İçinde bir tuhaf memnuniyet ve sevinç de taşıyan bir korkunç cinayet...

Selâhaddin Çakırgil

İçinde bir tuhaf memnuniyet ve sevinç de taşıyan bir korkunç cinayet ve çılgınlık..

Avrupa medyasında çok ürpertici münferid öldürmeler veya birkaç / birçok kişinin öldürüldüğü cinayetler işlendiğinde, eğer faili/ failleri müslüman olursa, derhal -İslam"a da nisbet olunarak- "terörizm" damgası vurulur; eğer o cinayetlerin içinden fail/ failler müslüman çıkmazsa,  "amoklauf"/ çılgınlık veya cinnet geçirme diye geçiştirilir.. Ve hele, bu gibi cinayetler aile-içi problemlerden dolayı işlenirse, müslümanlar için, "töre ve namus cinayeti" başlığa çekilir; ama, bu gibi cinayetler müslüman olmayan aileler içinde cereyan etmişse, hemen çok mâsum bir kılıfa büründürülüp, "familiendrama" (aile dramı) nitelemesine dönüşüverir..

*

Buradaki "amoklauf" kelimesi, aslında Avrupa dillerine aid değil..

"Amoklauf", aslında Güneydoğu Asya"da Malezya ve Endonezya gibi ülkelerde yaklaşık 300 milyon kadar insanın konuştuğu malay dilinde, "gözü dönmüş bir çılgınlık içinde yapılan kitlevî öldürme"leri anlatmakta kullanılan "amok"  kelimesinden geliyormuş..

5 Temmuz 2009 günü, Dresden"de bir çocuk parkında, çocuğunu sallandıran ve İslamî tesettürüyle yabancı olduğu belli anlaşılan bir anne olan Mısır"lı Merwe Şerbinî isimli hanım kardeşimiz, orada bir ırkçının saldırısına mâruz kalır ve şikayetçi olur.

Sanık, bu kez de muhakeme sırasında, bu anneyi, hâkimlerin ve güvenlik görevlilerinin gözü önünde bir anda, bıçak darbeleriyle öldürüverir!

Böylesine bir korkunç saldırı bir müslüman tarafından yapılsaydı, nasıl ağır suçlamalar yapılacağı tahmin edilebilirdi.. Ama, alman medyası bu korkunç cinayeti, çok da büyütmeden, "şok, felaket.." gibi başlıklarla duyurmuştu, kamuoyuna..

Gerçi, kaatil, ağır cezaya çarptırıldı, ama, iyi hali dolayısiyle, birkaç yıl sonra bir yolu bulunur, serbest bırakılır.. (Sahi, Solingen"de bir müslüman ailenin 5 ferdini yakan cânîler de birkaç yıl sonra, serbest kalmadılar mı?)

*

Doygunluğunu zirvesinde olan bir toplumdaki ruhî açlığın patlaması, ve..

Norveç"in başkenti Oslo"da Başbakanlık civarında 22 Temmuz günü, meydana gelen patlama bu uzak, rahat ve de soğuk ülkeyi, bir anda bütün sıcaklığıyla dünya gündemine taşıyıverdi.. Ortalık bir savaş alanı gibiydi..

Ve.. Haber tv ekranlarına ve internetlere düşerken, hemen, o lanet olası niteleme, "İslamic terror"  şübhesi de dile getiriliyordu...

Halbuki, ortada hadiseyle ilgili, henüz ne etraflı bir bilgi vardı, ne de herhangi bir delil..

Ama, gerekmezdi ki..

Ne de olsa, müslümanlar "potansiyel suçlu" idiler ve topluma öyle sunulmalıydılar..

Esasen, bu gibi hadiseler karşısında, konuyla ilgili görüşlerine başvurulan "uzmanlar" da "cihadçı" forumlardaki yalan-yanlış tartışmaları gündeme getirerek şüphelerin Müslümanlar üzerine odaklanmasına katkıda bulunuyorlar.. Bu cümleden olmak üzere, New York Times, bu hadisenin hemen ardından, Oslo patlamasını Irak merkezli Ensar-el"Cihad el"Âlemî örgütünün üstlendiğini öne sürüyordu..

Gazete haberinde bu bilgiyi, Johns Hopkins Üni. öğretim üyesi  ve terör eylemleri analisti Will McCants"e dayandırılıyordu.. McCants daha önce de USA Dışişleri Bakanlığı için terörle mücadele danışmanı olarak görev yapmıştı.  Aynı şekilde,  BBC, Guardian ve Washington Post gibi, Batı medyasının önde gelen diğer yayın kurumları da, bu yöndeki temelsiz yayınlarını sürdürüyorlardı..

Batı yarımküresindeki müslümanlar ise, bu gibi değerlendirmelerden dolayı, bu haberin nasıl bir şekil alacağını, bu saldırının faili/ failleri olarak, müslüman ismi taşıyan birileri çıkarsa diye, tedirginlikle, diken üstünde bekliyorlardı..

