız olduğu gibi, yabancılara karşı onları korumak da bizim

görevimizdir.

 

 

<p>IŞİD’i bombalaması için Amerika’yı davet edenlere ise ateş püskürürüz. IŞİD</p><p>bahanesiyle Suriye ve Irak’ı yeniden bomba tarlasına çevirecek ABD’ye ise “hoş</p><p>geldin” demeyiz elbet, “hoşt geldin, kuduz köpek defol!” deriz. Koalisyon</p><p>ortaklarına ve onlara lojistik destek veren “dost ve müttefik” yöneticilere ayı</p><p>ile aynı çuvala girdiklerini hatırlatır, “zâlimler ve zâlimlere yardımcı</p>olanlar için yaşasın cehennem!” diye haykırırız. Batıyı darıltmaktansa, Müslümanları küstürmeyi tercih

edenlerin maskelerinin düştüğünü, ama nice insanın bunu fark edemediğini

görüyoruz. Kâfiri Müslümana; küfrü İslâm’a tercih edenleri babamız,

kardeşlerimiz bile olsa dost kabul etmeyiz: “Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve<p>kardeşlerinizi velî-dost edinmeyin, imana karşı küfrü yani Allah'tan gelen</p><p>gerçekleri örtbas etmeyi seviyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar</p>ve yakınlar bilip yönetme yetkisi vermeyin. Çünkü içinizden kimler onlarla dostluk kurar, dostça muamele ederse,

<p>bilin ki onlar zâlimlerin ta kendileridir, yaratılış gayesi dışında hareket eden kimselerdir.”</p>

(9/Tevbe, 23)

 

 

<p>“İman edenler! Yahûdileri ve Hıristiyanları dost kabul etmeyin; onlar ancak</p><p>birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, içinizde kim onlara</p><p>yardakçılık ederse onlardan sayılır. Allah zâlimler topluluğuna hidâyet vermez,</p>onları doğru yola çıkarmaz.” (5/Mâide, 51)

 

 

<p> "Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, zâlimlerin ta kendileridir."</p>

(5/Mâide, 45)

 

 

Peygamberimize, “hangi cihadın daha faziletli olduğu soruldu. Buyurdu ki:

<p>“Zâlim bir sultanın (yöneticinin) yanında hak kelimesini söylemektir, (hakkı anlatmaktır).”</p>

(İbn Mâce, Fiten 20, Hadis no: 4012)

 

 

<p>“Kim bi kişinin zâlim olduğunu bilerek ona yardım etmek üzere zâlim ile birlikte</p>yürürse, İslâm’dan dışarı çıkmış olur.”

(İbn Kesir, Hadislerle K. K. Tefsiri, c. 5, s. 2089; Râmuz el-Ehâdis, c. 2, s.

445)

 

<p>“Kim bir zâlime yardım ederse, Allah Teâlâ, o zâlimi ona musallat eder.”</p>

(Deylemî; İbn Aslâkir, Tarih)   

 

 

<p>"İnsanlar, bir zâlimi görür, ona engel olmazlarsa, bundan dolayı hemen hepsi</p>cezalanır." (Tirmizî; Tuhfetu'l

Ahvezî Şerhu Câmiu't Tirmizî, 8/423) 

 

 

<p>“Allah’ım… Bana zulmedene karşı bana (yardım et) ve zâlimden intikamımı almayı bana nasib</p>et.” (Buhâri, Edebu’l-Müfred, 82,

hadis no: 649-650)

 

 

<p>IŞİD tarafına bakınca…</p>

Rasûlullah (s.a.s.) Medine’de savaşmak için düşmanı daima teke indirmiş, diğer düşmanlarıyla

gerektiğinde antlaşmalar yapmış, hatta onları savaştığı düşmana karşı kendi

safında kullanmaya çalışmıştır. Rasûl’ün izinden gittiğini, başında O’nun

halifesinin olduğunu iddia eden bu örgüt, hem Suriye’de savaşıyor, hem Irak’ta.

