İmam Hamanei'nin “Bedir” ve ”Hayber” Hatırlatması Ne Anlama Geliyor..?

Nureddin Şirin

İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamenei, İran İslam Cumhuriyeti"ne yönelik çok yönlü saldırı ve komplolara karşı İslam inkılabının bulunduğu aşamayı tanımlarken "Şib-i Ebi talib"de değiliz; Bedir ve Hayber"deyiz" ifadelerini kullanması, ilk anda, düşmanların saldırıları her ne kadar olursa olsun, Müslümanları zafer yolundan alıkoyamayacağının vurgulanması olarak değerlendirilebilir.

Ancak bu sözlere ilişkin biraz derinlere inmek gerekiyor.

Bunun için bir hatırlatma ile başlamak istiyorum:

Geçen yıl Tahran"da düzenlenen, aralarında Hamas, İslami Cihad"ın da bulunduğu ondan fazla Filistin direniş hareketi liderlerine hitaben bir konuşma yapan İmam Hamenei, "sizler yakında Siyonist rejimin ortadan kalktığını gözlerinizle göreceksiniz" deyince, Hamas lideri Halid Meşal, İmam"ın bu beyanı karşısında sevinç ve şükranını dile getirerek "artık bu sözden sonra başka konuşmaya gerek yok; kalkıp siperlerimize geri dönelim" demişti.

Bizler genel anlamda, ilahi vaadleri göz önüne alarak, Amerika"nın da, İngiltere"nin de, Fransa"nın da, diğer tüm tağut ve müstekbir rejimlerin de ortadan kalkacağını söyleyebiliriz; zira bu Kur"an-ı Kerim ile müminlere beyan edilmiştir. Bunu söylemek ne kehanettir; ne de gaybten haber vermektir; deyim yerindeyse "malumun ilanı"dır.

Ancak İmam Hamenei"nin yukarıda aktardığımız sözleri ile, son konuşmasındaki "Şib-i Ebi Talib"de değiliz, Bedir ve Hayber"deyiz" demesi, İslam ümmetinin, özelde İslam inkılabı ve mukavemetin ulaştığı bir dönüm noktasına işaret etmektedir. Belki İmam bu sözleriyle, içinde bulunduğumuz yeni dönemin İslam Ümmeti"ne açacağı yeni sayfanın müjdesini de vermiş olmaktadır.

Böyle düşünmemizin iki sebebi vardır;

İslam inkılabı ile dünya müstekbirliği her zamankinden daha çok kapsamlı bir savaş içine girmiş durumdadır; İslam İnkılabı"nın zafere ulaştığı 11 Şubat 1979 yılından bu yana, inkılab bir çok evreyi geçmiş, birçok engel ve badireyi atlatmış ve sonuçta düşmanların hesap ve hayal dahi edemeyecekleri güç ve konuma ulaşmıştır.

İslam inkılabının dünya müstekbirleri karşısında kazandığı bu konum, hayal sınırlarını zorlayan askeri güç, başarı ve ilerlemelerle bütünleşince, İslam devrimi ile istikbar arasındaki ezeli savaşı doğal olarak yeni bir merhaleye ulaştırmıştır. Bunun ne anlama geldiğini herkesten daha çok kuşkusuz ki, aynı zamanda "silahlı kuvvetler başkomutanı" olan İmam Hamenei bilmekte ve böylelikle, Hizbullah ile hizbuşşeytan arasındaki savaşın vizyonu ve sonrasını değerlendirmektedir.

Dolayısıyla İmam Hamenei"nin bu sözlerinden çıkan anlamı; "bugün herkesin bilmediği ve göremediği hakikat yakında bütün çıplaklığı ile gün yüzüne çıktığında, İslam devriminin küresel ve bölgesel düşmanlarına nasıl bir darbe indirebileceği de anlaşılacaktır" şeklinde değerlendirmek yanlış olmayacaktır.

İkinci nokta, "Bedir" ve "Hayber" örneklendirmeleri salt zafer vurgusu için seçilmiş kelimeler değildir: Bedr,"Sadr-ı İslam"da sayısal ve güç dengeleri açısından daha az olan müminlerin İslam"ın azılı düşmanları karşısında kazandığı büyük zafer"i ifade ettiği gibi, bunun güncel karşılığı, "zahiri güç dengeleri noktasında karşıtlık olsa da, Amerika"nın başını çektiği dünya müstekbirliği karşısında, Muhammedi İslam ordusunun kazanacağı büyük zafer"i de ifade etmektedir. İster Amerika ve batılı müttefikleri olsun, ister bir bütün halinde NATO olsun, İslam devrimi ile sıcak çatışma sahnesinde, küresel müstekbirler kuşkusuz ki Mekkeli müşriklerin akibetine uğrayacaktır.