Derken.. Bir saat kadar sonra, Oslo"dan gelen yeni haberler, saldırının daha başka bir boyutundan ve oldukça organize bir saldırının olduğundan işaretler veriyordu.. Çünkü, Oslo"nun 20 km. kadar güneyindeki küçük Utöya adasında da bir saldırı olduğu ve 20 kadar kişinin hayatını kaybettiği belirtiliyordu..

Ama, aradan bir saat geçmeden, bu adadaki saldırıda ölü sayısının 80"i aştığı ve polis üniforması giymiş olan saldırganın da yakalandığı bildiriliyordu..

Ama, burada elde edilen ilk bulgular, özellikle müslümanları rahatlatacak şekildeydi..

Çünkü, alman tv. kanalları ve internet sitelerindeki haberler, bu kez, müslümanların yüreğini soğutacak bir şekildeydi:

"Keine Islamisten, keine ausländerische Terrorgruppe.." (İslamcılar ve yabancı terörist gruplar değil!..)

*

Evet, anlaşılıyordu ki, iktidardaki (sosyal demokrat) İşçi Partisi"nin gençlik koluna bağlı, 14-18 yaş grubu arasındaki 600"e yakın çocuk  toplantı halindeyken, polis üniformalı birisi, onlara, Oslo"daki patlama üzerine, onları -guyâ- korumak için oraya geldiğini söylemişti..

Ve sonra bu kişi, özellikle de tiplerinden yabancı kökenli olduklarını tahmin ettiği, çoğu Hind kökenli gencecik çocukları,  tam bir cinnet hali içinde tarafı taramış, ortalığı kangölüne çevirmişti.. Kaçabilenler kendilerini denize atıp, yüzerek kurtulmaya çalışırken, yetişen güvenlik güçleri, yabancı kökenli saldırganları yakalamaya hazırlanmışken, kendi vatandaşlarından birisi ile karşılaşıvermişlerdi..

Evet, saldırgan, ne bir müslümandı, ne de bir başka yabancı.. Saldırı, Batı toplantıların zihnî takıntısı haline ge(tiri)len "Islamic terror"  hiç değildi..

*

Hadise üzerinden henüz birkaç saat geçmeden durum anlaşılmıştı ve tahmin edilebilir ki, hele de Batı Avrupa"da yaşayan milyonlarca müslüman, o anda, 100"e yakın gencecik, hattâ çoğu, kendi iradeleriyle bir taraf olmaları mümkün olmayan veya henüz günah işleme iradeleri bile gelişmemiş, mâsûm / günahsız sayılabilecek bile çocukların öldürülmesine yandıkları kadar; bu işten dolayı müslümanlar üzerine bir cîfe sıçramamış olmasının memnuniyetini, sevincini de yaşayacak kadar çelişkili, karmaşık bir ruh hali içindeydi..

Evet, hattâ henüz rüşd yaşına bile gelmemiş yüze yakın gencecik insan, beklenmedik bir saldırı ânında hayatlarının yitirirken, siz acı çekmez misiniz?

Çekersiniz, elbette. Ama, öyle bir tablo çıkıyor ki karşınıza;  o korkunç hadisenin haberine bakarken, verilen bir küçük ayrıntı ile içinizde bir inşirah, bir ferahlama ve memnuniyet  havası da oluşuveriyor..

Çünkü, korkuları zail olmuş ve "Elhamdulillah! Saldırgan müslüman değilmiş" demişlerdi.

*

Evet, bu korkunç cinayetle gelen bu ferahlatıcı, memnuniyet verici gelişmenin, müslümanlar ve hele de Batı Avrupa toplumları içinde milyonlar halinde yaşayan müslümanlar için ne mâna ifade ettiğine bu kadarca değindikten sonra..

Gelelim, bu ırkçı cinnete..

Yoksulluğun ve ezilmişliğin insanları teröre yönlendirdiği kabullenilir de; varsıllığın, zenginliğin, gücetaparlığın ve başkalarını köleleştirmek ve kendisini tanrılaştırmak isteyen davranışların da insanı aynı noktaya sürükleyeceği niçin görülmez?

Mes"eleyi sadece bir cinnet olarak geçiştirmek mümkün müdür?

Önce, elbette ki bu gibi saldırılara bakıp da, birilerinin "Islamic terror"  terimini hâfızâlarda nakşetmeye çalışmalarındaki saçmalığa benzer bir yaklaşımla, "Christianic terror"  nitelemesine prim vermemeye âzamî dikkat gösterilmesi gerekir..

Çünkü, bu son facianın faili olduğu kesinleşen kişinin bir ırkçı olduğu açık.. Irkçılığın, faşistliğin, insana böylesine zulümleri, cinayetleri, çılgınlıkları işletebileceğinin yığınla örneklerini devamlı görmekteyiz..