Hem asıl düşman gördüğü Şiilere karşı İran askerleriyle, Suriye rejimini

savunmak için gelmiş değişik ülkelerden şii militanlarıyla, Lübnan Hizbi ile

savaşıyor; hem kendisinin de içlerinden çıkıp koptuğu el-Kaide’ye, en-Nusra’ya

karşı. Suriye’deki diğer muhaliflere de dostça yaklaşmadı. El-Kaide’yi,

Zerkavi’yi tekfir etti, Sisi’yi savunmasa da onun ekmeğine yağ sürecek şekilde

onun devirdiği Mursi’yi ve İhvan’ı düşman bildi, tekfir etti. Peygamber

türbelerini yıkmak kasdıyla camileri bombalamaktan çekinmedi. (Y)ezidilere

saldırdı, Peşmergelere ve PKK’ya savaş açtı. Karşı tarafın intikam hislerini

kamçılayacak şekilde kıtır kıtır kesmekten, diri diri dağlardan yuvarlamaktan

zevk aldı. Kameralara poz vererek dünya kamuoyu önünde Amerika’lı rehin

gazetecilerin kellelerini kopardı. Türk konsolosluk görevlilerine saldırıp

onları esir etmenin şimdi TC’nin misilleme olarak saldırıp intikam almasına

zemin oluşturdu, hatta onu kendisine saldırmaya mecbur etti. Bir İsrail’e savaş

açmadı. Esed rejimine karşı da savaş yapar gibi gözüktü. Müslümanlara terörist

ve barbar diyenlere ve demek için fırsat arayanlara bol malzeme vermekten

çekinmedi, hatta zevk aldı. Yarın on binlerce sorti ile vahşice bombalanma

neticesinde şehirleri baştan sona harap, insanları tümüyle perişan olmuş bir

Irak, bir Suriye göreceğiz Amerika ve onu kışkırtanlar ve davet edenler sayesinde.

Daha dün Irak’ta iki milyona yakın insanı hiçbir gerekçe olmaksızın katleden

sicili bu kadar bozuk Amerika’ya ödül olarak aynı suçu tekrarlayacağı ortam

hazırlamak… Yeni Guantanamolar, yeni Ebu Gureybler... İslâm Devleti, hilâfet,

bey’at, davet denildiği için bu kavramlara canını vermek niyetiyle Dünyanın her

tarafından gelmiş bunca yıl yetişip ehl-i tevhid olmuş samimi, fedakâr

gençlerin göz göre göre ölüme veya ölümsüzlüğe terk edilmeleri…         

 

 

Malikî diktatörlüğünün yıllardır süregelen, özellikle

Sünni kesime yönelik adaletsizlikleri, katliamları, hak ihlalleri üzerinde

durmadan, şiddet eksenli eğilimleri besleyen şartları oluşturan zâlimler ve

destekçileri tel'in edilmeden sadece İŞİD'in bir sonuç olarak ortaya çıkan

zulümlerini eleştirmek yeterli, haklı ve âdil değildir. Doğal olarak bu taraflı

tutum sahiplerinin samimiyet ve dürüstlükleri de sorgulanır. Ama hangi şartlar

sonucu olursa olsun, ortaya çıkan bir örgütün İslâm adına İslâmî tüm ölçü ve

ilkeleri ve şer'î hudutları yok etmeye de hakkı yoktur. Arkasındaki zulüm

bataklığı gerekçe gösterilerek bu yapılanlar mazur, meşrû, haklı görülemez.

Ancak bu hali eleştirmek, sadece tevhidî akîdeye ve İslâmî ölçülere sadakat

gösteren, Kur'an ahlâkını kuşanmış Müslümanların hakkı ve görevidir.

