Hakk ve adl"in hâkimiyetini mi istiyoruz; yoksa, her nasıl olursa olsun,

Selâhaddin Çakırgil

Hakk ve adl"in hâkimiyetini mi istiyoruz; yoksa, her nasıl olursa olsun, iktidarı mı?

 

İİC yönetimi problemleri dış tahriklere bağlamak yerine, kendisini tartışsa..

Resmî isimlerinde İslam Cumhûriyeti nitelemesi bulunan Afganistan ve Pakistan"daki son gelişmelere dün biraz değinmiş ve aynı nitelemeye sahib olan İİC"ndeki son gelişmelere de bir başka yazıda değinmeyi va"detmiştik.. Şimdi bu konuya eğilebiliriz..

*

İİC"nin 30 yıllık uygulaması, genel düzenlemede şiî fıqhı esas alınsa da, sadece şiî müslümanlar için değil, müslüman coğrafyasının geneli için de bir laboratuar hükmünde idi..

Evet, idi..

30 yıllık uygulama sonunda, elde kalan nedir?

Bunun cevabını ızdırab çekmeden vermek mümkün olabilir mi, sahi?

Bazı uygulamalar inancımızın temellerine yine dayandırılabilir; ama, az ile yetinilecekse, öyle örnekler başka müslüman coğrafyalarında da yok mu?

İİC sisteminde, sular henüz de durulmuş değil..

Anlaşılıyor ki, bu yeni dönemde, içerdeki bu sıkıntılar, Ahmedînejad"ın dışardaki temsil gücünü de daha bir olumsuz etkileyecek.. Dolayısiyle, İslam Cumhuriyeti uygulamasını da..

Yani problem, bir veya birkaç kişiyle sınırlı değil..

Asıl mes"ele, İnqılab Rehberliği / Velayet-i Faqih makamı etrafında şekilleniyor.. Çünkü, Cumhurbaşkanlığı her ne kadar, İİC sisteminde, diplomatik açıdan ülkenin dışardaki en üst temsilcilik makamı ise de; iç hukuk açısından, İnqılab Rehberi"nin,  "Veli-yy"i Faqîh"in . Veli-yy"i Emr"in emrindeki icra gücünün başıdır..

*

Konunun iyi anlaşılabilmesi için tekrar hatırlanmalıdır ki, "Velayet-i Faqîh" anlayışı, müslüman bir toplumun, İslam konusunda feqahet/ derin bilgi sahibi olan bir "faqih âlim"in velayeti altında yönetilmesini, inanç temellerinden birisi olarak da esas alır..

Ailede çocukların, anne-babalarının velayeti altında ve onlardan asıl sorumlu olanın ebeveynin oluşu örneğinde olduğu gibi.. Ama, ailedeki çocuklar belli bir yaştan sonra rüşd yaşına erişirler ve ebeveynlerinin velayetinden çıkarlar; "Velayet-i Faqîh" anlayışında ise, velayetin sürekliliği öngörülmüştür..

Ayrıca, İmam Cafer-i Sâdıq Hz.leri tarafından asırlarca önce sözkonusu edilen bu "velayet"in "mutlak" ‚ kayıdsız-şartsız olduğu da, İslam Cumhûriyeti nizamının kurucusu (merhûm) İmam Khomeynî  tarafından -"Velâyet-i Mutlaqa-i Faqîh"  formülünde açıkça belirtildiği- üzere, yeniden tedvin olunmuştur..

Ve bugün ortaya çıkan durumdan rahatsızlığını açıkça koyan ulemâ"nın, ve onlar içinde de İslam İnkılabı"nın 30 yıllık geçmişinin en seçkin erkânından, temel şahsiyetlerinden birisi sayılan Hâşimî Refsencanî"nin bile, "velayet-i faqîh" anlayışına sahib çıktığı unutulmamalı.. Refsencanî, ortaya çıkan ve kendisini de ağır şekilde yaralayan son rahatsızlıklar karşısında, "İnkılabın hatırı için, bütün bu durumlara karşı dişini sıkmış olarak sabırla tahammül ettiğini" açıkça da beyan etmekte ve hedeflerini, ideallerini gözetleyen birisi olduğunu böylece ve bizzat da ifade etmiş bulunmaktadır.. O, ayrıca, "İslam Cumhûriyeti Nizâmının Maslahatını Belirleme Kurulu"nun  ve de "Rehberlik Kurumu"nda ölüm, uzun koma halleri gibi bir boşalma veya  dinden çıkma gibi, beklenmiyen temel sapmalar olması halinde yeni Rehber"i belirleyecek olan (86 kişilik) Meclis-i Khobregân/ Faqîhler Meclisi"nin de başıdır.. Ve Refsencanî"nin kendisinden çok, İnqılab"ın maslahatını düşündüğü ve ânında ve yerinde kararlar aldığı ve "buhran zamanlarının aranan ve isabetli kararlar alan adamı" olduğu, genel olarak kabul edilir, İran toplumunda; her ne kadar fazla sevilmese ve hattâ, inkılab uygulamaları esnasındaki bütün olumsuzlukların, bir "günah keçisi"  gibi bütün baş sorumlusunun o olduğu suçlaması da yapılsa bile..

