İnanan Türk-Kürt kardeşlerimin dikkatine

Abdullah Büyük

Eğer bir ortak noktada buluşulacaksa, her iki taraf da adım atmalıdır. Biri üç adım atarken, diğeri on adım atabilir, ziyanı yok. Ama on adım atan, buluşma gerçekleştiğinde doğal olarak buluşup tanışmaktan doğacak ne kadar güzellik varsa, hepsinde daha fazla hak sahibi olacaktır. Belki de şöyle demeliydik; zaten daha büyük olduğundan dolayı adımları da daha büyük olmuştur da çok adım attığı için büyümemiştir. Tıpkı kul ile Allah arasındaki kurbiyet/yakınlaşma sürecinde, kul bir adım atarsa yüce Allah"ın şanına yaraşır biçimde daha fazla yaklaşması ve "Ben zaten sana hep yakındım, fark etmediysen suç senin." deyip evvelki yakınlığını da başa kakmaması gibi. Kürt halkıyla Türk halkı Türkiye halkı olarak, hadi bunu da beğenmezseniz dünya yerlileri olarak, bir araya geleceklerse, ne Türk devlet, "Ben zaten sana hizmet ediyor, vatandaşlık haklarını esirgemiyordum ki!" deyip minnet etmeli, ne de o türlü projelerle yakınlaşıp daha çok adım atmanın yollarını ararken Kürt halkı olduğu yerde çivilenmeli.

Evet, devlet-Kürt halkı ve Türk-Kürt halkı ilişkilerinin tamamen normalleşme sürecine girebilmesi için, Kürt kardeşlerimizin de kendi içlerinden çıkacak aydınlarla bu mesele üzerinde kafa yorması gerekiyor. Zira "sulh"u aramızda hakem yapacaksak, bunu tahkim edip/atadığımızı belirten sözlü belgenin altında, her ikimizin de onayladığını gösteren imzalarımız olmalıdır. Tahkimnâmeler tek taraflıysa hükümsüzdürler.
Burada kast ettiğimiz sürecin başındaki devleti temsil edenlerin veya geri çekilmeye yeşil ışık yakan terör örgütü liderlerinin ruhsuz imzaları değildir. Önceki yazılarımızda da belirttik; madem canlı bir barış, ancak yaşayan bir halk tarafından gerçekleşecek, o halde bizim Kürt kardeşlerimizin tabanını dinleyip duymaya ve imzalarının ıslaklığını hissetmeye de ihtiyacımız var. Bunun için süreci destekleyen Kürt kardeşlerimizin idaresinde olan sivil toplum kuruluşları, belki ortak bir platform oluşturarak kendi içlerinden çıkacak Kürt kardeşlerimizle yine Kürtlerin barışı doğru anlamasına zemin hazırlamalıdır. Barışı, kendi cephelerinden yalnız, herkesin kayıtsız şartsız affına bağlayarak anlatanların dilinden duyan Kürt halkı, dağda evladı olan baba, hatta hala dağda olan çocuğu sağlıklı bilgilendirilememiş demektir.
Bu açığı kapatacak olan, silahların bir süreliğine kaldırılmasını değil, ebediyen toprağa gömülmesini isteyen Kürt kardeşimdir. Yakın temas kurabildiği için, kendi halinde bir Kürt ailenin evladıyken silahlanması gerektiğini düşünen gençlerin psikolojik analizlerini bizden daha iyi yapabilen Kürt kardeşimdir. Türkler cephesinde, "Ülke bölünecek!" diye ünleyen ulusalcı kesimin sesini defaatle duyacak kadar mesele mercek altına alındı. Fakat terörü bir şekilde uzaktan destekleyen yahut sempati duyan Kürtlerin, "Yoksa dindarlaşıyor muyuz? Liderlerimize ne oluyor da Allah-din vurgusu yapıyorlar?" sorusunu sorup sormadıklarını hala bilmiyoruz. Bu gün barışın güzelliğini fark edenlerin, "İstediklerimizi verdikleri sürece savaşa son. Yoksa bu silahlar bir gün yine lazım olabilir." telkinleriyle bunu bir zafer gibi mi algıladıklarını da bilmiyoruz. Sempati duyanlar geçmişlerinden utanıp, bunu tamamen hafızalarından mı silecekler, yoksa bir zaman içine karışanlar sık sık hatırlatıp bunu koz olarak mı saklayacaklar, keza bunu da bilmiyoruz. Bütün bu risklere karşı Kürt halkının Kürt akl-ı selimlerle barışa hazırlanması ve bu boşluğun, "barışının da savaşının da omurgası olmayan" kimselerce doldurulmasına fırsat verilmemesi gerekiyor.
Daha önce kendimizi Kürt kardeşlerimizin yerine koyarak, bu sütundan bazı mesajlar vermiştik. Şimdi sıra onların en önemlisine geldi. Siz büyük yürekli insanlarsınız. Sizin barışmanız da büyüklerinkine benzemelidir. Türk halkı barış için çok defa gözünü yumup karaya "mavi" derken, size yakışan "Yok ille de ak deyin." demek değil, "Belki de gözlerimiz bizi yanılttı. Aslında bu mavi değil, sizin dediğiniz gibi kara da olabilir." demektir.