 

Allah Rasûlü (s.a.s.) ümmetini, aşırılıktan ve bağnazlıktan sakındırmıştır. İbn Abbas’ın

rivayet ettiği hadiste Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

"Sizi dinde aşırılığa gitmekten sakındırırım. Çünkü sizden önceki (ümmet)leri dinde

aşırılığa git­mek helâk etmiştir."

 

 

 

 

Îbn Mes'ud'un rivayet ettiği hadiste de şöyle

buyurulmuştur: <p>"Aşırılığa kaçanlar</p><p>helak olmuştur, aşırılığa kaçanlar helak olmuştur, aşırılığa kaçanlar helak</p>olmuştur..." Rasûlullah (s.a.s.) bir kelimeyi, ancak ifade ettiği teh­likenin

büyüklüğünden veya taşıdığı gerçeklerin önemini te'kid etmekten dolayı

tekrarlıyordu.

 

 

 

 

<p>"Kim bir</p><p>insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı</p><p>olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini</p>(hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır" (5/Mâide, 32) âyetine rağmen İslâm adına ortaya çıkan

grupların egemenlik oluşturmak için rastgele insanları, masum halkları,

kadınları ve günahsız çocukları bile katledebilmesi hiçbir sebeple mazur ve meşrû

görülemez. Rabbimizin kullarını imtihan etmek için irade serbestliği verdiği

din seçme özgürlüğüne; "Dinde zorlama yoktur" (2/Bakara, 256) ve <p>"dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin" (18/Kehf, 29) âyetlerine rağmen,</p>

insanları şiddet kullanarak İslâm'a girmeye zorlamak, aksi takdirde katletmek İslâmî

değildir. Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın bu özelliklerini besmele ile sık sık

tekrar eden ve âlemlere rahmet olarak gönderilmiş Peygamber’in (21/Enbiya, 107)

izinden gittiğini iddia eden grupların ellerine güç geçince kulların arasında

adalet ve güvenliği sağlamak, saadeti yaşanılan yere taşıyıp asr-ı saâdeti

yeniden yaşa(t)mak, güven, huzur ve mutluluk ortamı oluşturmak yerine “İslâm”

adına ölçüsüz şiddete kaymaları, masum insanları kolayca katledebilecek hale

gelmeleri meşrû görülemez. Hele başka Müslüman grupları bile sırf kendilerine

biat etmedikleri için katletmeleri hiç bir sebeple mâzur kabul edilemez. Hatta

failini İslâm'ın dışına çıkaracak ve ebedi cehennemlik yapacak kadar büyük bir

günahtır. <p>"Kim bir mü’mini kasden</p><p>öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş,</p>onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır" (4/Nisa, 93).

 

 

Savaşta bile mecbur olunmadan insan öldürmeyi

yasaklayan ve hayvanı bile öldürürken acı çektirmeden güzel şekilde kesmeyi

emreden bir dinin mensupları kameralar karşısında insanları kıtır kıtır kesmez.

Cihad, yanmaktan kurtulan merhametli insanların başkalarının imdadına

koşmasının, insan kurtarma savaşının adıdır. O yüzden kurtulmayan kurtaramaz.

Canla cihadda, yani Allah için savaşta hedef, öldürmek değil; diriltmektir. Ölü

kalpleri diriltmek, sönük fikirleri aydınlatmak, donuk hissiyatlara can vermek.

İnsanları yurtlarından etmek değil; onlara ebediyet yurdunu kazandırma

gayretidir cihad. Bu diriliş hareketinin önüne çıkanlar ölümü hak etmiş

olurlar. Çokların hayat bulması için, belli bir azgın azınlığın ölmesi

gerekiyorsa, işte buna "cihad" deriz ve buna koşarız. Aksi halde

çoğunluğa zulmetmiş oluruz. Bunun şartlarını da ümmetin ulemâsı belirler,

birkaç gencin heyecanlı ama cahilce tavrı değil.

