İnsanî yardıma "evet"; ama...

Selâhaddin Çakırgil

İnsanî yardıma "evet"; ama, "İsrail"in NATO korumasında olmadığı-olamıyacağı" yanlış..

Önce, Hayfa civarındaki bir büyük orman yangınını söndürmekte âciz kalınca uluslararası yardım isteyen siyonist İsrail rejiminin bu çağrısı üzerine, Erdoğan tarafından derhal iki aded yangın söndürme uçağı gönderilmiş olmasına değinelim..

Hemen belirtelim ki, bu, doğru bir yaklaşımdır..

Hasmımızın bizim kendisiyle yaptığımız savaştan dolayı değil de, bir tabiî afet yüzünden zayıf düşeceği, güçsüz kalacağı ve etkisizleşeceği gibi ümidlerle sevinip, düşmanlığı güçlendireceği veya kin ve nefret gibi etkenlerle yardımdan kaçınmak, insana şeref vermeyen bir fırsatçılıktır..

Hatırlanmalı ki, 1993"lerde Ermenistan büyük bir açlık tehlikesiyle ve yoklukla karşı karşıya gelince, dönemin başbakanı Demirel de, 100 bin ton buğday göndertmişti Ermenistan"a ve milyarlarca kilowat/saat de elektrik..

O zaman da o yardım kararını eleştirenler de olmuştu.. Ama, yapılan doğruydu..

Düşmanın da olsa, onun tabiî âfetler yüzünden düştüğü sıkıntılı durumlarında, fırsattan istifade etmeye kalkışmayıp, ona yardım etmek, yardım edene ancak şeref verir..

Hasmının, düşmanının, senin gösterdiğin insanî yardımlar karşısında, ileride nankörlük gösterip göstermiyeceğine dair hesablara girersen, gösterdiğin insanlığın üzerine kendi elinle bir ibtal çizgisi çekmiş olursun..

Kaldı ki, savaşlarda da  zayıf düşmanı değil, güçlü düşmanı pess ettirmektir, önemli olan..

*

Türkiye ile İsrail rejimi arasında, İsrail"in 2006 yılında Güney Lübnan"a yaptığı ve binlerce sivil insanın ölümüyle sonuçlanan 34 günlük saldırı ve 2008"de de Gazze bombardımanı yüzünden yükselen gerilim ve Erdoğan"ın bu saldırganlıkları "devlet terörü" ve jenosid/ soykırım olarak nitelemesiyle zâten bozulan ilişkiler,  İsrail rejimi C. Başkanı Şimon Perez"e hitaben, Davos"ta, "Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz.." diye bütün diplomatik teamülleri bertaraf eden ve hassaten müslüman toplumların yüreğini hoplatan insanî feryadla zirve yapmışken; Gazze"ye yardım götürmek üzere üstelik de İsrail rejiminin karasularından 110 km. kadar uzakta, yani hiçbir ülkenin hâkimiyet alanında olmadığı için, kimseden izin alınmasına gerek olmayan bir şekilde açık denizde seyretmekte olan Mavi Marmara gemisine  31 Mayıs/ 01 Haziran 2010 gecesi İsraili rejimi ordusunca yapılan ve savunmasız-silahsız 9 müslümanın katledilmesiyle sonuçlanan kanlı / barbar saldırı bütün bu hadiselerin üzerine tüy dikmişti..

*

Şimdi, o kanlı hadisenin üzerinden ve iki tarafın birbirine karşı yürüttüğü diplomatik ve  psikolojik savaştan aylarca sonra, bu orman yangınına yapılan Türkiye yardımı dolayısiyle,  iki rejim arasındaki kırılmalar tamir edilebilir mi?

Bu, her halukârda Türkiye"nin taleblerinin karşılanmasına bağlıdır ve bağlı olmalıdır..

Sırf iç siyaset dengelerinin zorlamaları yüzünden İsrail rejiminin Dışbakanlığı"na getirildiği bilinen ve bir çılgın siyonist olduğu hemen herkesçe kabul edilen Avigdor Lieberman"ın, orman yangınını söndürmek için gönderilen bu yardımı görmezlikten geldiği ve Almanya"nın Türkiye"den ricası ile bunun gerçekleştiğini söylediği belirtiliyor.. O çılgın kişiden fazla bir insanî hassasiyet beklenmemelidir.. O , kendisine göre, vermekte oldukları psikolojik savaşta, "alan el" durumuna düşmemek dikkati göstermeleri gerektiğini düşünüyor olabilir..

Üstelik, Türkiye"nin bu yöndeki yardım kararını Almanya"nın böyle bir talebinin gelmesinden saatlerce önce verdiği ve uçakların yola çıkarıldığı da anlaşılıyor..