Dolayısıyla İmam Hamenei, "Bedr" ile, "ABD ve müttefikleriyle girilecek büyük savaş"ın betimlemesini yapmaktadır; İslam inkılabının maddi gücü, dünya müstekbirlerinin sahip olduğu global güç karşısında az olsa da, Rabbimizin Bedr"deki zaferi için فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلاء حَسَناً إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ" Onları siz öldürmediniz. Fakat Allah öldürdü. Attığın zaman sen atmadın. Fakat Allah attı. Böylece mü'minleri güzel bir şekilde imtihan etmek istedi. Allah duyandır, bilendir." (Enfal 17) şeklindeki gaybi yardımı hatırlatması, "günümüzün Bedrleri" için de bir müjde mesabesindedir; Alemlerin Rabbine teslim olmuş şehadet sevdalısı müminler sahneye çıktıklarında, maddi ve zahiri güçleri her ne olursa olsun karşılarındaki küfür ve şirk güçleri, Allah"ın yardımıyla hüsrana uğrayacaklardır. Bu rabbimizin değişmez bir yasasıdır.

"Hayber" ise, yine Sadr-ı İslam"da, "İslam"a karşı azgın düşmanlığın ve komploların merkez üssü olan Yahudi sultasının yıkılması" anlamına gelmektedir. Bunun günümüzdeki karşılığı ise, "60 yılı aşkın bir zamandır Filistin toprakları üzerine saplanmış 'İsrail' aldlı kanser mikrobunun, bu zehirli hançerin bütünüyle kırılıp atılması, nehirden denize bütün Filistin topraklarının özgürleşmesi"dir. Zira bu hedef, İslam devriminin varlık sebebidir. Eğer İslam inkılabı önderi ve İslam Cumhuriyeti nizamının kurucusu Merhum İmam Humeyni"nin İslam inkılabının zaferinden yıllar öncesinde, Siyonist rejim ile ilgili yaptığı konuşmaları hatırlayacak olursak, İslam devriminin asli hedeflerinden birinin, siyonist rejimin varlığını bütünüyle ortadan kaldırmak olduğunu kolaylıkla anlamış olacağız.

İmam Hamanei, söz konusu konuşmasında, hiç mübalağa etmiş olmayalım; Siyonist rejimin yıkılışının "an meselesi" olduğunu müjdelemiş olmaktadır. Kısacası İmam Hamenei, "biz Bedir ve Hayber"deyiz" sözleriyle, ABD önderliğindeki dünya müstekbirlerinin İslam devrimi karşısında hezimete uğrayacağını, siyonist İsrail rejiminin ise bütünüyle ortadan kalkacağını müjdeliyor.

Belki birileri İmam"ın bu sözlerini bir "umut" ve bir "temenni" ya da, düşmanlar karşısında Müslümanların morallerini yüksek tutmak için bir "psikolojik savaş" şeklinde değerlendirilebilir. Zira, hakk ile batıl savaşında iniş çıkışlar olmuştur hep. Her şey istenildiği, umulduğu ve hesap edildiği gibi sonuçlanmayabilir de..

Bu noktada, çoğumuzun gözden ırak tuttuğu bir veçheye de işaret etmek gerekir.

İslam İnkılabı tarihini ve İmam Humeyni"nin devrime olan rehberliğini değişik veçheleriyle tahlil ettiğimizde, göreceğiz ki, başlangıcından zafere kadar devrimin tüm merhaleleri, Rabbimizin gaybi müdahaleleri ile yoluna devam etmiştir. Zahiri göstergeler, maddi ve fiziki güç dengeleri bu devrime hiçbir zaman zafer fırsatı tanımıyordu. İmam Humeyni, dünyanın en gelişmiş ordularından birine sahip olan şahlık rejiminin yıkılacağını söylediğinde de, birileri açısından bunun hiçbir "rasyonel" anlamı da yoktu. Fakat onlar, İmam"ın başarı ve zaferi, zahiri ve maddi güçlerin varlığı ile sınırlandırmadığını da pek bilmiyorlardı.

Bunun anlamı, "mülk alemi" ile "melekut alemi" arasında kurulan güçlü bağlardı; iman ve teslimiyet İbrahim Halilullah"ı ateşin içinde nasıl esenlikte tuttuysa, yed-i beyzanın asası sihirbazların göz korkutan sihirlerini bir çırpıda nasıl yuttuysa, deniz yalınayaklılar önünde nasıl yarılıp açıldıysa, çarmıha gerilmek istenen İsa Kelimullah nasıl arşa alındıysa, öldürülmesi planlanan bir gecede yatağına Ali"sini yatırıp Medine"ye doğru yola çıkan Muhammed Habibullah, çok geçmeden Mekke"ye muzaffer bir komutan olarak geri döndüyse, kuşkusuz ki Rabbimizin kendi uğrunda mücahede edenlere vaad ettiği başarı, esenlik, kurtuluş ve zafer yolları da bu zamanın müminlerine açık olacaktır. Allah"ın fıtratında bir değişiklik olmaması, ilahi yasaların evrenselliğini ve tüm zamanlar için geçerliliğini beyan eder.

İşte İslam İnkılabı"nı zafere ulaştıran asıl sır buradadır; yaşanılan tüm zorluklara, karşılaşılan tüm engellere karşın bu inkılabı 11 Şubat 1979"a götüren, İslam ümmetini böylesi bir devrimle buluşturan asıl güç "melekut aleminden mülk alemine yağan gaybi yardımlar"dır.

