Hamas, Üzerine Oynanan Oyunları Boşa Çıkarıp Hevesleri Kursakta B...

Nureddin Şirin
"Bölgesel direniş ekseni"nin en önemli ayaklarından biri olan "Filistin İslami direniş hareketi Hamas", 2006 seçimlerinde elde ettiği zaferle birlikte, hem uluslararası güçleri hem de emperyalizmin bölgedeki müttefikleri ve işbirlikçilerini büyük bir hüsrana uğratmıştı.

Bu hüsranın iki boyutu vardı;

Birincisi; El Fetih"in liderliğinde siyasi müzakereler sonucu çizilen ve siyonist rejimin tanınmışlığına dayanan "yol haritası" üzerine kurulu Filistin Özerk yönetimi seçimlerine katılmasının, sonuçta, dolaylı da olsa siyonist rejimin varlığını tanıma anlamına geleceğini, sistem içinde "Oslo anlaşması" gereklerine riayet ederek, "direniş ekseni" ve "direniş çizgisi"nden ayrılıp salt politik bir harekete dönüşeceğini düşünen, planlarını buna göre yapan taraflar vardı. Bu taraflar, ABD, İngiltere, Fransa gibi Batılı emperyalistler ile, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün gibi ABD destekli rejimler ve bunun yanısıra, Filistin davasını ihanet ve uzlaşmalarla satan El Fetih merkezli sözde Filistin liderliği vardı.

İkincisi, bu taraflar, 2006 seçimlerinde Hamas hareketinin El Fetih"in arkasına düşeceğini ve alacağı sınırlı bir oyla, uzlaşmacı Filistin politikalarına, özelde de Suudi Arabistan krallığının başını çektiği "Arap Barış İnisiyatifi" adlı "çift devletli çözüm" diye sunulan; "siyonist rejimin yanı sıra küçük bir Filistin devletinin kurulması" projesine eklemleneceğini düşünmüşlerdi.

2006 seçimleri, Filistinlilerin ekseriyetinin oyunu alan Hamas"ın büyük seçim zaferi ve seçim sonrasında Hamas"ın Filistin"in bütünüyle özgürleştirilmesine dayanan cihad ve direniş ilkelerine bağlılığı tüm bu taraflar açısından tam bir hüsranla sonuçlandı. Hamas bütün oyunları bozmuş ve gizli şeytanca planları alt üst etmişti.

Bunun üzerine, ilk iş olarak Gazze"ye insanlık dışı ve barbarca bir ambargo uygulanmaya başlandı. Mekke"de Şib-i Ebi Talib"de Hz. Resulüllah (s.a.v) ve bir avuç ashabına karşı uygulanan ambargo misali, Hamas hareketini bu ambargo ile diz çöktürebileceklerini, siyonist rejimin varlığını tanımaya zorlayabileceklerini hesap eden güçler bu planlarında da hüsrana uğrayınca, Gazze"ye yönelik vahşi saldırılarını artırdılar. Bombalama, suikast ve son olarak da 2008"in sonlarında başlattıkları büyük soykırım saldırılarından da yenilgiyle geri dönmek zorunda kaldılar.

Hamas hareketi, ABD ve İsrail işbirlikçisi birtakım güçlerin Gazze"deki ihanet saldırılarını, komplo ve tuzaklarını boşa çıkaran operasyonunu zaferle sonuçlandırıp Gazze"nin kontrolünü ele alınca, bu kez Gazze tecrübesinin Batı Şaria"da da tekrarlanacağı korkusuyla Hamas"a yönelik baskıları daha da artırdılar.

Onlar Hamas hareketinin varlığını bütünüyle ortadan kaldıramayacaklarını, Filistin İslami direnişini yok edemeyeceklerini anlayınca, bu kez Hamas hareketine sözde "kırmızı halı döşenmiş bazı yollar"ı açıp onu yeni uzlaşma tuzaklarının içine çekme planlarını devreye soktular.

Günümüzde bu planların da iki yönü bulunmakta:

Birincisi, özellikle Suriye"de 9 aydır sürmekte olan gösteri, olaylar ve çatışmalar dolayısıyla, Hamas hareketini Suriye"den çıkarıp Katar, Mısır, Ürdün veya Türkiye"ye çekmek, bölgesel halk hareketleri ve devrimlerinin Filistin davasına sağladığı fırsatları da göz önünde bulundurarak kendisine sağlanacak birtakım imkan ve avantajlar karşılığında, Hamas"ı direniş ekseninin dışına çıkartmak.

İkincisi ise, Hamas"a sağlanacak birtakım maddi imkanlar ve politik desteklerle, sonuçta siyonist rejimin varlığını tanımaya yönelik siyasi sürecin içine çekmek. Hamas"ın askeri kanadı İzzeddin el Kassam tugaylarını da siyonist işgale karşı direniş ve savunma güçleri konumundan çıkartıp bir "iç güvenlik" unsurlarına dönüştürmek.