 

 

Mehmet Pamak ağabey bu konuda şu değerlendirmeyi

yapıyor: İslâm, savaşa bilfiil katılanlar dışında kalan sivilleri, yani kadın,

çocuk ve yaşlıları, engellileri, çiftçileri, mâbedlere çekilmiş din adamlarını

ve savaşla ilgisi bulunmayan diğer insanları öldürmeyi yasaklar.

 

 

Savaşta düşman etkisiz hale getirilip esir alındıktan

sonra, esirlere uygulanacak hüküm Kur'an'da şu şekilde belirlenmiştir: <p>"İnkâr edenlerle -savaşta-</p><p>karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onları iyice yıldırıp</p><p>sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya</p>karşılıksız veya fidye alarak onları salıverin." (47/Muhammed, 4).

Buna rağmen IŞİD savaş halinde bile olmayan kimseleri esir almakta, rehin

tutmakta, şantaj amaçlı kullanmakta ve istediği zaman da kafasını keserek vahşi

biçimde katledebilmektedir. Bunlar İslâmî de, insanî de olmayan uygulamalardır.

 

 

Müslüman Âlimler Birliğinden Karadaği, IŞİD’ın hilâfet

ilanı hakkında Al Jazeera'ye yaptığı açıklamada şunları ifade etmiştir;

“Herhangi bir grup veya devletin kendi kendine hilâfet ilan etmesi meşrû

değildir ve şeriata aykırıdır. Çünkü hilâfet, aslında tüm İslâm âlemine vekâlet

etmektir. Hilâfette tüm İslâm ümmetinin, âlimlerinin ve beyinlerinin hakkı

vardır. Dolayısıyla belirli bir grubun kendi kendine hilâfeti ilan etmesi şer'î

açıdan bâtıldır.”; “Ne yazık ki İslâm’ı şiddetle özdeş hale getirmek isteyenler

var. İslâm ‘Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla’ başlar. Müslüman her işe bu

cümleyle başlar. Müslüman rahmetsiz iş yapmaz. Ne yazık ki bazı Müslümanlar

şiddete başvurarak Batı dünyasının eline koz veriyor. Ama İslâm onların

işlediği cinayetlerden masumdur.

 

“Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik”

diye buyurmuş Cenab-ı Hak. İslâm

rahmet dinidir; Azabın, öldürmenin ve işkencenin dini değilIŞİD'in İslâm'a aykırı uygulamaları onu saltanat

 

dönemi uygulamalarının bile gerisine düşürmüş bulunmaktadır. Osmanlı orduları

bile bir ülkeye girdiklerinde, oranın gayrimüslim yerli halkları onları özlemle

bekliyor ve onlardan sadece adalet uman bir hal üzerinde bulunuyorlardı. Bunlar

ise; zulüm, katliam, kafa kesme uygulamalarıyla, üstelik bütün bu yaptıkları

sanki çok matah bir şeylermiş gibi propagandasını yaparak yayılmasını da bizzat

kendileri sağlayarak, insanların kendilerinden ve dolayısıyla İslâm'dan nefret

etmelerini, korkmalarını bizzat kendileri temin ediyorlar. Böylece insanlar,

hatta kimi Müslümanlar bile "eğer İslâmî yönetim böyle olacaksa olmasın

daha iyi" diyerek, gidip seküler laik demokratik sistemlere doğru

meylediyorlar. Ayrıca bu kadar büyük zulümler, İslâm'a aykırılıklar,

adaletsizlikler sebebiyle, "İslâm devleti" ve "hilâfet"

gibi kavramların yıpranmasına, küçük düşürülmesine de yol açmaktadırlar.

Küresel emperyalist sistem, sanki İslâm adına bunların vahşetini gösterip,

bölge halklarını laik liberal dünya sistemine ikna ve entegre etme projesini

uyguluyor gibi.