Eğer dünyada askeri teknolojinin zirvesine çıkan Amerika"nın milyarlarca dolar bir çalışma sonucunda ürettiği casus uçakları, elle tutulup alınırcasına yere indirilebiliyorsa, bunu sadece devrim muhafızlarının mühendislik bilgi ve yeteneğine indirgemek hakikatlere göz kapamaktan başka bir anlama gelmeyecektir. Elbette ki burada devrim muhafızlarının bilgi, beceri ve kabiliyeti büyük bir onurdur. Ancak Rabbimizin "Attığın zaman sen atmadın. Fakat Allah attı" diye buyurduğu o savaşta Hamza bin Abdulmuttalib ve Ali bin Ebu Talib gibi "Allah"ın arslanları" da vardı. Müminleri Bedir"de zafere ulaştıran bu arslanların savaş kabiliyetini göz ardı etmek mümkün mü? Ancak zaferin asıl sırrı, Rabbimizin bu beyanında saklıydı.

Üzerinde durmamız gereken Bir diğer nokta ise, "İslam inkılabı Rehberliğinin rüşdü"dür. "Rüşd" kelimesini günlük konuşmalarımızda veya yazılarımızda pek kullanmayız; kullansak da, daha çok dünyevi anlamlar yüklenmiş olarak kullanırız. Kur"an"ın bize öğrettiği "rüşd" kavramı en genel anlamda "olgunluk" şeklinde anlaşılsa da, bu kavram, öncelikle hidayet önderliği için temel bir keyfiyettir; dolayısıyla peygamberlerin hepsi "rüşd" sahibidirler. Onların seçilmişliği "rüşd"lerinden dolayıdır. Bu rüşd, peygamberlerin şahsiyetlerini tanımlayacak en temel kavramdır.

Peygamberleri tanımlayacak olan Rüşd, aynı zamanda her bir Salih kulun Allah ile olan bağlarının derinliğini, yüceliğini ve güçlülüğünü yansıtır. Rüşd, "Allah"a olan teslimiyet ve tevekkül"ün zirvesini ifade eder. Rüşd, gözlerin korktuğu, kalplerin yıldığı, umutların tükendiği anlarda, arada perde olmaksızın Rabbimizin hazinelerini görebilmektir. Rüşd, melekut aleminin mülk alemine indirdiği bir sekine, bir zırh ve bir itminandır. Bu aynı zamanda "liyakat" ve "ehliyet" demektir.

Rüşd, hesabı yalnız ve yalnız Allah ile yapabilme, onun hoşnutluğu üzere hareket edebilme, O"na olan imanın baş edilemez güçleriyle donanma halidir. Bunun bir diğer anlamı da "marifet"tir. İnsan "marifetullah" yolunda seyir alıp yükseldikçe bütün hesaplar, ölçüler ve denklemler değişmeye başlar. Dolayısıyla birilerinin gözünde çok büyük görülenler onun gözünde bir hiç mesabesine iner. Seyyid Hasan Nasrullah"ın, İsrail"i "örümcek yuvasından daha zayıf" tanımladığı gibi.

Bizler konuşurken ve hareket ederken, kendimizi "reel" olan ile sınırlandırabilir, hesabımızı salt "gerçeklik"ler üzerinden yapabiliriz. Ancak, "reel"den öte, -maddi ve fiziki sınırların duvarlarını aşan gerçeklikleri de ifade eden-"hakikat"ile bağ kuranların hesabı bizimkine benzemez. "Cevher" ile "araz" arasındaki farktır bu.

Kur"an-ı Kerim "Allah"ın boyası ile boyanmak"tan söz ederken, Hz. Resulüllüh (s.a.v) "Allah"ın ahlakı ile ahlaklanın" buyururken, müminleri ötelere, yükseklere, yücelere çağırmaktadır. Müminler içerisinde bu noktaya ulaşma rüşdünü gösterenler, kendi olgunluklarına aynı zamanda bir da ışık katarlar. Nitekim "irşad" kavramı da buradan gelmektedir. Böyleleri doğal bir aydınlatıcıdırlar; ve onlar müşkülatlara "mübeyyin" olurlar. Zorluklar, karışıklıklar arasında selameti gösterirler.

İşte bizim tanıdığımız, bütün kalbimizle ve benliğimizle sevip hürmet beslediğimiz, "Veliyy-i Emr-i Müslimin" olarak, bayrağına el uzattığımız İmam Hamenei budur...

"Biz Şib-i Ebi Talib"de değiliz; Bedr ve Hayber"deyiz" diyen İmam Hamenei"nin rüşdü bizler için tam bir güven ve itminandır. Seyyid Hasan Nasrullah "Vadu"s Sadık" dediğinde bunu unutulmaz bir şekilde ispat ettiği gibi.

Biz meseleye bu noktadan bakıyoruz.

Şimdilik bir sözle bitirelim:

"Ümmet duvarına ne korku, senin gibi bir dayanağı var! Denizin dalgasından ne korku, senin gibi bir kaptanı var!"

velfecr