Kuşkusuz ki Hamas hareketi, siyonist düşmana karşı destansı zaferlere imza atan bir cihad ve direniş hareketi olduğu gibi, aynı zamanda da, siyaset ve diplomasiyi en iyi bir şekilde kullanan ve bunun faydalarını direniş hanesine katan bir harekettir.

Bölgesel İslami uyanış ve halk devrimlerinin Filistin davasına açtığı kapılar, Hamas hareketi için büyük ve tarihi fırsatları ifade ediyor; nitekim Hamas liderliği bunu sıklıkla ifade etmekte, bunun sevincini ve gururunu dile getirmektedir.

Dün Tunus"ta Zeynelabidin bin Ali gibi emperyalizmin barbar jandarması bir diktatör varken, bugün aynı ülkeden Filistin İslami direnişini, Hamas"ın zafer ve başarılarını kutlayan bir hükümetin çıkması göz ardı edilebilir mi?

Dün, Mısır"da, Hüsnü Mübarek gibi bir firavunun diktatörlüğü altındaki Mısır yönetimi ve ordusunun, Filistin İslami direnişine sürekli ihanet ederken, bugün aynı ülkede Camp Davit ihanetinin 32 yıl sonrasında siyonist rejimin elçiliğinin ele geçirilerek, meydanları dolduran yüzbinlerce Mısırlı"nın Filistin İslami direnişinin yanında siyonist işgale karşı, Kudüs özgürleşinceye kadar şehadet arzusuyla savaşmaya hazır olduklarını söylemesi küçümsenebilir mi?

Kırmızı çizgilerinden biri, kayıtsız şartsız Filistin İslami direnişini desteklemek olan Tunus"taki Nahda hareketi ile, Hamas"ın da ideolojik olarak mensup olduğu İhvan-ı Müslimin hareketinin Mısır"daki seçimlerde % 40"ların üzerine çıkan oy almaları, bu zafer ve kazanımların aynı zamanda Filistin İslami direniş hareketi için de bir zafer olduğu gerçeğinin üstü örtülebilir mi?

Kuzey Afrika ve Ortadoğu"da dalgalanan bu halk hareketlerinin özünde anti-emperyalizm ve anti-siyonizm bulunduğu gibi, bu hareketler ve bölgesel gelişmeler aynı zamanda ABD ve bölgesel müttefiklerinin doğrudan müdahil olduğu komplolarla karşı karşıyadır.

"Arap baharı" olarak tanımladıkları bu süreç, emperyalizm ve siyonizmin karşısında uzlaşmaz bir duruş sergileyen İslami direniş cephesini zayıflatmak, siyonist rejimin varlığını ve emperyalizmin bölgesel çıkarlarını güvence altına almak, Ortadoğu"da ABD hegemonyasına yeni bir biçim kazandırmak amaçlı bir "ümmet kışı"a dönüştürmek de planlanmaktadır. ABD ve bölgesel müttefiklerinin bu planlarında nasıl sonuçlar elde ettiğini de görmekteyiz.

İşte bu dönemde, üzerinde odaklanılan en önemli güç merkezlerinden biri de "Filistin İslami direniş Hareketi Hamas" olmaktadır.

Hamas hareketine yönelik gizli-açık çok yoğun bir kumpasın sürdüğünü, Hamas hareketinin "yeni bir paralel eksen"in içine çekilmeye çalışıldığını, bunda "Şii-Sünni ayrışması" projesinin de devreye sokulduğunu görüyoruz.

Burada karşımıza iki ülke kendini göstermektedir: Türkiye ve Katar.

Ak parti hükümetinin, özellikle Mavi Marmara katliamının ardından Siyonist rejime takındığı tavır, Filistin İslami direnişine sağladığı moral destek, Hamas hareketinin bir "terör örgütü" olarak görmediğini açık bir dille ifade etmesi, hatta değişik uluslararası platformlarda , Hamas hareketinin haklılık ve meşruiyetinin savunulması, Türkiye"nin Hamas hareketine içtenlikle bir destek sunduğu intibaını vermektedir. Nitekim bu durumun Gazze"deki yansımasına baktığımızda, doğan Filistinli çocuklara başbakan Recep Tayyib Erdoğan"ın isminin verilmesinde, Türkiye bayrakları ve başbakan Erdoğan posterlerinin asılmasında görüyoruz. Bu tablo, Filistin İslami direniş hareketi açısından Ak Parti hükümetine bir minneti ifade ettiği gibi, duyulan bir sevgiyi ve güveni de gösteriyor diyebiliriz.

Eğer böyle ise, Türkiyeli bir Müslüman olarak bundan ancak gurur, onur ve kıvanç duyar, bu gelişmenin, Filistin"in bütünüyle özgürleştiği ve siyonist rejimin tüm terör kurumlarıyla birlikte tarihin çöplüğüne atıldığı yolun köşe taşları olmasını dileriz.