Ama, Amerika'daki en büyük yahudi kuruluşu kabul edilen (ADL)"in başkanı Abraham Foxman, Erdoğan"a, bu yardımdan duydukları memnuniyeti dile getiren bir mesaj yayınlamış ve "Türkiye'nin acil ve yapıcı bir şekilde yangına vermiş olduğu yardım desteği iki ülke arasındaki dostluğu gösteren önemli bir eylem. Bu destek bizlere iki ülke arasındaki derin ve tarihi ilişkiyi bir kez daha hatırlatması bakımından önem arz ediyor." demiş..

Yapılan resmî açıklamalardan anlaşılıyor ki, İsrail rejiminin başbakanı Benjamin Netanyahu, Başbakan Erdoğan"ı telefonla arayarak, Türkiye"nin, gönderdiği iki yangın söndürme uçağından dolayı minnetdarlığını iletmiş ve "bu yardımınızın çok büyük ve anlamlı olduğunu belirtmeliyim. Şu anda herkes Türkiye uçaklarının yangını söndürmek için uçtuğunu görüyor, ben de görüyorum. Hem hükümetim, hem de halkımın minnetdarlığını ifade etmek için sizi şahsen aradım.."  demiş..

Bu gibi yardımlaşmaların diplomatik husûmet duygularının yumuşatılmasında etkisinin olması, tabiîdir.. Ancak, bunu mutlak bir minnet borcu olarak kabul etmemek gerekir.. 17 Ağustos 1999"daki büyük Marmara Depremi"nden sonra, İsrail rejimi de yardımlarının  sunulması törenine, hattâ dönemin İsrail başbakanı Ehud Barak Türkiye"ye de gelmişti..

Yani bu yardımlaşmalar oldu diye, her mes"elenin çözülemiyeceği açıktı..

Buna rağmen, İsrail kuşatması altındaki Gazze"ye insanî yardım ulaşmak için yola çıkan Mavi Marmara gemisine yapılan kanlı saldırıdan dolayı tamamen bozulan ilişkiler, bu yardımla belki tamir edilmek ihtimaline yaklaşmış sayılabilir ve Türkiye,  diplomatik ve hukukî  bir özür dilemeyi değil, belki 'insanî' mânada bir özür dilemekle de yetinebilir. WikiLeaks sızdırmalarında, Türkiye"nin içsiyasetini etkilemeye yönelik siyonist atraksiyonların ve B.Amerika"nın Ankara"daki eski büyükelçisi Eric Edelman"ın siyonist odaklarla birlikte tezgahladığı entrikalarının arkasında İsrail bağlantısının bulunduğu, yani Amerika-İsrail bütünlüğü ve birlikteliği de ortada iken.; bu satrancın bir kaç hamle sonrasının da hesabı yapılmak istenebilir..

*

Nitekim, Başbakan Erdoğan da bu gelişmelerden sonra, "Türkiye-İsrail ilişkileri düzelir mi?" şeklindeki soruları cevablandırırken, "Bu yardım konusu ile o konuları birbirine karıştırmamak gerekir.  Bizim taleblerimiz belli... Bu talebler çözülmediği sürece münasebetlerimizin geçmişteki gibi olamayacağını da ifade etmiştik. Bu taleblerimizin bir kısmı yerine geldi, ama gelmeyen neydi? Gelmeyen de özür meselesi, bir de tazminat konusu, bunların çözümü gerekir."  demekte..

Ancak, burada, Başbakan Erdoğan"ın açıklamaları, Türkiye"nin tepkisinin sanki sadece Mavi Marmara gemisine saldırı ile sınırlı imiş gibi bir hava oluşturuyor.  Çünkü, "Türkiye"nin yerine getirilmesi istenen talebleri"  denilince, bunlar sadece Mavi Marmara saldırısı ve sonrasıyla ilgili, resmen..

Halbuki, müslüman halkımızın siyonist İsrail rejimine olan karşıtlığı, bu rejimin, bu cinayet şebekesinin Filistin topraklarında, sadece müslümanlara değil, asırlarca barış içinde bir arada yaşayan bütün müslüman, hristiyan ve yahudiler arasındaki insanî ilişkileri dinamitleyen 60 küsur yıllık varlığınadır. Konuya bu tarihî derinlikle bakılmadığı müddetçe, siyonist İsrail rejiminin her sonraki saldırıyla, önceki katliâm ve sair cinayetlerini unutturma çabası, yeni cinayetlerin de fitilinin ateşlenmesinin yolunu işte o "kaatil mantığı"yla yeniden açacaktır..

*

*Abdullah Gül"ün yaklaşımı da yeni bir merhaledir; ama, yeterli değil..

Tayyîb Bey"in İsrail rejimiyle ilgili sözlerinin medyaya yansıdığı gün, C. Başkanı Abdullah Gül de, bu konuya bir başka açıdan yaklaşıyor ve "İsrail rejiminin, Türkiye halkının güvenini yitirdiğini"  Euronews isimli tv. kanalında açıkça ifade ediyordu..