 

 

 

 

Bütün bunlara rağmen IŞİD'e yönelik ABD saldırısına sıra gelince; bizce ABD'nin

 

saldırısı da başlı başına bir başka zulümdür ve daha büyüktür. Ama şeytan ve

 

dostlarının zulmü, vahşeti onların temsil ettiği ifsadın doğal sonucudur.

 

Şeytana insanları saptırması sebebiyle söylenecek tek şey lanet etmek ve

 

kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınmaktan ibarettir. Büyük Şeytan ABD ve

 

dostları AB ülkelerinin IŞİD'e ve Irak topraklarına yönelik son saldırı zulmü

 

de bölgeye yönelik süregelen emperyalist amaçlı alçakça projelerinin ve vahşi

 

katliamlarının devamından başka bir şey değildir. Ancak IŞİD'in yaptığı

 

zulümler de bu tür şeytani emperyalist müdahale ve projelerin işini

 

kolaylaştıran bir rol oynamakta, onu şeytanın ifsadını kolaylaştırma konumuna

düşürmektedir. Bu sebeple de, IŞİD'in İslâm adına yaptığı zulümler başkalarının

yaptıklarından daha fazla İslâm'ı ve

<p>Müslümanları yaralamaktadır. Şurası iyi bilinmelidir ki, ABD'nin kendisine</p>

saldırısı asla IŞİD'in meşrûiyetinin kanıtı olarak kullanılamaz.

 

IŞİD'in, asla İslâmî olmayan ve İslâm'dan bir sapmayı

teşkil eden insanlara korku salan, binlercesini yurdunu terke zorlayan bu tür

baskı ve zulümlerinin faturasını İslâm'a kesip, IŞİD üzerinden İslâm'ı eleştirmeye

cür'et eden önyargılı, Batılıların, Batıcı seküler sol, liberal ve alevi

yazarların, siyasetçilerin, gazetecilerin; öncelikle kendileriyle örtüşen

seküler düşüncenin müntesiplerinin tarihte ve bugün yaptıkları ve yapmaya devam

ettikleri zulüm ve katliamlarını hatırlamaları gerekir. Bu bağlamda, Batı

seküler paradigmasının ortaya çıkardığı kapitalist bloğun kotardığı 1. ve 2.

Dünya Savaşlarında yüz milyonun çok üzerinde masum insanı katleden büyük zulüm

ve katliamını hatırlasınlar. Sonra da, aynı sapkın paradigmanın diğer kolu olan

sosyalizm adına da sadece Sovyetlerin yine sadece Stalin döneminde hegemonya

kurduğu coğrafyada  ve civarında bile on

milyonların çok üzerinde katliam yaptığını hatırlasınlar. Yine Avrupa'da on

yıllar süren zaman dilimine yayılan mezhep savaşlarında aynı şekilde

milyonlarca kendi insanlarını nasıl acımasızca katlettiklerini, bunun yanında

Haçlı seferlerinin Müslüman halklara yönelik vahşetini, bunlara ilaveten de

Kore, Vietnam ve Kamboçya  benzeri

ülkelerde aynı seküler sapkın paradigmanın temsilcilerinin nasıl alçakça işgal

ve katliamlar yaptıklarını düşünsünler.

 

 

IŞİD üzerinden İslâm'ı ve Müslümanları haksız

eleştirilerle mahkûm etmeye çalışanlar; bahsettiğim büyük insanlık suçlarına

ilaveten yandaşı ve takipçisi oldukları seküler modern paradigmanın ürünü

emperyalist demokrasilerin ve bölgede egemen kıldıkları Siyonist katillerin

vahşetini ve sadece son 20 yılda Çeçenistan, Afganistan, Irak ve Filistin'de

bizzat kendilerinin yine milyonlarca masum Müslüman'ı nasıl vahşice katlettiklerini

hatırlasınlar. En son olarak da Suriye ve Mısır'da diktatör ve darbecilerin

yanında yer alıp, yüz binlerce masum Müslüman'ı vahşice katletmelerini,

binlercesini de dakikalık uyduruk mahkemelerde kitlesel idam kararlarıyla

susturmaya çalışmalarını nasıl destelediklerini ve kendilerinin de bu vahşetler

karşısında nasıl edilgen ve suskun kaldıklarını düşünüp utanç içinde başlarını

yere eğmelidirler.