Onun hakkında, üstelik de c. başkanlığı adaylarından birisi olmadığı halde, malî yolsuzluk iddialarında bulunanlar arasına, seçim atmosferindeki propaganda ihtirası ile bizzat Ahmedînejad"ın da katılması ve seçim atmosferini zehirleyen temel faktörlerden birisinin de onun suçlamaları olmasına rağmen; Refsencanî"nin 17 Ağustos günü yapılan bir merasimde, Ahmedînejad"ın kendisini selâmlamasına acı bir tebessümle de olsa karşılık vermesi, toplumda bir rahatlık ve düzelme olacağının hayırlı bir işareti olarak algılanmıştır..

Ancak, İİC nizamında, henüz de bir durulmadan sözetmek için vakit erken ve temel konuların açıkça tartışılamaması da, bunun aslî etkenlerinden birisi..

*

Konuyu daha  iyi anlayabilmek için, biraz daha teferruatlı bakmak gereği..

"Veli-yy"i Faqîh" veya İslam İnqılabı Rehberi"nin konumunu ve yetkilerini bilmek, İİC örneğini anlamak için son derece gereklidir.. İİC uygulamasında, Cumhurbaşkanı"nın vazifeye başlama hükmünü Rehber verdiği gibi, Yargı Organı"nın başkanını ve  "İslam Cumhuriyetini Gözetleme Kurumu olan Şûrâ"y-ı Nigehbân"ın üyelerini ve Radyo-Televizyon Kurumu"nun Genel Müdürü"nü;  Ordu (Arteş), İslam İnqılabı Muhafızlar Ordusu (Pasdaran),  Besîc (Halk Gönüllüleri Birlikleri) genel kumandanlarını ve diğer yüksek derece komutanları, Emniyet Genel Müdürü"nü tayin, terfi ve azl yetkisi de Rehber"in elindedir..  Keza, çok zengin olan bütün Vakıf"ların başsorumlusunu ve İnqılab"la birlikte yönetimine el konulan ve Vakıf"lara devredilen gazetelerin Genel Müdürlerini de Rehber  belirler.. Ayrıca, özellikle Dışişleri ve İstihbarat Bakanlıkları"nın siyasetlerinin genel çerçevesini de..

Ayrıca, Velayet-i Faqih kavramına ve "Veli"yy-i Faqîh"e bağlılık yemini eden bütün kamu görevlileri gibi, İslamî Şûrâ Meclisi"nin de, kendisine bağlılığı yeminle taahhüd altına alınması dolayısiyle, Rehber"in istemediği konularda kanun çıkarması mümkün değildir. Esasen, "Veli-yy"i Faqîh, Anayasa"nın/ Kanûn-i Esâsî"nin de üstünde olduğu kabul edilir.

Yâni, klasik olarak devleti oluşturan üç temel kuvvet (Yasama, Yürütme ve Yargı) ile ilgili  "Kuvvetler Ayrılığı" prensibi yerine, bütün kuvvetlerin tek elde toplandığı bir uygulama örneği.. (Prof. Mete Tunçay"a göre‚ "M. Kemal de, "kuvvetler ayrı olur mu, kuvvetler bir elde olmalı ki, devlet güçlü olsun.." derdi.).

Dahası, C.  Başkanı Ahmedînejad üzerinde en etkin âyetullahlardan birisi olarak bilinen Misbah Yezdî gibi kimseler, rejimin adının "cumhuriyet" olmasının pratik bir değerininin olmadığını, Velayet-i Faqîhlik kavramının kurum olarak yerleşebilmesi için daha başka tedbirler alınmasını önerebilmekte.. "Veli-yy"i Faqîh"in elinden Cumhurbaşkanlığı hükmünü aldıktan sonra, artık o cumhurbaşkanına itaat, Allah"a itaat gibidir.." gibi tuhaf  ve insanları muhalefet etmeleri halinde, inançlarıyla karşı karşıya getiren fetva da, bu kişiye aid..