Gerçi, Türkiye"nin yüzde 98"ini oluşturan müslüman halkımızın bu siyonist rejime hiç bir zaman güveni yoktu, ama, TC. rejiminin en üst makamındaki bir ağızdan, resmen ifade olunması yine de bir olumlu gelişmedir..

*

Evet, Cumhurbaşkanı Gül, Euronews TV'ye verdiği ve 3 aralyık 2010 günü yayınlanan mülâkatta, ayrıca," NATO üyesi olmadığından, İsrail"in NATO'yla işbirliğinin de söz konusu olmadığını ve NATO"nun füze kalkanı şemsiyesi altında değerlendirilmesinin asla söz konusu olamıyacağını"  söylüyordu..

Cumhurbaşkanı Gül, NATO'nun kuracağı füze sisteminin, ittifak üyeleri dışındakilerle, özellikle İsrail'le ilişkilendirilmesi hakkındaki soruya da, "Öyle bir şey, asla söz konusu değil.. Çünkü bu, tamamen NATO üyesi ülkelerle ilgili.. İsrail, NATO üyesi ülke olmadığı gibi NATO'yla bir işbirliği de söz konusu değil.. Dolayısıyla bunlar kesinlikle doğru değil ve böyle bir şey de olamaz. Yani, ilke olarak da açıkça söylüyorum, böyle bir şey söz konusu olamaz. NATO imkanları İsrail tarafından kullanılamaz." karşılığını veriyordu..

Ancaak, hemen belirtelim ki, Gül"ün bu sözleri, daha çok, onun temennileri olarak ele alınmalıdır.. Çünkü, Abdullah Gül de kesinlikle biliyordur ki -ve, bilmemesi düşünülemez-, İsrail, NATO üyesi olmadığı halde, NATO"nun bütün imkanlarından,  NATO"nun liderliğini yapan Amerika Birlekik Devletleri"yle "yapışık kardeşler" konumunda olduğundan, hattâ diğer üyelerin faydalanamadığı derecede, en üst seviyede istifade ediyor, faydalanıyor ve bu durumu, Amerikan makamları gizlemeye, saklamaya gerek bile duymuyorlar.. Bu bakımdan,  "İsrail NATO üyesi değildir, öyleyse NATO imkânlarından asla faydalanamaz.."  gibi sözler mantıken olması gerekeni ifade edebilir; ama, fiilen mevcud durumu yansıtmaz.. (Bu vesileyle, 1985"e kadar, BM. ölçülerine göre bir çeşit  ırkçılık ve insanlık suçu telakki olunan sionizm, o tarihte, Amerika"nın baskıları sonucunda, BM Genel Kururu kararı ile, ırkçılık sayılmaktan ve bir suç olmaktan çıkarıldığını hatırlayalım.. Ve, BM Genel Kurul kararları deyip geçilmemelidir; bu kararlar, uluslararası hukukun kaynaklarından sayılır.)

B. Amerika- NATO ile İsrail ilişkileri açısından şu husus da açıkça belirtilmelidir ki, Amerika"da başkomutanlık daima Amerika"lı komutanlara aiddir.. 25 yıl öncelerde, Avrupa"daki NATO güçleri komutanı olan Gen. Rogers, Libya"ya yapılan bir saldırı sorgulandığı zaman, "Benim iki şapkam vardır, birisi Avrupa"daki Amerikan Kuvvetleri Komutanı, diğeri NATO Komutanı.. Durum hangisini gerektirirse, ona göre, bir şapkamı çıkarır, diğerini giyebilirim!.." demiş ve tartışmaları bıçak gibi kesmişti..

Bugün de durum farklı değildir..

Bu arada, B. Amerika ile İsrail rejimi arasında zaman zaman bir takım gerilimler olsa bile, bu ihtilaflar hiç bir zaman, Amerikan siyasî hayatındaki iki temel kutub olan Demokrat"larla Cumhuriyetçi"ler arasındaki ihtilaf ve görüş farklılıklarından daha  derin  olamaz ve bir iç mes"ele olarak ele alınır ve o anlayışla halledilir..

Böyleyken, NATO"nun bütün temel komuta işlerini ve en hassas stratejik bilgi ve planlarını düzenleyen, elinde bulunduran Amerikan emperyalizminin, bunları İsrail rejimine vermekten veya bu rejimin ayakta kalmasını sağlamak için kullanmaktan kaçınacağını düşünmek..  Olacak şey değil..

