Hormonlu Donkişotlar

İbrahim Küçük

Çağımızdaki Müstekbir güçler neler ve kimlerdir? Cahiliye toplumlarında bunlara karşı müslümanların tavrı ne olmalıdır?
Müstekbir, büyüklenen, kendini büyük gören anlamındadır. Günümüzde de genellikle dünyaya sahip oldukları güçle hükmetmeye çalışan ve hiçbir hukuki ya da ahlâkî kuralı bu gücün önünde engel olarak görmeyen devletler, yönetimler bu kategoriye girmektedirler. Çağımızda müstekbirliğin en önemli boyutunu ise psikolojik savaş oluşturmaktadır. Çünkü bu psikolojik savaş yoluyla kendilerini yenilmez, önlerinde durulmaz, dolayısıyla mutlaka kendilerine boyun eğilmesi gereken güçler gibi tanıtmaya çalışmaktadırlar. Bu amaçla muhtelif propaganda metotlarına başvurduklarını görüyoruz. Bu propagandanın değişik alanları ve araçları var. Son olarak da "metal fırtınası" adı verilen bir film vasıtasıyla, daha önce insanların zihinlerine işledikleri korku hegemonyasını yeniden sağlamlaştırmaya çalıştıklarını görüyoruz. Aslında böyle yeni bir atağa geçme ihtiyacı duymalarının en önemli sebebi de insanların zihinlerine işledikleri korku hegemonyasının Irak'taki direniş karşısında bayağı yara almasıdır. Ne var ki cahilleştirilmiş kitleler söz konusu propaganda metotlarından fazlasıyla etkileniyor ve beşeri gücü neredeyse ilâhî gücün üstüne çıkararak, kendilerinin sahip oldukları gücü iyice pasif konuma geçiriyorlar. Zaten müstekbirlerin kitleler üzerindeki saltanatları da buradan başlıyor. Tarihte de bu böyle olmuştur.
İmânî duyarlılık sahibi olanların söz konusu müstekbirlerin tutumları ve propaganda savaşları karşısında tavırlarını belirlerken Hz. İbrahim (a.s.)'in Nemrut karşısındaki duruşunu örnek almaları gerekir. Onun bu tavrı Allah'ın gücüne teslimiyet konusunda herhangi bir tereddüt yaşamamasından ileri geliyordu. Bu yüzden de Nemrut'un onu ateşe atma tehdidi bile etkili olmadı ve o tavrını hiçbir şekilde değiştirmedi.
"Ben de mü'minim" diyenlerin tümünden bu kararlılığı ve cesareti beklemek tabii ki yersiz olur. Öyle olsaydı İbrahim (a.s.) farkı nasıl anlaşılacaktı! Ancak insanlarımıza Allah'a imanın O'nun sıfatlarına da iman etmeyi gerektirdiğini, Allah'ın ilâhî gücünün ise bütün beşeri güçlerin üstünde olduğunu hatırlatmamız gerekir. İşte bu inancı hakkıyla kazanabilenler, beşeri güçleri tabulaştıran ve onları adeta yer tanrısı gibi algılayan cahilleştirilmiş kitlelerin arasına katılmazlar.
Mustaz'af kimdir? Mustaz'afın psikolojik ve sosyolojik yapısı nedir?
