Galibiyet ve mağlubiyet günleri

Abdullah Büyük

Bazen galibiyetle, bazen de mağlubiyetle imtihan edilmek yaşadığımız dünyanın bir gereğidir. Önemli olan bu günlerde muhafaza etmemiz gereken şeyleri iyi bilip, bu imtihanlardan başarı ile çıkabilmektir. Evvelen biz mü’minler, hem galip hem de mağlup olduğumuz günlerde Rabbimiz ile olan irtibatımızda hiçbir değişiklik olmaması gerektiğini bilmeliyiz.“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder” (Şûrâ, 30) ayet-i kerimesi gereğince, başımıza herhangi bir musibet geldiğinde asıl önemli olanın Allah ile olan bağımızı kuvvetli tutabilmek olduğunu bilip, bu musibetin nedenlerini, sebeplerini araştırmaya çalışırız. Hz. Yusuf’un, hapishanede kaldığı yıllarla, sarayda kaldığı yıllardaki kulluğu arasında en ufak bir değişiklik olmamış hatta hapishanedeyken tevhit mücadelesini en üst safhaya çıkarmış ve nicelerini tebliğ ile dine davet etmişti. Yani mağlubiyet günlerinde ayetler, hadisler ve kulluk ile aramıza mesafe koymamalı, yalnızca hikmetini araştırmalı ve hatalarımızın muhasebesini yapmalıyız. Özetle Allah’ı unuttuklarından dolayı kendileri de unutulan bir toplum haline gelmediğimiz sürece yaşayacağımız her türlü mağlubiyetin bir çıkışı, bir sonu olacaktır. Fakat Allah tarafından unutulan toplum olursak asıl felaket o zaman tahakkuk etmiş demektir.

Mü’minin hayatında galibiyet olduğu kadar mağlubiyet, musibet günlerinin de var olacağını takdir eden yüce Allah “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz.” (Bakara, 156) ayet-i kerimesinde, bütün bu belalara karşı nasıl mücadele edileceğinin ve ayakta kalınacağının sırrını ve şifresini bahşetmiştir. Bu sır gereğince, vuku bulan hadiselerden, başımıza gelen musibet ve mağlubiyetlerden yalnızca diğer insanları sorumlu tutup, fail-i mutlak olan yüce Allah’ı unutmak da yapılacak en büyük hatalar arasındadır. Bu dönemlerde Allah ile olan irtibatımızın kuvvetli olabilmesi için yapmamız gereken, O’nun haberi ve izni olmadan yeryüzünde bir yaprağın dahi hareket etmediğine olan imanımızı tazelemek ve kuvvetlendirmektir. Netice olarak ayet-i kerimede de zikredilen “Allah’ın günlerinin”, galibiyet, zafer ve refah günleri olduğu kadar mağlubiyet ve musibet günlerine de şamil olduğunu bilmeli, asıl olanın her iki durumda da kulluk kimliğini muhafaza olduğunun bilincinde olmalıyız.

Her bir mağlubiyete hikmet noktasından bakılmalıdır. Zira hikmet nazarıyla bakmak, terbiye için çocuğuna vuran ve içinde derin hüzün yaşayan bir annenin şefkatinden çok daha fazla bir merhamete sahip olan Yüce Allah tarafından gelen tüm mağlubiyet ve musibetlere olan duruşumuzu tamamen değiştirecektir. “Eğer siz (Uhud’da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir’de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez” (Âli İmran, 140), “(Bedir de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud’da) kendi başınıza geldiği için mi “Bu nasıl oluyor!” dediniz? De ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter” (Âli İmran, 165), “De ki: (Yapacağınızı) yapın! Amelinizi Allah da Resûlü de müminler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir” (Tevbe, 105) ayet-i kerimeleri de bu hikmet nazarının olması gereken kıvamı en iyi şekilde ortaya koymaktadır.

Unutmayalım ki; kullarına karşı sonsuz merhamet sahibi olan yüce Allah zikrettiğimiz bu ayet-i kerimelerle yaşadıkları zorluklara karşı kullarının bakış açılarını şekillendirmiş, bununla da yetinmemiş  “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz” (Âli İmran, 139) buyurarak onların sadırlarında meydana gelen darlığa bir inşirah bahşetmiş, adeta gönüllerini ferahlatmak istemiştir. Vesselam…

yeniakit