Şunu açıkça söylemek isterim: Ülkemde sulh/silm/İslam hâkim olduktan sonra, birileri de bu arada kendini aklamış beni çok ilgilendirmez. Zaten ehl-i firaset Türk ve Kürt halkı, "Hazır gökten bereket yağıyorken bizim kanlı ellerimiz de yunsun." diyen fırsatçıları tefrik edecektir. Ama diyelim ki yine de bazıları bundan palazlandı, bu benim yağmurun tadını çıkarmama mani olmaz. Yine de barışı daim kılacak olan, sizin artık teröre toprak altında da olsa hakk-ı hayat tanımamanızdır. İnsanın aklı dilinin altında. Sizin dilinizse yasaklar altında. Bunu biliyor ve üzülüyoruz. Ama siz de lütfen bir Mecelle kaidesi olan şu gerçeği bilin: Kim ki bir şeyi vaktinden evvel isti"cal eyler ise mahru­miyetle muateb olur. Yani kim zamanı gelmemiş isteklerde bulunursa, maksadının aksiyle tokat yer. Meşru talepleriniz taleplerimizdir. Artık bunlar için gayr-i meşru vasıtaları kullanmayın. İttihat cemiyetleri bozulalı çok oldu buralarda. Kürt kardeşim; şimdi ittifak zamanı. İttihat tüm iç unsurlara "aynılaşmak" kaderini biçerken, ittifak "farklılıklarının farkında olarak birleşen unsurlar"dan beslenir.
Eskiyi tekrar etmeye bizce vakit kalmamıştır. Ertelenmiş barışların rüyasını görürken, Kürt ve Türk, yani hepsi de "bizden" olan daha kaç nesil yitip gidecek? Artık hata yapma lüksümüz de kalmamıştır. Kendimize rağmen, içimizdeki çatlak seslere, bütün zorluk ve risklere rağmen bir kere daha size doğru adım atılmışken, sizler de bize gelmek için elinize tutuşturdukları protezleri atın ve kendi ayaklarınızı kullanmayı deneyin. Kürt kardeşim; barışa kendin olarak gelmelisin, taleplerine doğru yaklaşmak için ne terör bastonuna, ne savaş asasına ihtiyacın var. Başkalarının kucağında kalıp onların pimini istediklerinde çekmekle tehdit ettikleri el bombası olamazsın. Kimsenin illegal işlerini örtmek için isteyince kullandığı perdedarı da değilsin. Barışının rotasını sen çiz, kendi sürecinde söz sahibi ol, hesapsızca barış ve artık söyleyecek sözünü Türk kardeşlerine söyle, senden bir kelime çalıp kendinden de bin tane katanları dinlemeye bizi mecbur etme, rica ederim aracı olduğunu söyleyenlere de vekâlet verme...

yeniakit