Mustaz'af zayıf düşürülmüş anlamına gelir. Mustaz'afların varlığı da zaten müstekbirlerin varlığından ileri gelir. Çünkü insan beşeri olarak zaten zayıftır ama ona dünya hayatını idame ettirmesi için birtakım kabiliyetler ve imkânlar verilmiştir. Ne var ki müstekbirler beşeriyete adil bir şekilde paylaşmaları üzere verilen imkânların çoğunu kendilerine hasredip, zayıf gördüklerine veya zayıf düşürdüklerine bazen çok az pay ayırdıkları bazen de hiç ayırmadıkları için böyle bir zayıf düşürme durumu söz konusu oluyor ve zayıf düşürülmüş kitleler ortaya çıkıyor. Zayıf düşürülmüş insanlar yani mustaz'aflar zulme maruz kalmanın ızdırabı ve sıkıntısı içindedirler. Yüce Allah bu konuda âyeti kerimede şöyle buyurur: "Size ne oluyor da, Allah yolunda ve "Ey Rabb'imiz! Halkı zalim olan şu kasabadan bizi çıkar; bize kendi katından bir veli (koruyucu, sahip) gönder, bize kendi katından bir yardımcı gönder" diyen zayıf düşürülmüş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?" (Nisa, 4/75) Bu âyet zayıf düşürülmüş insanların bulundukları ortamda ne gibi zorluklarla karşı karşıya olduklarına dikkat çektiği gibi, imkân sahiplerinin de onlara karşı görevlerini hatırlatmaktadır. Bugün Irak'ta Amerikan vahşeti, Filistin'de Siyonist vahşet, Çeçenistan'da Rusya vahşeti, Doğu Türkistan'da Çin vahşeti ve yeryüzünün daha pek çok yerinde icra edilen zulüm ve haksızlıklar sebebiyle zayıf düşürülmüş insanlar da aynı durumdadırlar. Bu itibarla zayıf düşürülmüş kadınların, erkeklerin ve çocukların o zulümden kurtarılması için mücadele edenler yukarıdaki âyeti kerimenin hükmü gereğince Allah'ın kendilerine yüklediği görevi yerine getirmektedirler. Hal böyleyken İslâm adına fetva verdiklerini ileri süren bazı kişilerin o insanların mücadelelerini "terör" yahut "hatalı bir şiddet" diye niteleyerek müstekbirlerle aynı ağzı kullandıklarını, onlarla aynı hedefi vurduklarını görüyoruz. Bu şekilde dünyevi çıkarlar uğruna veya "yılan bana dokunmasın" düşüncesiyle müstekbirlere yardakçılık edenleri, onların ağızlarını kullananları da ilim erbabımız geçmişte "murtezika" olarak nitelemişlerdir.
Allah Teâlâ'nın:
"Kendisine bereketler kıldığımız yerin doğusuna da, batısına da, O hor kılınıpzayıf bırakılanları( mustazaf'ları) mirasçılar kıldık. Rabbinin israiloğullarına olan o güzel sözü (va'di) sabretmeleri dolayısıyla tamamlandı(yerine geldi). Firavun ve kavminin yapmakta oldukları ve yükselttikleri(köşkleri, sarayları) da yerle bir ettik." (Âraf,7/ 137)
"Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere (mustaz'aflara)lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz. Ve (istiyoruz ki) onları, yeryüzünde iktidar sahipleri olarak yerleşik kılalım. Firavun'a, Haman'a ve askerlerine onlardan sakındıkları şeyi gösterelim." (Kasas,28/56) ayet-i kerimelerinde beyan buyurduğu mustaz'aflar kimlerdir ve onlara verilen önderlik ile yeryüzüne varis kılınmak nedir?
Tarihteki durumu nasıl olmalı ve günümüzdeki gerçekleşmesi nasıl olur?
Bu soru, sorudan ziyade bir cevap ve mesaj mahiyeti taşıyor. Yani sorunun cevabı zaten içinde. Dolayısıyla bu konuda fazla söz sarf etmeye gerek yok. Meallerini verdiğiniz âyet-i kerimelerin yeterince anlaşılmasıyla mesele açıklığa kavuşur.
Bizim burada söylememiz gereken şu: Bu âyeti kerimeler üzerinde düşünerek kendimizi güçlü ve azimli hissetmeyi başarabilmeliyiz. Müstekbirlerin psikolojik savaşlarından, yıpratma metotlarından etkilenmemeli aksine Allah'ın kitabından, Resulullah (.s.a.s.)'ın ve ondan önce geçmiş peygamberlerin mücadele azimlerinden güç ve cesaret kazanmalıyız. Eğer bunu başarabilirsek Yüce Allah'ın yukarıda zikrettiğiniz ayetlerdeki vaadi de gerçekleşir.
Hiç şüphesiz, Kur'an'ı Kerim'de ismi geçen tüm şahsiyetler sadece tarihsel kimlik değildir. Aynı zamanda bir tarafın sembolü ya da bir tanımlamadır. Hukuku İlahinin işlemesine karşı duran, karşı tavır alan ve yahut savaş açan tüm birey ya da topluluklar iblisin birer cüzüdür. Bu mana ile; Emri İlahiye rağmen kendi ırkının üstünlüğü iddiasında bulunmak, Rahman'ın emrine karşın bireysel söz hakkını kendinde bulmak, din işleriyle kendi işlerini birbirine karıştırmama anlayışını ilk iblis ortaya atmıştır. "Sizi yarattık, sonra size biçim verdik, sonra da meleklere: "Âdem'e secde edin" dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis, secde edenlerden olmadı. (Allah) buyurdu: "Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten alıkoyan nedir?" (İblis):"Ben, dedi, ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın" (Araf 11,12) Kur'an'ın ifadesiyle bize anlatılan bu gerçekle iblis büyüklenmiş yani müstekbir olmuştur.