 

Ayrıca aynı seküler çevreler, İslâm ümmetini uyduruk

ulusal sınırlarla bölüp despot yönetimleri egemen kılıp, bir de İsrail terör

devletini bölgenin kalbine bıçak gibi saplayıp bugünkü bütün çatışmaların, kan

ve gözyaşının tohumlarını bilerek, planlayarak ekenlerin; yine kültürel olarak

peşlerinden sürüklendikleri seküler emperyalist demokrasiler olduğunu

düşünmeli, bu zulüm bataklığında yetişen IŞİD üzerinden İslâm'ı ve Müslümanları

suçlamaya kalkanlar bir kez de bu sebeple utanmalıdırlar.

 

Cumhuriyet adı verilen dönemde ise, seküler Türk

ulusalcılığına dayalı laik Türkçü resmi ideolojiyi oluşturup dinleştirerek

bütün topluma zorbalıkla dayatıp Zilan ve Dersim benzeri katliamlarla on

binlerce sivil halkı yok edenlerin de Batıcı seküler İT'in artıkları olması

sebebiyle, bir de bunun için utanmalıdırlar. Genelde CHP ya da diğer seküler

partileri destekleyen bu çevreler, "kafa kesen IŞİD'in" yaptıklarını

İslâm'a fatura edip eleştirirken, hâlâ izinden gittikleri seküler ideolojinin

atasının, dayattığı seküler politikaları kabul etmeyenler için "bu uğurda

gerekirse birçok başlar kesilir" tehdidiyle estirdiği terörü

hatırlasınlar. Laik ulusalcı Kemalistlerin sadece "İstiklal

mahkemelerinde" hukuksuz yargı terörüyle on binlerce masum insanın

kellelerinin nasıl zâlimce koparıldığını hatırlayıp utansınlar.

 

 

<p>İşkence de Batılı seküler insanın karakteridir.</p>

Avrupa'ya gidenler, orada ortaçağdan bugüne işkencenin nasıl sistematik ve sürekli

biçimde uygulandığının izlerine rastlarlar. İşkence aletleri teknolojisinin

nasıl yenilenerek geliştirildiğini, çok büyük ıstırapları insanlara yaşatan,

insanlık onurunu yok eden şedit ve vahşi usullerle yapılan işkencelerin

kültürel ve teknolojik boyutuyla nasıl yaygın olduğunu ve neredeyse bir

endüstriye dönüştüğünü işkence müzelerini gezince anlarlar. Avrupa'nın birçok

şehrinde yüzyıllardır ve 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar uygulana gelen bu

vahşi işkencelerin akla ziyan aletlerinin sergilendiği, yöntemlerinin izah

edildiği müzeleri görmek mümkündür. Batıyı taklit eden TC döneminde de, Batıcı

seküler Kemalist ve ulusalcı solcu kesimlerin de daha AKP dönemine kadar

ülkemizde iğrenç işkencelere imza attıklarını herkes bilir. Yani işkencecilik

de Batının ve Batıcıların karakteridir. IŞİD zulümleri üzerinden İslâm

eleştirisi yapanlar, kendi işkenceci seküler ideoloji ve uygulamalarını

hatırlayıp utanmalıdırlar. Türkiye'de işkenceyi sıfır toleransla azaltanlar

bile Kemalist ulusalcılığın dışına çıkan kadrolar olmuştur.