Cumhurbaşkanı"na itaati bile böyle şerî kılıflarla kuşatan bir anlayış, İnqılab Rehberi"ni, "Veli-yy"i Faqîh" makamını ve o makamdaki kişiyi nereye oturtur; tahmin edilebilir..

Bu, toplumda konuşulması zor olan bir durum olup, ayrıca, buna başka bir unsuru daha eklemek gerekmektedir:  O da, yöneticilerin vazife süresi..

İİC uygulamasında, cumhurbaşkanının vazife süresi 4 yıldır ve bu, en fazla 8 yıl, yani iki dönem olabilir. Ve bir kimse arka arkaya üçüncü bir dönem için seçimlere katılamaz.. Bunun gerekçesi de, kadrolaşmaya gidilebileceği endişesidir.. Çünkü, Şahlık düzeninde, diktatörlüğe böyle kadrolaşmalarla de gidilmişti.. O halde yeniden aynı durum tekrar yaşanmamalıdır..

Bunun için, İslam İnkılabı"nın anayasası, böyle bir kadrolaşmaya karşı, yüksek dereceli yöneticilerin görev sürelerine de bir sınırlama getirmiştir.

Pekiy, ama, "Veli-yy"i Faqîh" olan, İnqılab Rehberi olan bir kimsenin hizmet süresi ne kadardır?" suali sorulduğunda..

Ki, bu  husus, teorik olarak bile sorulamıyor, sorgulanamıyor....  

Ve bu husus, sadece İran"da değil, hemen bütün müslüman toplumlarında ve coğrafyalarında da genel olarak böyledir ve 13 asrı bulan bir geçmişi vardır..

*

İktidarın yetki ve süresinin sınırsızlığı, ortaya "devlet dini"ni çıkarmaz mı?

Ve delil olarak, Peygamber"in istifası veya görevinde bir süre sınırlaması sözkonusu olamıyacağı gibi, "Peygamber Vekili" durumunda olan Ul"ul Emr"/ Veli-yy"i Emr" için de, bir sınırlama olmaması gerekir görüşü dile getirilmektedir..

Bu gibi tuhaf ve de ilginç mantık yürütmelerini kendi toplumumuzda da görmüyor muyuz?

İran"daki  sıkıntıların temelinde bu konunun da bulunduğu düşünülmelidir..

Çünkü, çok geniş ve etkin itiqadî, şerî ve kanunî yetkilerle donanmış birmakamda, 20 yıldır bulunan bir "İnqılab Rehberi.."

Cumhurbaşkanları için getirilen sınırlamalardaki gerekçe olan kadrolaşma, bu makam için düşünülmemiştir.. Halbuki, her insanın, aynı eğilimler taşıması mümkündür..

Ve asıl kadrolaşma ve buradan kaynaklanmaktadır..

Bu durum, İslam tarihinde de böyleydi ve kendilerinin veya liderelerinin iktidarının sınırlanmasının asla düşünülemiyeceği gibi bir anlayış, müslümanların kültüründe, müzmin ve yerleşik bir sıkıntılı gelenek olarak yerini bugün de korumaktadır.. Bu yüzden, İİC uygulamasında da, Velayet veya Rehberlik makamında bulunanların salâhiyet veya sürelerinin sınırlanabileceği gibi teorik tartışmalar, bu kurumu yıpratmaya yönelik olarak değerlendirilmek tehlikesiyle karşılaşacağından, teorik olarak bile yapılamamaktadır.

Çünkü, bu tartışmalar yapılmaya başlanınca, halk"a velayet"in sözkonusu olamıyacağını, ancak halkın vekalet vermesi halinde ancak "vekalet"in sözkonusu olabileceğini; halkın artık geçmiş asırlarda olduğu gibi düşünülemiyeceğini, rüşde erdiğini; bu yüzden, halkın başında "velayet-i faqîh" yerine, "vekalet-i faqîh" temeli ve hattâ, sadece "vekalet" kavram ve kurumunun anlayışının gözönünde bulundurulması gerektiğini ve ayrıca, "din devleti"nden "devlet dini"ne doğru bir yöneliş olduğunu dile getiren çevreler de giderek seslerini yükseltmekte ve sekular-liberal veya ateist çevreler de bu gibi eğilimleri, yeni tartışmaların kapısını açabileceği ümidiyle teşvik etmekte, alkışlamakta ve ama, bunun ötesinde, bu gibi konular, genç nesillerin ve umutları kararan kitlelerin beynini meşgul etmekte..