İblisle başlayan Müstekbirlik süreci İblisin ayartmalarıyla kendine bulduğu yandaşlarıyla günümüze kadar gelir. Yandaş arayışı Kur' an'ı Kerim'de; "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki, onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (Araf 16.17.18) ayetleriyle bize bildirmiştir. Değişik açılardan insanoğluna yaklaşan şeytan büyüklenme hastalığını etrafa yayar. Firavun, Nemrut, Ebu Leheb gibi birçok kâfir aynı zamanda sembolik birer müstekbir tiplemesi olarak Kur'an' da yerini alır. İktidarı ellerinde tutan veya iktidar nimetlerinden faydalanan bu tiplerin en belirgin özelliği; büyük adam olmaktan ziyade büyüklenmiş ve büyütülmüş adam olmalarıdır. Sırtlarını şeytana ve şeytanizme dayamış bu büyütülmüş hormonlu önderler Allah'a ve Allah'ı hatırlatan hiçbir şahsa, sembole, nesneye tahammül gösteremezler. Şeytanizmin temel ilkelerini esas alıp devlet politikası yapmak genel siyasetleridir. Misal; Firavun'un bir rüya yorumundan yola çıkarak farklı bir doğum kontrolü ile iktidarına sahip çıkar "Çünkü Firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını parça parça etmişti. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Belli ki o bozgunculardandı." (Kasas 4)
Halkını ekonomik ve bilgi açısından fakir bırakan Firavun, çeşitli entrikalar çevirir. Fakirlikle boğuşan halk "ben niçin mustazafım?" sorgusuna da bilgisizliği sayesinde ulaşamaz. Böylelikle, mustazaf halk müstekbirlerin geçim kaynağı, iktidar malzemesidir.
Yine Firavun'dan daha evvel yaşamış olan Nemrut iktidarına baktığımızda aynı büyüklenmişlik politikalarını görmek mümkündür. Bilgisiz ve fakir insanlara yutturdukları "kutsal heykel" anlayışıyla devam eden sömürgeci, kan dökücü ve entrikacı iktidar& Oysa heykelci sistemlerden üst sınıfın dışında sadece heykeltıraşların para kazandığı apaçık ortadadır. Her türlü şeytanlığın, büyücülüğün, medyumculuğun, sapkınlığın serbest sadece Vahye dayalı inkârı aklen mümkün olmayan din yasaktır bu müstekbirlerin iktidarında. Ve Firavun'a, Nemrut'a itaatsizliğin büyük günah olduğu, tapındıkları taşların insanı taş yapacağı hep işlenir mazlum halklarına. Kendi saltanatlarını çalışarak elde etmişçesine halka çalışmayı emrederler. "Rahata kavuşmak için çok çalışmamız gerek bir de bize güvenmeniz gerek" edebiyatı hep ağızlarındadır.
Ateşin her zaman yakacağını zanneden Nemrut büyüklenmişliğin verdiği etki ile Rahman'a kafa tutar. Yüksek kulelerle güya savaşını sürdürür. Yel değirmenlerine savaş açan Donkişot'tan daha komiktir bu serüveni. Büyüklenmiş ve büyütülmüştür çünkü. Halklarına hiçbir ekonomik, sosyal ya da teknik katkısı olmadığı halde büyük adam olmuştur. Asıp kestikleriyle meşhur olmuştur. Firavun da aynen öyledir. Kahramanlığı öldürdüklerinin çokluğuyla orantılıdır. Ne kadar azgın ve katilse o kadar kahraman ve büyüktür. Oysa bunların karşılarında Vahiy önderleri kurtardıkları ile tarihsel kimliklerini kazanırlar. Ya da kurtarmaya çalıştıklarının eziyetlerine tahammül göstermeleriyle büyüktürler. Bir Yusuf(a.s) güzelliği kadar, halkına yaptığı ekonomik katkılarıyla da büyük adamdır. Bir Musa(a.s) halkını Firavun'un zulmünden kurtarmasıyla meşhurdur aynı zamanda. Bir İbrahim(a.s) halkına putların beş para etmez etkisiz varlık olduklarını öğretmesiyle de büyük adamdır.