 

En son Irak, Suriye, Mısır ve Gazze'de ve dünyanın pek

çok yerinde insanlar, insanlık dışı uygulama ve yöntemlerle katledilirken,

yaygın insanlık suçları ve soykırım boyutunda vahşetler gerçekleştirilirken;

sessiz durarak dolaylı, katillerin tarafını tutarak doğrudan destek veren bu

seküler emperyalist devletler ve yerli işbirlikçileri, çıkarlarına ters düşen

en ufak bir hâdiseye ise aniden tepki vermekte ve müdahale etmektedirler.

Bizzat sebep oldukları ya da  destekledikleri

işgal ve katliamlar karşısında çoğu kez gözlemci refleksi gösteren seküler

dünya, insana ait olan tüm değerlerini ve en önemlisi insanlık onurunu

kaybetmiş bulunmaktadır. Bu sebeple Gazze'de Siyonist terör devletinin en güçlü

silâhlarla yaptığı soykırımı görmezden gelen, bir kısmı da silâh vermek dahil

her türlü destekle açıkça yanında yer alan Batılı devletler ve onların

çıkarlarına hizmet eden uluslararası kuruluşları, Siyonist katliamla ve çok

boyutlu ambargoyla sarsılan HAMAS'ın kuşatma altındaki zor şartlarda ve

imkânsızlıklar içinde elde ürettiği gücü sınırlı birkaç füzeyi İsrail'e

fırlattığında çok büyük tepkiler verebilmekte ve hatta HAMAS'ı insanlık suçu

işlemekle, "terör örgütü" olmakla bile suçlayabilmektedirler. Üstelik

bu alçakça tutumlarından hiç bir utanç da duymamaktadırlar.

 

 

IŞİD üzerinden İslâm'ı ve Müslümanları suçlamaya

kalkışan tüm seküler, sol, liberal ulusalcı, laik, demokrat, Kemalist, Alevi,

kapitalist, sosyalist vb. tüm İslâm dışı kesimlerin utanacakları ne kadar çok

şeyleri var. Gerçekten de müntesibi oldukları seküler modern paradigmanın

ürettiği ideolojiler adına yapılan ve halen devam eden bunca işgal, sömürü ve

katliama rağmen bir de kendilerini iyi bir konumda görmeleri ibret verici bir

kendini bilmezlik halidir. Üstelik IŞİD gibi örgütlerin yaptıkları İslâm'dan

bir sapma olarak ortaya çıktığı halde, Batı ve Batıcıların, seküler paradigmaya

dayananların ürettikleri tüm vahşet, onların insanî olanı yok eden, fıtratı

bozan seküler ideolojilerinin doğal sonucudur. Ayrıca İslâm adına ama İslâm'a

aykırı olarak yapılan zulüm ve öldürmelerin failleri, onların işgal, sömürü ve

katliamlarının oluşturduğu bataklığın ürünü olup, üstelik bu ürünlerin

yaptıkları da bizzat Batlıların ve Batıcıların yaptıklarının milyonda biri

mesabesinde bile değildir. <p>Bugün IŞİD'e saldıranların çoğu, onu doğuracak şartları hazırlayan zâlimlerdir</p>

(M. Pamak, Radyo Denge Söyleşisi, 3. Bölüm).

 

<p>Olaya bir de sünnetullah cephesinden bakalım.</p>

Allah’ın sosyal hayatta kesinlikle hüküm sürecek olan değişmez ve

değiştirilemez kanun ve uygulamalarıdır sünnetullah.

 

 

<p>Sünnetullah</p><p>Olaya sünnetullah penceresinden baktığımızda görüyoruz ki; Allah, bazen bir zâlimi diğer bir</p><p>zâlimin üzerine musallat ederek cezalandırır. Mü’min zâlimi bazen kâfir zâlimle</p>uslandırır. Allah'ın zulüm ve

zâlimler hakkındaki bir sünneti/kanunu da, bireyleri birbirine zulmeden bir

toplumun başına, yaptıklarının bir cezası olarak, zâlim bir yöneticiyi ve

yönetimi musallat etmesidir. <p>"İşte</p><p>kazandıkları (günahları)ndan ötürü zâlimlerden bir kısmını diğer bir kısmının</p>peşine böyle takarız."  (6/Enâm,