Ancak burada, Filistin İslami direnişine çeşitli biçimlerde destek sunuyor gibi gözüken Katar örneğinde de olduğu üzere, ciddi bazı kuşkuların varlığının da altını çizmek gerekiyor. Bir taraftan Filistin İslami direnişini destekleme görüntüsünü veren Katar emirinin diğer yandan da, siyonist rejimin tanınmasının yolunu açmak için nasıl gizli ilişkiler içine girdiğini, bölgesel gelişmeler noktasında büyük sermayeler ortaya koyan Katar rejiminin aynı zamanda, ister bireysel bazda, ister Arap Birliği düzleminde ABD politikalarına nasıl hizmet sunduğunu açıklıkla izlemekteyiz.

Türkiye"nin genelde bölgesel, özelde de Filistin politikalarını Katar rejiminin ikiyüzlü ve aldatıcı politikaları ile doğrudan aynileştirmekle, "bütünüyle ispatlanmamış bir kesin yargı"ya düşmek istemiyoruz.

"Bütünüyle ispatlanmamış" derken, bu ifademizin altında ciddi kaygıları taşıdığımızı izhar etmiş oluyoruz. Bizi bu kaygılara götüren Türkiye"nin içine girdiği yeni denklemler, izlediği son politikalar, "lider ülke" ve "yeni Osmanlı" güdüsü ve "bölgesel gelişmeleri biz yönetiyoruz" güveni ile kazanmaya çalıştığı yeni pozisyonun kodlarına dayandırıyoruz.

Türk hükümeti, dışişleri bakanlığı, İslamcı kökenli siyasal danışmanların yanı sıra, Türkiye"deki birtakım İslamcı sivil toplum kuruluşları ve Körfez Arap sermayesi destekli Filistin lobisi görünümlü mahfillerin Hamas hareketi liderlerine yönelik uyguladığı, ısrarlı ve sistematik yönlendirme girişimleri, Hamas hareketinin uzun süredir farklı bir mecraya çekilmeye çalışıldığının göstergeleri olarak zihnimizde durmaktadır.

Son dönemlerde, Filistin ve direniş söylemlerine sıklıkla "Şii-Sünni-Alevi""mezhep" tanımlamalarının katılması, Hamas ile Hizbullah"ın arasını açma ve İran ile karşı karşıya getirme operasyonları öylesine yoğunlaştı ki, Doha bu noktada ne kadar büyük bir rol üslense de, Ankara ve İstanbul da aynı oranda bir rol üslenmiş görülmektedir. Medyaya pek yansımasa da, İstanbul otel lobilerinde sürmekte olan geceli gündüzlü trafik, Hamas hareketine yönelik "çekme" "sürükleme" "uzaklaştırma" "ayrıştırma" operasyonlarının amiral gemisini oluşturmuş durumda.

Diplomat, uzman, vakıf başkanı, kanaat önderi mensuplarının yüksek maneviyat yüklü cemaat namazları gölgesinde süren bu operasyonların Hamas hareketi üzerinde ne denli bir tesir bırakacağını kesin kes bilmek mümkün olmasa da, tüm diplomatik açılımları ve siyasi politikalarının ötesinde, Hamas hareketinin bu operasyonlara teslim olacağına kesinlikle inanmıyoruz.

Bu noktada mutmain olduğumuz iki güvencemiz bulunmaktadır:

Birincisi; Hamas, kendisini siyonist rejimin varlığını tanımaya götürecek hiçbir kanala kesinlikle girmeyecektir; zira, Katar gibi ülkelerin başını çektiği bu operasyonların arkasında Amerika"nın yeni Ortadoğu politikaları yatmakta, ABD bölgesel müttefiklerine yeni roller yükleyip görevler vermektedir. Filistin"in her karış toprağını kurtarmayı varlık sebebi sayan Hamas liderliğinin bu planlardan gafil olduğunu düşünmek de büyük bir safdillik olacaktır.

İkincisi; Hamas hareketi, kuruluşunu açıkça ilan ettiği 1987 yılından bu yana, 24 yıllık zarfında kazandığı başarı ve zaferlerin atlattığı badire ve komploların hangi denklemlerde oluştuğunu, diğer bir deyişle emperyalist ve siyonistlerin "şer ekseni" olarak tanımladığı "bölgesel direniş ekseni"nin ne anlama geldiğini ve bu eksen ile Hamas'ın geleceğinin nasıl bir derinlik taşıdığını başkalarından önce kendisi bilmektedir.

Sonuç olarak, "İsraili asla tanımayacağız" sözüyle müssema olan ve bu söz üzerine kendisine marş yazılan Filistin başbakanı kahraman mücahid İsmail Heniyye"nin Türkiye"ye geleceğinin ve aralarında Katar"ın da bulunduğu diğer Arap ülkelerini de ziyaret edeceğinin ilan edildiği bu günlerde, başta söylediğimiz sözü tekrarlamak istiyoruz:

Hamas, üzerine oynanan oyunları boşa çıkarıp hevesleri kursakta bırakacaktır"

nureddin@velfecr.com