Hükümet geç kalıyor

Ahmet Taşgetiren

Irak'ı yazmak lazım, Suriye'yi yazmak lazım, ABD Başkanlık seçimlerini, Perry'nin saçmalıklarını yazmak lazım, Fransa'yı yazmak lazım, Dink davasını yazmak lazım, Kemal Burkay'ın sözlerini yazmak lazım, Kadir Sağdıç'ı yazmak lazım, vs...
Ama ben yine Uludere'yi yazacağım.

Dindar aileden mektup: Kopuş duyguları

Bir mektup aldım, 10 saatlik yolu göze alıp Uludere'ye, Gülyazı ve Ortasu köylerine giden iki kişiden... Koca Mardinli aile hekimi, eşi Malatyalı ilahiyat mezunu. 5 ve 6 yaşlarında iki çocukları var, onları kayınvalideye bırakıp, taziye için Uludere'ye gidiyorlar. Her cenaze evinde boğazları düğümlenerek Yasin, Fatiha okuyor, köylünün gözyaşlarını paylaşıyorlar. Köylülerin acısı taa köy boşaltmaları ile başlamış meğerse. Köylü konuşuyor:
"...Yıllar önce köyümüzü güvenlik nedeniyle boşalttılar ve bizi buraya sürdüler. Her aileye yüz torba çimento, iki bin tuğla verdiler ev yapsınlar diye..."
Sonra korucu olmuşlar, "hain, işbirlikçi diye suçlanmak pahasına..."
Mektubun, bombalama sonucu ortaya çıkan faciaya ilişkin satırları tekrarlanır gibi değil.
İki ay önce hacdan dönen genç karı kocanın mektubunda "dindarlar"a yönelik derin sitemler var:
"Yoksa kolu bacağı kopan kardeşlerimiz biz Müslüman Kürtler'in kardeşiz diye inandıkları kardeşlerinden (!) kopuşunu mu, kopması gerektiğini mi gösteriyordu, gerçeği görmek istemeyen ben ve benim gibi saf zavallı Müslüman'la?"
Mektup şöyle bitiyor:
"Bizim aile için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak... Beni Türkiye'nin ekonomisi, kişi başına düşen milli hasılası, gelişmişlik düzeyi, okur yazar oranı, seviyesi, başörtüsü, imam hatip liseleri, hatta işsizler bile ilgilendirmiyor artık..."
Yaralı yüreklerin yansıması olan mektubun sizin için en yakıcı kelimesi hangisidir bilmiyorum ama benim için "kopuş" sözcüğü olduğunu söylemeliyim. Kopan kollar, bacaklar ve kopan kardeşlik duyguları...
"...Çocuğu F16 bombalarıyla parçalanmış olan annelerden Türk düşmanlığı hissettirecek tek bir kelime duymadık" ifadesi de var mektupta ama o "kopuş duyguları" yakıcı bir ateş halinde sinmiş mektuba.

Nasıl tamir olur?

Benim içimde bu kaygı depreşirken, Emre Aköz'ün salı günkü Sabah'ta yer alan "Kopuşu engellemek gerek" başlıklı yazısını okudum. Bir bölümünü paylaşmak istiyorum, sonra son sözümü söyleyeceğim:
"Yarın neler olur, bilemem. Ancak şu anda durum hiç iyi değil. Çünkü Türkiye'yi bir arada tutan güç AK Parti... Kürt ulusalcılığı karşısında, CHP ve MHP nal topluyor. Güneydoğu'da sadece AK Parti var.
Kürtler, AK Parti'nin dini değerleri ve kalkınmayı vurgulayan politikaları üzerinden sisteme dahil oluyor. AK Parti olmadı mı, Kürt seçmenin gideceği adres belli...
Dolayısıyla Uludere faciası karşısında hükümetin takındığı tutum bana "yarım" geliyor: Orduya kol kanat germekle, art niyetlileri, ellerini ovuşturanları, timsah gözyaşı dökenleri teşhir etmek yetmez ki...
Benzetme yapmak gerekirse:
Bu vahim olay, halkla ilişkilerdeki "imaj" ve "itibar" yönetimi gibi ele alınmalıydı. Yapılmadı. Israrla ve sadece, "Biz suçlu değiliz, TSK suçlu değil" dendi...
Tamam ama ortada 34 ölü gibi sarsılmaz bir gerçek var: Onun hesabını kim verecek? O "yaralar" nasıl, ne zaman sarılacak?
Ben Uludere faciasının hata değil, sabotaj olduğunu düşünüyorum. Korkunç bir plandı ve maalesef başarılı oldu."
Evet, "kopuş duyguları"nı konuşuyoruz maalesef.
Cumhurbaşkanı, Başbakan... Ben onların, Gülyazı-Ortasu köylüsünün acısını, yüreklerinde hissettiklerine inanırım.
Ama geç kalınıyor. Geç kalınıyor. Geç kalınıyor. Tamiri yapılamayacak ölçüde geç kalınıyor.

 

bugün