129). Dolayısıyla Allah, zulmün cezası olarak, zâlimi zâlime musallat kılar, o

da onları zillet ve felâkete götürür. Bu İlâhî sünnet, hem şirk gibi büyük

zulmü (31/Lokman, 13), hem insanlara acımasızca davranıp kesip biçeni, hem de

Allah’ın hükmüyle hükmetmediği için zâlim (5/Mâide, 45) olanlara yönelik tehdit

kapsamına girmektedir. Fahreddin Râzi, bu âyetin (6/Enâm, 129) tefsirinde şöyle

der: Âyet gösteriyor ki, halk ne zaman zâlim durumda olurlarsa, Allah onlara

başka bir zâlimi musallat eder. Bu zâlim yöneticiden (ve yönetimden) kurtulmak

istedikleri zaman da zulmü terk ederler. Hadis-i şerifte: "Nasılsanız öyle yönetilirsiniz" (Tefsir-i Âlûsi, 8/27)

buyrulmaktadır. <p>“Eğer Allah bir kısım</p><p>insanların kötülüklerini başka bir kısım insanlarla ortadan kaldırmasaydı,</p><p>yeryüzünün düzeni kesinlikle bozulur, kargaşalık ortalığı kaplardı. Ama Allah</p>bütün âlemlere karşı sınırsız lütuf sahibidir.” (2/Bakara, 251).  "Zâlim, Allah'ın kılıcıdır. Yoldan

çıkmış azgınları onunla cezalandırır; sonra o zâlimden de intikamı alır."

Bu, zâlimler için bir tehdittir. Eğer zulmünden vazgeçmezse, Allah ona diğer

bir zâlimi musallat eder. 

"De ki: 'Allah'ın azabı size ansızın

veya açıkça gelirse, zâlimlerden başkası mı yok olur!" (6/En'âm, 47)

 

Yeryüzünün halifesi olmak için yaratıldığını

(2/Bakara, 30) unutmaması gereken ve tüm arzdaki fitneyi kaldırmak için

mücadele ile görevli olan (2/Bakara, 193; 8/Enfâl, 39) ve tüm dünyadaki fesâdı

kaldırmaya çalışıp (11/Hûd, 116-117) yeryüzünü ıslah etmekten sorumlu olan

Mü’minler, gündelik ve geçici şeylerle vakitlerini harcayamazlar. Vakit de

Allah’ın büyük bir nimetidir ve her ânından insan hesaba çekilecektir.

 

"İnsanların elleriyle kazandıklarından

 

dolayı karada ve denizde (çölde, kırda ve şehirde) fesat ortaya çıktı."

(30/Rûm, 41) Bazıları fesad çıkardığını kabul etmez:

"Onlara: 'Yeryüzünde fesad çıkarmayın' denildiği zaman, 'Biz ancak

ıslah edicileriz' derler. Kesin olarak bilin ki, onlar aapan

fesatçılar (bozguncular)dır. Lâkin, anlamazlar (yani yapmakta oldukları

kötülüğü fark etmezler)." (2/Bakara, 11-12)

IŞİD’den Önce, IŞİD Bahanesiyle Amerika ve Dostlarını İslâm Coğrafyasını Bombalamaya Dâvet Edenleri Şiddetle Kınamalıyız

Rabbimiz, tekfirci ve şiddete dayalı aşırılıkları da,

hak-bâtıl karışımı sistem içi demokratik yöntemlere yönelen uzlaşmacı tavırları

da, her türlü aşırılıkları terk ederek vasat ümmetin özelliği olan Kur’an

ilkelerini Nebevî yöntemle uygulama inanç ve gayreti nasip etsin ve hepimizi Kur’an’ı

hayata geçirme çalışmalarımızda Nebevî çizgide buluştursun.