Hz. Meryem’in kocası, Hz. İsa’nın babası... Tövbe tövbe!

Hasan Karakaya

Bir “Allah dostu” ile yaptığım sohbetin bir bölümünü dün aktardım...
Bugün de ikinci bölümünü aktaracağım ama, “sohbet”e geçmeden önce; bir “şüphe”mi, bir “kaygı”mı, bir “endişe”mi dile getirmek istiyorum...
Hani, zaman zaman “İlluminati Çetesi”nden, “Neocon”lardan söz ederim ya, işte bu “mahfil”lerin tek hedefi vardır: “Tek din!”
Evet; “Müslümanlık, Hıristiyanlık ve Musevilik” bitsin, onların yerine “tek din” gelsin isterler...
İşin doğrusu, bunda büyük oranda başarılı olmuşlardır...
Museviliği, “Sadece Yahudilere has” bir din hâline getirmişler, Hıristiyanlığın ise “içini boşaltmışlar”dır!..

TEK HEDEFLERİ KUR’AN!

O kadar boşaltmışlardır ki, bugün, “kilise”ler; “turistik gezi” yapılan mekânlar haline gelmiştir... Batı’da birçok kilise ya “kapalı”dır, ya da “kiralık.”
Geriye, tek hedefleri kalmıştır;
“İslâm ve Kur’an!”
İlluminati ya da Neocon’ların İslâm’la ilgili stratejileri; ya “dinin özünü tahrif etmek” ya da Müslümanları “Kur’an-ı Kerim’den uzaklaştırmak”tır.
Aslına bakarsanız;
Sadece bugün değil, dün de aynı stratejiyi hayata geçirmek ve “Müslümanların elinden Kur’an-ı Kerim’i almak” istiyorlardı...
Evet, “dün” de böyleydi...
Dün, yani “19. yüzyılın sonlarında” da aynı plânı yapıyorlardı...
Herhalde hatırlarsınız;
19. yüzyılın sonlarında; İngiltere’de yapılan seçimlerde Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunmasından yana olan Muhafazakâr Parti iktidardan düşmüş, yerine “Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını arzulayan, Gladstone’un başkanlığını yürüttüğü Liberal Parti başa geçmiştir.
İngilizlerin genel politikası olan Hindistan yollarını koruma maksadıyla, başta Mısır olmak üzere, bütün Ortadoğu’yu hâkimiyetine almak isteyen Gladstone, “Türkler, Avrupa’yı bütün silah ve ağırlıkları ile birlikte terketmeden, Şark Meselesi halledilemez” diyordu.
Osmanlı Devleti’ne karşı Ermeniler’i alabildiğine kışkırtan Gladstone’un İngiliz Müstemleke Nazırı iken Lordlar Kamarası’nda söyledikleri ise, İngilizlerin üzerimizdeki ince hesaplarını açıkça ortaya koymaktadır.
O gün Gladstone, eline Kur’an-ı Kerim’i alarak kabinedekilere göstermiş ve “Eğer bu kitabı Türklerin elinden alamazsak onları asla yenemeyiz” demiştir.
Gladstone’un bu sözleri, sadece “İngiliz emeli”ni yansıtmıyordu elbet!..
O; aynı zamanda, “Haçlı stratejisi”ni açıklıyordu!..
Bağırıyor kürsüde;
“Eğer Kur’an-ı Kerim’i Türklerin elinden almazsak, onları asla yenemeyiz!”
Bilmiyorum, daha fazla söze hacet var mı?

FETHULLAH GÜLEN VARKEN!

Peki, Gladstone tarafından dile getirilen bu “hedef”in, bu “strateji”nin benim duyduğum “şüphe” ve “endişe” ile ne alâkası var?..
Açık ve net söyleyeyim;
Ben, Fethullah Gülen’in “vaaz ve sohbetleri” ile “dine hizmet” ettiğine değil, tam aksine “dini tahrif” etmeye çalışan bir “görevli” olduğuna inanıyorum...
Öyle bir “tahrifat” ki;
Gladstone gibilerin, “elimizden Kur’an-ı Kerim’i almalarına” hiç gerek kalmayacak!..
Öyle ya; “ayetlerinin tahrif edildiği, yanlış yorumlandığı” bir Kur’an-ı Kerim’i elimizden niye alsınlar ki?!?..

İNSANLIK DIŞI İFTİRA!