Şahlık düzeninin nice işkence, zulümlerinden ve zindanlarından geçmiş olan bugünkü İnqılab Rehberi"nin, ferd olarak diktatorial eğilimlerinin olduğunu söylenemez..

Ama, bu makam ve yetkileri kötüye kullanabilecek kimselerin olabileceği ihtimaline karşı fazla bir "emniyet subabı"  geliştirilmemiş ve dahası, ferdler, sadece objektif kanunî devlet güçleriyle sınırlandırılmanın ötesinde;  inançlarını ve âhiretlerini harab edebilecekleri  korkusuyla kalblerinden de kontrol edilmektedirler..

Ama, bu korkuların bazen, iyi izah olunamıyan -son seçimler sonrasında ortaya çıkan örnekte olduğu üzere- sosyal buhran ve gerilimler zamanında hedefi doğru dürüst belirlenememiş sloganlarda, "Merg ber diktatör! / Diktatör"e ölüm!.." feryadlarına dönüşebildiğine de şâhid olunabilmektedir..

Ki, C.Başkanı Mahmûd Ahmedînejad"ın bir diktatör olarak nitelenmesi, onun kanunî salâhiyetleri açısından bile, mümkün değildir..

*

İslamî terminoloji  ve İslamî tarihine yapılan sorumsuz atıflar?

Ve amma, 30 yıldır İslam İnqılabı"nı ayakta tutmak için nice fedakârlıklara katlanan kesimlerin nice seçkin isimlerinden binlercesi iki aydan fazla zamandır, zindanlarda..

Dahası, tutuklananlardan niceleri eski C.Başkanı Yardımcıları, Dışişleri Bakan Yardımcıları, m. vekilleri,  genel müdürler, vs.. İnkılabçı müslümanların önde gelen nice seçkin isimleri..  Ve, bir çok kişinin zindanda can vermiş olması yakınlarının serbest kalmasını bekliyen nice ailelere, yakınlarının cenazelerinin verilmesi ve bir takım gösterilere vesile olur gerekçesiyle, vefat edenler için mescidlerde terhim/ rahmet okuma cemiyetleri düzenlenmesine bile izin verilmemesi ve bizzat Rehber"in konuşmasında tam da bu günlerde "Mescid-i Zırar" nitelemeleri yapılması.. Üstelik de "Mescid-i Zırar-i Sebz" (Yeşil Mescid-i Zırar) diye bir yönlendirmeyle, Mîr Huseyn Mûsevî"nin seçim kampanyasındaki "yeşil" renge atıfta bulunulması.. Ki, aynı yayınları yapanlar, seçim öncesinde de, "Ali"nin hükûmetine karşı çıkan Yezid"lerin safdışı olacağı"nı ilan ediyorlardı manşetlerinden.. Ve bununla bir kelime oyunu yapılıyor ve sadece Hz. Ali değil, Seyyid Ali Khameneî de anlatılmak isteniyordu..

Ve en sonunda da, (rahmetli) İmam Khomeynî"nin yakın talebelerinden ve çalışma arkadaşlarından (ve Şehidler Vakfı"nın uzuuun yıllar başkanlığını yapan ve İslamî Şûrâ Meclisi"nin eski başkanlarından) Hüccetülislam  Mehdî Kerrubî"nin zindanlarda tutulan genç erkek ve kızlara ahlâkdışı fiiller uygulandığına dair korkunç iddiaları.. Ve bu iddialara karşı sadece, "emperyalistlerin, düşmanların ekmeğine yağ sürüyorsun.." suçlamasıyla karşılık verilmesi..

Tutuklananlara, Tahran"da, Şah döneminden kalma ünlü Evin Zindanı yetmeyince, Tahran"ın güneyindeki Kehrizek mıntıkasında hazırlanmış bir cezaevinin kullanılması ve hele oradan yığınla iddiaların yükselmesi üzerine, Rehber"in emriyle, Kehrizek"in kapatılıp, sorumlusunun (ismi açıklanmadan) tutuklandığının açıklanmasıyla, bir de tüy dikilmiş oldu.. Tutuklananların ifadelerinin televizyondan okunması ve yargılamalarda, zayıflamaktan tanınmayacak hale gelmiş nice seçkin simaların, akıl almaz "itiraf"larda bulunması ise.. Daha bir ilginç..