Gerçi bu kişinin, Norveç resmî makamlarından verilen bilgilere göre, bir hrıstiyan olduğu da kesin.. Ama, hrıstiyanlık inancının özünün, Îsâ Rûhullah aleyhisselamın elinden insanlığa sunulan ilahî vahyin böyle bir cinayete müsaade etmiyeceğini de kesinlikle belirtmeli ve câhilâne yorumlara prim vermemeliyiz..

Nasıl ki, müslümanların hata ve günahlarını İslam"a nisbet etmek yanlış ise, hristiyanların hata ve günahlarını da, hristiyanlığın Hz. Îsâ Mesih (a)"in elinden geldiği şekline nisbet etmek de o kadar yanlıştır..

*

Bu korkunç cinayetin 32 yaşındaki faili olan Anders Behring Breivik'in bu saldırılarını 2009 sonbaharından bu yana planladığı bildiriliyor..

İyi eğitimli ve bekar olarak bildirilen bu kişi, "Eyleminin gaddarca, ancak, gerekli olduğunu düşündüğünü, Norveç toplumunu değiştirmek istediğini,  tek başıma hareket ettiğini"  söylemiş, polisteki ifadesinde.. Yani,  jakoben, tepeden inmeci, dayatmacı, -bizim toplumumuzdaki karşılığıyla, kemalist- yöntemle hareket eden bir kişi..

Breivik"in, saldırılardan önce internette yayımladığı 1500 sayfalık günlüğünde, "terörün kitleleri uyandırma aracı olduğunu ve İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en büyük canavar olarak nitelendirilmeyi beklediğini"  belirttiği de bildiriliyor.

İngilizce yazılan ve "Bir Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi" başlıklı günlüğe "Andrew Berwick, Adaletsever Şövalyelerin Komutanı" olarak imza atan saldırgan, gerçek adının Anders Behring Breivik olduğunu belirtmeyi de ihmal etmemiş.. Breivik,  sitesinde, bir filozoftan aldığı, "İnançlı bir kişi, 100 bin insana bedeldir.."  kabilinden bir cümleyi de yazmış..

Öte yandan, Breivik"in, Hollandalı aşırı sağcı, ırkçı ve de İslam düşmanı siyasetçi Geert Wilders"i "tek gerçek muhafazakâr partiye liderlik ettiği için" övdüğü, İngiliz ırkçıların kurduğu İngiltere Savunma Birliği"nin Norveç"te şubesi açması gerektiğine dair notları da ilginç.. Saldırgan ayrıca, Türkiye"nin AB"ye alınmasının, Avrupa içine bir Truva atı"nın alınması gibi bir tuzağı hatırlattığını da yazmış, ve bunun için sitesinde, üzerinde cami ve hilal-yıldız gibi sembollerin bulunduğu bir Truva atı karikatürüne bile yer vermiş.. (Aşağıdaki karikatür..)

*

Burada üzerinde durulması gereken bir diğer husus, iletişim teknolojisinin alabildiğince ilerlemesi sâyesinde, bugün artık, yeni nesillerin, gelişmiş cep telefonlarındaki tekniklerden istifadeyle, özellikle de Usâme bin Laden veya Hitler aleyhine yapılmış olan animasyonlarda, bu "düşman"ların askerlerini elektronik/ sanal âlemde yenilgiye uğratacak oyunlarla meşgul olmaları..

Hattâ, küçücük yaştaki çocukların bile, bu oyunlarla hemen hergün, saatlerle oynamaları, o sanal düşmanları öldürmeleri, onlarda, hele de ırkçı ve militarist söylemleri daha bir geliştirdiği ve bu şekilde yetişen ve bütün sosyal ilişki bağlarını koparmış olan yeni nesillerin, hattâ  4-5 yaşındaki çocukların bile,  devamlı kazanmak ve öldürmek gibi bir hayat oyununun içine sürüklendikleri görülmeli ve bunun zararlarından kurtulmak için tedbirler alınmalı değil midir?

Maddî açıdan bu kadar doygun, manevî açıdan ise beyni ve kalbi tam-takır boş bırakılmış bir toplumun ferdlerinin, hele de kendileri gibi olmayanları kendi rahat ve huzurlarının ve yaşama zevklerinin düşmanı görüp, onları yok etmek istemesine niye şaşılmalı ki..

Yoksulluğun, çaresizliğin, açlığın, ezilmişliğin bazı insanları korkunç eylemlere, ve hattâ toplu cinayetlere, katliâmlara / "amoklauf"lara sürüklemesi nasıl kaçınılmaz bir vakıa ise; varsıllığın zenginliğin, güçperestliğin, başkalarını ezmek ve daha bir köleleştirmek ve kendisini tanrılaştırmak isteyen nesillerin ruhî sapmalarının da kaçınılmaz olduğu görülmeli değil midir?