Ama Allahu Teala büyüklenmiş büyütülmüşleri öylesine bir sonla cehenneme yollar ki ibret ki ibrettir. Aziz ve Kahhar sıfatı ile öyle bir zillet tattırır ki, büyüklenmişlerin hesaba katmayacakları kadar küçük gördükleri vesilelerle dünyaları son bulur. Nemrut'a sivrisinek Firavun'a ise su damlacıkları mezar olur. Oysa Öç alıcı, Kahhar olan Rahman, O azgınlara hiç görülmedik canavarlarda gönderebilirdi. Ama büyüklenmişliklerinin zıddına küçüklerle halledildiler ki cidden üzerinde düşünmeye değer bir konudur. Uhrevi azap ise "Azgınlar için de cehennem hortlatılmıştır. Onlara, "Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?" denilir. Ve arkasından hep onlar (putlar ve azgınlar) o cehennemin içine fırlatılmaktadırlar. Ve İblis'in bütün orduları da. (Şuara 91,92, 93, 94,95) gibi bir çok ayette onlara müjdelenir(!)
Tarihi yakınlığı ile bilinen meşhur(!) Müstekbir Ebu Cehil(A.L) şeytanın ordusunda vurulmuş, hep küçümsediği, hesaba katmadığı cüsse olarak Ashab'ın en cüssesizi Hz. Abdullah İbn Mesud(rad.an) tarafından kellesi kesilmiştir. Yine meşhur(!) Müstekbir Ebu Leheb kıyamete kadar Kur'an'ı lanetle muhataptır. Namazlarda ve hatimlerde nasibini(!) hep alır. Kızıl tenliliğinden dolayı "ateşin babası" (Ebu Leheb) lakabını taşır. Müstekbirliği ileri seviyededir. Resulullah(s.a.v)'e
"Ben bu dine girersem bana ne var?" dediğinde
Resulullah(s.a.v)
"Herkese ne varsa sana da o var" cevabını duyan Ebu Leheb
"Kahrolası din. Beni yalınayak takımıyla bir mi tutuyor" diyecek kadar ayakları yere basmayan bir adamdır. Bu kızıl adam yâda güncel değimle kızıloğlan, Safa tepesinde de Resulullah(s.a.v)'e taş fırlatmış ve "şunlara haddini bildirin" tarzında sözler sarf etmişti. Çok geçmeden Leheb süresi inmiş ve bu tarihten sonrada Kızıloğlan hiç iflah olmamıştır. Toplumdaki seçkin ve karizmatik imajı zedelenmiş, yürümesi, konuşması ve diğer hareketleri dengesizleşmiştir. Kızıloğlan Ebu Leheb, mü'minlere haddini bildirememiş olmakla birlikte o günkü toplumun alay konusu olmuştur. Hele Kızıloğlanın hanımı başka bir psikolojik vakıa olup tarihin ibret vitrininde kocasıyla birlikte sergiye açıktırlar. Kur'an bu gerçeği Tebbet süresinde şöyle anlatır.
Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu ya.(1) Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı.(2) Alevi olan bir ateşe girecektir. (3) Eşi de; odun hamalı (ve) (4) Boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak. (5)
Allahu Teala'ya rağmen büyüklenen ve büyütülen tüm müstekbirler dünyada rezillik ahirette azap verici bir güne doğru koşmaktadırlar. Müstekbirlere uyanlarda aynı sonuca varacaklardır. Kur'an'ın Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz. Ve (istiyoruz ki) onları yeryüzünde 'iktidar sahipleri olarak yerleşik kılalım', Firavun'a, Haman'a ve askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi gösterelim. (Kasas 5, 6) çağrısına uyan tüm mustazaflar bilsin ki, Firavunlar güçlerini köleleştirdiği insanlardan alırlar. Ve Firavunların büyüklükleri karşılarındakilerin küçüklüğünden kaynaklanmaktadır. Firavunlar, Nemrutlar ve Ebu Lehebler karşılarında secde edildiklerinden karşısındakilerine büyük gözükürler. Mustazaflar kıyama kalktığında o müstekbirlerin gerçek boyutları ortaya çıkacaktır.
"& Zulmedenler, nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

vuslat