Gençlik

Merve Kavakçı

Siyasi gündem hepimizi esir aldığından asıl önem arz eden konulara, alanlarında yapılan çalışmalara değinmemiz gecikiyor. Uluslararası Vuslat Derneği bünyesinde oluşturulan Vuslat Platformu’nun yine önemli bir çalışması vardı yakın geçmişte. Genel Kurulunu gerçekleştiren organizasyon, bugünlerde Gençlik ve Problemleri üzerine çalışmalarını yoğunlaştırmış durumda. Bizler bir taraftan Türkiye siyasetinin gailesi içinde savrulurken diğer taraftan bu gezegenin vatandaşları olarak varlığımızı sürdürmeye çalışırken, bizden sonraki nesillerinin akıbeti konusunda acaba hangi aralıklarla düşünüyoruz, aklımıza getiriyor muyuz. İnsanların en hayırlısının onlara faydalı olanıdır şiarı üzerinden okunan bir kul ve çevre tasavvurunda bu mesele unutulmayacaklar, ötelenmeyecekler listesinin en başında gelmesi gerekmez mi… İşte Vuslat Platformu konu üzerinde fikir teatisinde bulunmak üzere bir araya getirdi bizleri.

Gençliğin birçok problemi var hiç şüphesiz, ama Müslüman gençlik açısından aşılması gereken zorluklar üzerinden bir okuma yaparsak, ilk etapta gençliğin kim olduğu konusunda hem ikir olamama sorunu ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz. 15-20 yaş arası mıdır, 18-30 arası mı, yoksa 12-13 gençliğin başlangıcı olarak kabul edilebilir mi… Bilim bize beyindeki muhakeme ve karar mekanizması olan frontal lobe’un ancak 25 yaşında olgunluğuna kavuştuğunu söylerken bundan daha küçüklerin kararlarını dikkate almayın mı demek istiyor… Biz seçme yaşını 18’e, seçilme yaşını da 25’e indirirken, resmi devlet ideolojisi kapsamında pozitivizmi benimsemiş bir ülke olarak nasıl bir açıklama hazırlıyoruz eleştirilere… Konumuzun “Müslüman” gençlik olduğunu hatırladığımızdaysa durumun daha da komplike bir hal aldığını ister istemez görüyoruz. Onlu yaşların başında akıl baliğ yani Yaratıcı karşısında sorumlu, “tam” bir kul olarak alacağımız kararların sonuçları ile yaşama sorumluğunu da yükleniveriyoruz.

Bilimsel ve dinsel tartışmalardan kendimizi çıkarttığımızda da karşımıza büyük harfle başlayan bir Kültür engeli çıkıyor. Kültürel kodlar da en az din ve bilim kadar “genç” addedilip addedilemeyeğimizi bildiriyor zira bize. “Sus sen, çocuksun!” “yaşın kaç, başın kaç” gibi ifadelerin içselleştirilmiş olduğu bizimkine benzer toplumlarda, yaş kemale erse bile hâlâ çocuk kalabiliyor insanoğlu. Siyasette aksaçlılarla siyah saçlılar arasında bir çekişmeden ziyade aksaçlılar ile daha aksaçlılar arasında dünyaya teşrif ediş tarihleri üzerinden bir atışma yaşanabiliyor. Doğulu toplumların ortak bir özelliği midir yoksa İslam toplumlarının paylaştığı bir kültürel element midir bilinmez ama aklın yaşta değil başta olduğunu bilmemize rağmen yok sayılan, sesini dilediği şekilde duyuramayan önemli bir kitlenin olduğunun idrakinde olmalıyız. Unutmayalım ki yaş üzerinden yapılan bir okumada, küçültülen sadece rakamsal olarak doğum tarihimiz değil aynı zamanda bu dünyaya ekleyebileceğimiz bir fikir, bir değer, bir katkı da oluyor. Onu küçültüyor küçültüyor ve sonunda yok edebiliyoruz. Katacağı değerin de ötesinde çoğu zaman bu süreçte “genç”in varlığını da zedeliyor, yok edebiliyoruz.

Bu yok oluş, fiziksel anlamda ortadan kayboluş şeklinde tezahür etse belki hemen fark eder ve geri dönüşümü sağlamak amacıyla tedbirler alabiliriz, oysa çoğu zaman bu kadar basit olmuyor. Zira kayboluş fizik-ötesinde, bedensel dışında, ruhsal, manevi, felsefi oluyor. Yanınızda ama değil, odanızda ama yok, karşınızda ancak başka bir dünyada bir gençlik akın akın sizden kopuyor.  İnşallah devam edeceğiz.

yeniakit