Git

Merve Kavakçı

Dünya siyasetini teorik perspektiften okuduğumuzda gücün kutsandığı, haklının ve adilin değil güçlü olanın siyaseti şekillendirdiği bir küresel resim ile karşı karşıya kalırız. Burada gücün ne olduğuna bile gücü elinde tutan karar verir ki güç demek zenginlik demektir, güç demek ilerleme demektir, güç demek modernizasyon demektir, güç demek batının gittiği yolda, geçirdiği evrimleşmeyle yürümek demektir. Gözle görmediğimiz ama hissettiğimiz, sonuçları ile yaşadığımız bu mefhum reel siyasetin bize batı aracılığıyla öğrettiği yönünde şekillenir. Yirmi birinci yüzyılın şimdiye kadar süregelen baskın siyasi oyunu realizmle vücut bulur. Makyavelist bir tavırla zuhur eder. Bu tam anlamıyla şu demektir: Yapman gerekeni yap. Gücüne güç kat. Aynı yerde durma yani gücün muhafazası bir opsiyon teşkil edemez. Ancak gücü güçle pekiştirmektir yapman gereken. İki günün gücü birbirine eşit olmayacak yani. Bugün dünden daha güçlü, yarın ise daha da güçlü olmalısın der Makyevelist düşünce. Karşısında bir kişi, bir grup, bir ülke veya bir bölgesel topluluk da olabilir. Her birine uygulanabilir bu zihniyet sistemi. Bunun dışında şunu da der: Bütün bunları yapabilmen için seçeceğin yol, gireceğin iş, atacağın adım ille de meşru, kabul edilebilir, ahlaki olmak zorunda değil. Yeter ki sen gücüne güç kat ve tesir alanını genişlet.

Dünya siyaseti böyle işliyor dedik. Birkaç istisna dışında bugün olan bu. Bunu, birçok ülkenin politik yörüngelerindeki gelişmelere bakarak rahatlıkla görebiliriz. Mesela Amerika, bu yolun en önde gideni olarak durduğu yerde duramaz ve her başkanlık döneminin ya başında ya da sonunda bir işgal hikayesine imza atar. İşgal olduğu gibi lanse edilmez hiç şüphesiz, ya bir demokrasi şövalyeliğinin masalı arkasına veya masum insanları bir diktatörün pençesinden kurtaran Robin Hood hikayesinin içine saklanır. Bu yüzdendir ki Somali’yi işgal eden Clinton’la, Irak’ı yakıp yıkan Bush arasında zerre kadar fark yoktur. İkinci birinciden kendi açısından daha şanslı olmuştur çünkü 11 Eylül saldırıları işi kolaylaştırmış, arka plan ve altyapının oluşturulmasına gerek kalmaksızın hazır bir şekilde karşılarında bulmuşlardır.

Afganistan’ı Taliban’dan, Irak’ı Saddam’dan kurtarma sorumluluğunu kendisinde bulan Amerika, konu Suriyeli mülteciler olunca duymazdan geliyor. Susuyor. Tam da bu ortamda bu mazlumcuklara kucak açan bir Türkiye var. Kardeşlik adına, insanlık adına, İslam adına… Buna da hiçbir anlam veremiyorlar. Güce güç katmanın şiar edildiği bir dünyada milyonlarla ifade edilen bir kitleyi bağrına basabilmenin makyavelist siyasetin neresine oturduğunu bir türlü anlayamıyorlar. Anlayamazlar tabii.. Zira onlar ancak makyavel ile hemhal olurlar. Oysa bunun realist siyasetle, makyavelistin zalimce tutumuyla uzaktan yakından alakası yoktur. Olamaz da…

Şimdi bakıyorum Türkiye’nin bu diğergam tavrını anlayamayanların kervanına CHP lideri Kılıçdaroğlu da katılmış. Vaatlerini bol keseden sıralarken Ortadoğu’ya barış getireceğiz diyor CHP lideri. Nasıl sorusuna ise hiç girmiyor ama… “Sözüm söz” diyor ve ekliyor; “Ortadoğu’ya barışı getireceğiz. Hiçbir ülkenin iç işine karışmayacağız. Suriyeli kardeşlerimizi de geri göndereceğiz. ‘Kusura bakma’ diyeceğiz. Git kendi ülkene. Her insan doğduğu toprakta mutlu olur. Oraya birileri silah gönderdi, biz dostluğumuzu, kardeşliğimizi göndereceğiz. Biz onların akrabalarıyız, beraber oturup konuşacağız. Ülkelerindeki sorunları beraber çözeceğiz. Sözüm söz Ortadoğu’ya barışı biz getireceğiz. Bizim yüreğimizde insan sevgisi var. Biz insanı seviyoruz, saygı duyuyoruz. Temel kuralımız bu.”

Evet evet, bir tarafta Suriyeli mazlumların acısına bir nebze deva olmaya çalışan bir iktidar, diğer tarafta onlara dönüp, “kusura bakma, git kendi ülkene” diyen bir Kılıçdaroğlu. Makyevelizmi uzaklarda aramaya gerek var mı… 

yeniakit