Efendim, “çok iddialı bir lâf” ettiğimin farkındayım... “Niye”sinin cevabı, yarım bıraktığımız sohbette...
Bir “Allah dostu” ile sohbetimize kaldığımız yerden devam edelim...
Hazır, bir “alim” ile sohbet etme fırsatı bulmuşken, sordum kendisine;
“Efendim, bazı arkadaşlar bana, Fethullah Gülen’in; “Hz. İsa’nın babasının bizim peygamberimiz olduğunu yazdığını” söylemişlerdi... Olabilir mi böyle şey?”
-Yok canım! Öyle yazar mı hiç?
-Sahiden yazmış.
-Ben yazılı metni görmeden bir şey demem.
-Müsaade buyurun arkadaşı arayayım, internetten bana göndersin!
-Peki, biz çaylarımızı içerken, sen de bir yandan o işi yap!
Çok geçmeden metin elime geldi... Fakat metinde değişiklik yapılmış. “Değiştirilen” metni de gönderdi arkadaş.
-Efendim, işte Fethullah Gülen’in, “Meryem Sûresi”ni tefsir ettiği metin:
“Zira Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı. Bu itibarla da gözlerinin içine başka hayal girmemişti ve girmemeliydi de. Ona sadece kendisine helâl olan biri bakmalıydı. O da olsa olsa Efendimiz olabilirdi, zira O bir münasebetle Hz. Meryem’in kendisiyle nikâhlandığına işaret buyuruyordu. (6) Bu açıdan da “ruh”un Efendimiz’in ruhu olabileceği de ihtimal dâhilindedir. Ancak bu kat‘î değildir, sadece bir ihtimaldir. İhtimaller ise delillerle takviye edilecekleri ana kadar kat’iyet ifade etmezler.” (Fasıldan Fasıla 1, Nil Yayınları, 2. Baskı, s. 197)
-Hayret doğrusu! İnanılır gibi değil!
-Efendim, dördüncü baskıda değişiklik yapılmış... Yeni metin de şöyle:
“Çünkü Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı, bu itibarla da gözlerinin içine bir başka hayalin girmemesi gerekirdi. Ayrıca Efendimiz (sav) de bir makamda onun kendisiyle nikâhlandığına işaret etmektedir. Bu açıdan da “Ruh”, Efendimizin (sav) ruhu da olabilir. Fakat, bu kat’i değildir, bir ihtimaldir. İhtimaller ise delillerle takviye edilecekleri an’a kadar kat’iyet ifade etmezler.” (Fasıldan Fasıla 1, Nil Yayınları, 4. Baskı, s. 197, İzmir, 1995)
-Aman ne değişiklik, ne değişiklik! Sadece dipnotu atmışlar ve bir de “Olsa olsa…” kısmını. Ne demek istediği öylece duruyor.
-Efendim, o metinleri gönderen arkadaş anlattı... Bir kütüphaneden o kitabı istemiş. O sayfa yokmuş. Müritlerinden biri utanmış olacak ki, o yaprağı yırtıp atmış. Belki başka kütüphanelerden de orasını koparıp almışlardır... Fakat onun için açılmış bir sitede değiştirilmemiş ifadeleri aynen duruyormuş. Arkadaşım söyledi.
İsteyen şu adrese bakabilir:
http://tr.fgulen.com/content/view/1568/3/
Tabiî bizim bu yazı çıkınca onu da kaldırırlar. İstedikleri kadar kaldırsınlar, o sayfanın renkli çıkışı elimizde...
-İyi etmiş.
-Peki, efendim siz ne diyorsunuz buna?
-Ne diyeyim? Bu, hem Allah’a, hem Yüce Peygamberimiz aleyhisselâma, hem Hz. İsa’ya, hem de Hz. Meryem’e atılan insanlık dışı bir iftiradır! Böyle bir iftirayı müslümanım diyen biri atamaz. Çünkü Kur’ân’daki âyet son derece açık ve nettir.
Bakın ne diyor Mevlâ’mız:
“Meryem oğlu İsa Mesih, Allah’ın peygamberidir, Meryem’e ulaştırdığı kelimesidir ve O’ndan bir ruhtur” (Nisâ, 4/171.)
Bu, cahillikten de öte bir şeydir. Çünkü hiçbir cahil bunu aklından dahi geçiremez. Bu adam hoca ha! Yazıklar olsun!
-Gülenciler toplantılarında bir koltuk veya sandalyeyi boş bırakıyorlarmış?

PEYGAMBER’E SANDALYE!

- Affedersiniz, az kalsın unutuyordum... Bir sorum daha olacak efendim...
Duydum ki, Gülen’in müritleri, toplantılarında bir “koltuk” veya “sandalye”yi “boş” bırakıyorlarmış.”
-Sebep neymiş?
-Peygamberimiz Efendimiz otursun diyeymiş!
-Eh artık sapkınlığın sonu yok! Dinî toplantılara, Allah’ın zikredildiği mekânlara melekler gelir. Bunu Peygamberimiz aleyhisselâm haber vermiştir. Ama hiçbir zaman “Ben gelirim!” dememiştir. Allah Resulü’ne bühtandır bu. Allah ıslah etsin! Ne yani, Peygamber Efendimiz’i kamyonet kasasına bindirdikleri, olimpiyatlara getirdikleri yetmedi de, şimdi sandalye ve koltuklara oturtmaya mı başladılar?.. Ne günlere kaldık!.. Affet bizi Allah’ım...
-Efendim, bu sohbetiniz için size çok teşekkür ediyorum.
-Estağfirullah. Hiç üzülme, Allah büyüktür. Görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler.”