Ancaak, geçmişte, Şah dönemindeki yargılamalarda, "cezadan kurtulmaya yarayacaksa, hayal gücünüzün yettiğince "itiraf"larda bulunmanızın bir sorumluluğu olmaz.." diye verilen fetvâlar hatırlanıyor toplumda ve ne kadar inandırıcı görüldüğü ise, yabancı uyruklu, özellikle ingiliz ve fransız elçiliklerindeki bazı kişilerin de korkunç "itiraf"larda bulunmalarından sonra da..  Bir takım diplomatik teşebbüslerle ve kefaletle serbest kalması ile daha bir netleşiyor.. (Sarkozy"nin, bu konuda Suriye ve Türkiye"nin adını belirterek teşekkür edişini hatırlıyalım..)

Toplumun bu "itiraf"lara nasıl bakılması gerektiğini bu gelişmeler daha bir güzel anlatıyor..

Ki, Refsencanî,  tutuklananların serbest kalmasını istemiş ve "inkılabı gerçekleştiren ve savunan kesimlerden binlercesinin, diğer bir grup inkılabçılarca zindanlara doldurulmasının, dünyayı İİC uygulaması üzerine güldüreceği unutulmamalıdır.." demişti..

Haksız da sayılmazdı..

Bu gibi durumlarda, karışıklık çıkarmak isteyenler daima bulunur, ama, bu karışıklıklar, inkılabın sahibi olan kesimlerden bir taraf üzerine yıkılması, inkılabın sorumlularının kendi ayaklarına kurşun sıkmaları mesabesindedir..

*

İktidarın yetki ve süre açısından sınırlandırılmamasının acı meyvaları?

Gerçi bu hususa, "İnqılab Rehberi"nin dikkat ettiği de söylenebilir.. Çünkü geçenlerde, "bir hata yapmakla, dostlar silinmemeli, bir tebessümle de düşmanlar dost sanılmamalı.."  demişti.. Buna rağmen, Rehber"e bağlı ve sorumluları bizzat Rehber tarafından belirlenen yüksek tirajlı bazı gazetelerin sorumluları, Refsencanî, Mir Huseyn Mûsevî ve Muhammed Khâtemî seçkin şahsiyetlere ağır hakaret ve hattâ iftiralara varan yayınlarını sürdürmekte, "hunhar/ kaniçici, entrikacı"  diye nitelenen Mûsevî ve Khâtemî"nin de tutuklanmasını isteyen yayınlar yapmaktalar.. Ve onlara Rehberlik"çe "dur.." denilmemesi de, ortaya tuhaf bir görüntü çıkarmaktadır.. Dahası, Rehber"in, "ülkede karışıklık daveti yapanlar, menfur-u millettirler, millet tarafından nefret edilen kimselerdir, hangi makamda olurlarsa olsunlar,  silinirler.."  şeklindeki sözünü, aynı gazetelerin -sanki onlar karışıklık istiyorlarmış gibi- Mûsevî, Khâtemî ve hattâ Refsencanî için bile kullanmaları karşısında, bu tahrikçi yayınlara "dur.." yiyen birilerinin olmaması, ilginç..

Âdetâ, M., Kemal"in, etrafında, kendisine boyun eğen İsmet ve Fevzi Paşa"lar hariç, diğer bütün seçkin komutanları,  (başta Kâzım Karabekir  ve Raûf Bey başta olmak üzere) önde gelen herkesi bertaraf ettirmesi gibi bir tuhaf tablo oluşturulmak isteniyor gibi..

Halbuki, Mûsevî, "yanlış ve haksız olduğuna inandıkları bazı işlere karşı kanûnî sınırlar içinde itiraz haklarını kullandıklarını, kundaklama, sabotaj ve tahrib işlerine karışanlarla kendilerinin en küçük bir ilgisinin olamıyacağını; her nasıl olursa olsun iktidara değil, hakk ve adâlete dayalı bir iktidara talib olduklarını, milletin de bunu beklediğini, itirazlarını sürdüreceklerini" söylemekte..