Abdullah Bey"in açıklamaları, bulunduğu makam itibariyle, bir ilk olması yine de ilginç ve olumludur.. C. Başkanı Gül, "Türkiye'nin, Mavi Marmara baskınından sonra Ortadoğu'da İsrail'i hala dost ve müttefik bir ülke olarak görüyor mu?"  sorusu üzerine de,"Tabiî ki, Mavi Marmara birçok şeyi değiştirdi. Açık söyleyeyim, birçok şeyi... Çünkü Akdeniz'in ortasında bir insanî yardım yapmak için giden gemilere uluslararası sularda İsrail ordusu saldırdı ve maalesef orada birçok insanı da öldürdü. Bunu bizim unutmamız mümkün değil açıkçası. Uluslararası hukuka bağlı olan bir ülke, BM'ye üye olan bir ülke, uluslararası hukukun gereğini süratli bir şekilde yaparak bunu telafi edebilirdi. İsrail, henüz bunu telafi etmiş değil. O bakımdan bizim bunu unutmamız söz konusu değil.." diyor ve, "İsrail, Türkiye'nin dostluğunu kaybetti mi?" sorusuna da, "Şüphesiz.. Yani Türkiye'nin, Türk halkının dostluğunu kaybetti" cevabını veriyordu.

Bu arada, sözkonusu mülâkatatta, Batı'da Türkiye'ye ilişkin olarak yapılan "eksen kayması" tartışmalarına da değinen Gül, "Bunların hepsi yanlış şeylerdir. Bunların bazıları kasıdlı, bazıları bilgisizlikten dolayı yapılan yorumlardır. Türkiye'nin istikameti gayet açıktır. Türkiye, (") jeopolitiğin verdiği imkanlardan faydalanıyor, tarihten, geçmişten gelen avantajlarından da faydalanıyor, dolayısıyla çok yönlü bir politika takip ediyor." diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyordu: "Şimdi bir ülke düşünün ki, komşularıyla daima problemli, komşularıyla ticareti minimum seviyede, ekonomik ilişkileri minimum seviyede, böyle bir şey olmaz. Adeta Türkiye bir çıkmaz sokakta gibiydi eskiden. Şimdi ise böyle değil. Türkiye bir kavşak olmuş vaziyette. Almanya ile Fransa'nın ticaretine bakın. Kanada ile ABD'nin ticaretine bakın, komşu başka ülkelerin ticaretlerine bakın. Hepsi, ticaret hacimlerinde komşularından en yüksek payı alırken, Türkiye'nin ticareti komşularıyla çok azdı. Bu yanlış bir eksendi doğrusu. O açıdan Türkiye, esas doğru bir eksen üzerinde oturuyor."

Cumhurbaşkanı Gül, "İran'ın nükleer problemine yaklaşımda Türkiye ile Batı arasında algılama farkı olup olmadığı"  sorusu üzerine de, Türkiye'nin kendi komşuyla ilgili bir konuda hassas olmasının tabiî olduğunu" vurguluyor ve "Biz şaka konuşmuyoruz, diplomasi değilse, savaş alternatifi... Irak'ta böyle olmadı mı? Diplomasiyle çözülemedi, sonunda savaş yaşandı. Bu savaşın bütün maliyetlerini kim ödedi? Tabiî ki, Irak halkı ödediği gibi, çevresi de ödedi.."  ifadesini kullanıyordu..

Açıktır ki, gerek Erdoğan"ın ve gerekse Gül"ün açıklamalarında da eleştirilmek istendiğinde birçok yanlış noktalar bulunabilir..

Bu tesbitlere genel çerçevesiyle katılmamak mümkün mü?  Ve unutulmasın ki, onlar, TC rejiminin 90 yıla dayanan ömründe, bu konuları ilk kez, geçmişteki anlayış çizgilerinden farklı ve müslüman halkın ölçülerine daha yakın bir çizgi üzerinde dile getiriyorlar.. Evet, TC. rejiminin hangi temeller üzerinde yükseltildiği ortada, ama, rejimler de gider, ama, müslüman halklar bu coğrafyalarda sonuna kadar yaşıyacaklardır. Bu açıdan, müslüman halkların hakları, gelecekleri ve maslahatları en geniş çapta düşünülerek bir siyaset oluşturulmaya çalışılırken, elbette arabanın devrilmemesine de olanca dikkat gösteriliyor, ama, "Acaba bu konuda emperyalist karar merkezleri ne der?" demeksizin, dünya gerçeklerine de paralel bir şekilde oluşturulmaya çalışılıyor..

Ahmed Davudoğlu"na, emperyalist odakların, "tehlikeli, delice fikirleri olan birisi.." demeleri boşuna değil.. Çünkü, o odaklar, kendilerinden işaret almaksızın, müstakil düşünenlere hep böyle bakmışlardır.. İstiyorlar ki, yine öyle olsun.. Ama, inşaallah o emperyalistlerin tılsımı bozulmaya başlamıştır..