“HZ. İSA’NIN BABASI” HA!

“Allah dostu zat” ile sohbetimiz bitmişti... Ama ben, hâlâ “şok”tan kurtulamamıştım...
Şu hâle bakın;
“Meryem Sûresi”ni kafasına göre yorumlayan Fethullah Gülen, iyice “uçmuş” olmalı ki, ne dediğinin ya da söylediği sözün nereye gideceğinin farkında değil!..
Resmen çıldırmış olmalı ki;
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i, hâşâ “Hz. Meryem’in kocası” yaptığının ya da, “Hz. İsa’nın babası” yaptığının farkında değil!..
Bu nasıl bir “psikoloji”dir, bu nasıl bir “ruh hâli”dir, anlayan beri gelsin!..
Adam, Peygamber Efendimiz’i, resmen ve alenen “Hz. Meryem’in kocası, Hz. İsa’nın babası” yapıyor ve bu “sapkınlık” hâlâ “Hocaefendi”likle taltif ediliyorsa, diyecek hiçbir söz bulamıyorum.
En başta dedim ya;
Fethullah Gülen tarafından “Kur’an âyetleri” böylesine “tahrif” ediliyorsa; Gladstone gibilerin; “Kur’an-ı Kerim’i elimizden almalarına” hiç gerek var mı?..
Öyle ya;
“Fethullah Gülen, onların asırlık stratejilerini aynen uyguluyor!”

TERCÜME EDİN, DUYURUN!

Bu vesile ile; “Amerika’daki ve Avrupa’daki İngilizcesi çok iyi gençler”den bir ricada bulunacağım...
Fethullah Gülen’in, sûrenin yorumundaki şu kısmı, yani; “Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı. Bu itibarla da gözlerinin içine başka hayal girmemişti ve girmemeliydi de. Ona sadece kendisine helâl olan biri bakmalıydı. O da olsa olsa Efendimiz olabilirdi, zira O bir münasebetle Hz. Meryem’in kendisiyle nikâhlandığına işaret buyuruyordu” cümlesini tercüme edip, özellikle Amerikalılara, öncelikle de Pensilvanyalılara bunu duyurmalarını istiyorum.
Başlık olarak şunu koyun:
“Pensilvanya’daki Müslüman Dinî Lider İddia Ediyor!.. Hz. İsa’nın Babası Hz. Muhammed’dir!”
Hıristiyanlar, bu akıl almaz iftiraları okuyunca herhalde çılgına dönecekler ve ondan bunun hesabını soracaklardır.
O yüzden, bu tercümeyi yapıp bütün Hıristiyan âlemine duyurun!
Duyurun da, Fethullah Gülen’in gerçekte kim olduğunu dünya âlem öğrensin!
Yalnız oradaki “Efendimiz” ifadelerini “Hz. Muhammed” olarak çevirin ki, mesele rahat anlaşılsın.
Biz zaten anladık...
Onlar da anlasın!..

*******************************************************************************

Oradan-buradan... Kısa kısa!

l Fethullah Gülen’in avukatları, “Akit aleyhinde 60 dâvâ” açmakla yetinmemiş, bir de beni ve arkadaşlarımı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve “hukukî meşruluğu” bulunmayan, dolayısıyla “illegal” olan Basın Konseyi’ne şikâyet etmişler... Bunu biliyorsunuz, ama Türkiye Gazeteciler Cemiyeti; “Gazeteciliğin içinde bulunduğu güç koşulları değerlendirmek ve görüş alışverişinde bulunmak” için, beni “istişare toplantısı”na davet etti, biliyor musunuz?..
Buna, “Gülen’in avukatları” ne der acaba?..
l Düzce’de, Cemaat’in bir Doğa Koleji varmış... “Lise 1. sınıf”ta sadece “15 öğrenci” varmış... O yüzden “kalite”yi düşürmüşler... Aileler, “çocuklarının daha iyi eğitim alabilmesi” için, memleket değiştirmek zorunda kalmışlar... Elbette “perişan” olmuşlar ama “kolej”in umurunda mı?.. “Bize ilk ve orta okul yeter” diyorlarmış!..
l Düzce’de Belediye Başkan Adayı Mehmet Keleş diyormuş ki: “Seçilirsem İstanbul Caddesi’ni trafiğe kapatacağım!”
Nurettin Sözen de, İstanbul’da İstiklâl Caddesi’ni trafiğe kapatmış ve esnafı perişan etmişti... Sonra ne oldu?.. CHP, bir daha “başkanlık” yüzü göremedi... Bence Mehmet Keleş, bu sevdadan vazgeçmeli...

yeniakit