Bu yaklaşım, (rahmetli) İmam Khomeynî"nin, "Biz her nasıl olursa olsun güçlü bir İran değil, İslam"ın emrinde bir İran istiyoruz; İslam"ın emrinde olmayacaksa ve gücünü İslam"a göre elde etmiyecekse, bize ne güçlü İran"dan.. Biz İslam"ı İran için değil, İran"ı İslam için istiyoruz.." sözleriyle birlikte düşünülürse, daha bir yerine oturur..

Ayrıca, halkın belli kesimlerinin protesto gösterilerine gelince..

Bu durumu,  bugünkü İnqılab Rehberi, Cumhûrî-i İslamî gazetesinde 1985"lerde yayınlanan bir yazısında, "yöneticilerin bir takım hatalarını görünce, halkın caddelere dökülüp itirazlarını dile getirmeleri ve bunun, yöneticilerin uyanmasına ve hatalarını görmelerine yardımcı olacağı"na dair görüşleriyle birlikte değerlendirmekte fayda vardır..  Çünkü, iktidar gücünün hakk ve adâlete dayanmaması halinde ortaya çıkan problemler bir toplumu içerden daha da güçsüzleştirebilir.. Üstelik, tartışmalı bir durumu gidermenin yöntemi de bu değildir ve milyonlarca insanı, dış güçlerin oyuncağı ve kandırılmış kitleler olarak nitelemek de tutarlı ve âdilâne bir yaklaşım değildir..

Ve hele, bir takım tavır hareketlerde, ilk planda, "düşmanlar, ne der?"  kaygusu en önde tutulursa; o zaman, yapılması gereken nice haklı düşünce ve tavırların da boğulması mümkündür.. Bu gibi korku ve vehimlerle veya hayalî beklentilerle, mantık gereği yapılması gerekenlerden vazgeçilmesi, asıl yanlışlık o olur..

*

"Basiret bağlanması", evet, doğru; ama, bunun dışında kalan var mı?

Bu arada, İnqılab Rehberi, geçen hafta yaptığı bir konuşmada, "inqılab"ın seçkinlerinin basiretlerinin bağlandığı"ndan şikayet ediyordu..  Doğrusu, bu tesbite katılmamak mümkün değil ve bu durum, istisnasız herkes için de sözkonusu olabilecek bir tesbit olarak karşımızda..

Sözü ilginç bir tabloyla tamamlayalım: Geçenlerde,  bir akşam, İran tv. kanallarından birinde (ki, İİC"de, bütün radyo- tv. yayınları devlet tekelindedir),  canlı yayında, Huccetulislam Seyyid Tabatabaî, Hz. Peygamber"in ahlâkını anlatırken, beklenmedik bir şey yaptı.. Onun anlattığına göre, Mekke fethedilince, müslümanlar, sevinç içinde, "El"yevm, yevm-ul melhameh.." (Bugün, intikam günüdür..) diye feryad ediyorlardı.. Resul-i Ekrem (S) o sözü, "El"yevm, yevm"ul merhameh.." (Bugün merhamet günüdür..)  şeklinde düzeltmişti.. 

Mezkur Huccetulislam, "Seçin sonrasında, Ahmedînejad,  zafer kazandığını açıklarken, yenilgiye uğrattığını ileri sürdüğü tarafı ağır şekilde alay konusu yapmasaydı, bu gerilim olmazdı.." deyiverince, proğramın sunucusunun canlı yayında yapacak bir şeyi kalmamıştı..

Sanırım, bu gibi ikazlara kulak tıkanmamalıdır..

Ve İran konusuna sadece dışardan bakıp, "her ne olursa olsun, güçlü bir İran olmalı ve emperyalistler sevindirilmemelidir.." sözü, her ne kadar güzel bir temenni ise de, nice yanlışların bu gibi güzel temenniler üzerine bina edileceği de unutulmamalıdır..

Evet, her nasıl olursa olsun, güçlü bir İran değil, İslamî ölçüler içinde güçlü bir İran..

İran için İslam"ı isteyen değil, İslam  için İran"ı (da) isteyen bir anlayış.. Ve, kendisine ebediyet va"dolunan İslam, hiçbir zaman, mekân, toplum ve kişiyle sınırlı ve kaim değildir.

Herkes, Allah huzurundaki ve müslümanların bugünü ve gelecekteki nesilleri karşısındaki sorumluluğunu, vicdanının sesine kulak vererek düşünmelidir..

Haksöz