Fitil

Ahmet Taşgetiren

İmam Hatiplerle ilgili sözlerine sahip çıkan olmadı Allah’a şükür. İçinde İmam Hatip karşıtlığı olanlar bile sessiz kaldı.

Tutuklanmaya tepki geldi, o da zaten mevcut olan “Siyasal Yargı” tartışmasının uzantısıydı. Keyfi tutuklamalar, keyfi suskunluklar, keyfi salıvermeler…. Yargının siyaseten ya da çıkar ilişkileri ile araçsallaştırılması olayı, bu defa Gülşen’i kahramanlaştırmanın aracına dönüştü.

Başta da söylediğim gibi İmam Hatiplerle ilgili sözleri çirkindi ve sahip çıkan olmadı. Bunu Türkiye adına iyi bir gelişme olarak not etmeliyiz. Belki o sözü 4 ay sonra piyasaya sürenler, İmam Hatipler etrafında bir kamplaşmayı kanatmak istediler, ama o niyet karşılık bulmadı.

Bence İmam Hatip camiası, sağcı – solcu, seküler – muhafazakâr her çevrenin “İmam hatip sakınması”nı değerli bulmalı. İmam Hatipler sakınılan, korunan bir okul olmalı, korkulan, korkutulan değil.

Gülşen, aslında başka platformda tartışılan bir sima idi. Belli ki sahneye taşıdığı kılık – kıyafeti onu gündem yapıyordu, buna LGBTİ ile ilgili tavrını ekleyerek siyasal bir boyut kazandırdı. İmam Hatip konusu, böyle bir ateşin üzerine benzin dökmüş oldu. 4 ay önce söylenmiş bir sözü saklayıp bugün servis eden irade her kime aitse, Türkiye’nin ateşini yükseltecek kodları, ya da toplum ilişkilerini ateşe atacak fitili iyi biliyor ve zaman ayarlı bombayı ateşliyor.

Din ile ilişki Türkiye’nin en hassas, en kırılgan alanlarından birisi. Devlet – halk ilişkileri açısından da bu böyle, toplum hayatı açısından da… Cumhuriyet döneminin tamamı, bu alandaki tartışmalarla iç içedir. Diyanet’in, İmam Hatiplerin statüsü de onunla ilgilidir, Anayasadaki din ve ahlak bilgisi derslerinin mecburiliği de, sokaklara yansıyan kılık – kıyafet de, camilerdeki vaazların – hutbelerin niteliği de…. İstanbul Sözleşmesi de…

Türkiye “halkı Müslüman” bir ülke, ama İslam’ın devlette, toplumda hangi boyutta nasıl bir yer tutacağı sorusu hem sistem planında hem toplumsal zeminde tartışılıyor. Bir kısmımız cübbe ve sarığın dinin olmazsa olmazı olup olmadığını tartışıyor, bir kısmımız türbe ziyareti ya da dua boyutunda dindar olmayı çok dindar olmak olarak değerlendiriyor. Çocuğunun Kur’an öğrenmesini çok önemseyen çok modern aileler de var, camileri siyasetle iç içe görüp mesafe koyanlar da var. İslam’la ilişki uçtan uca çok geniş bir yelpaze niteliğinde…

Türkiye’yi 20 yıldan bu yana “muhafazakâr” diye nitelenen bir siyasi kadro yönetiyor. Bu da “Dinin statüsü”ne ilişkin tartışmanın bir parçası. “Muhafazakâr” bir siyasi kadro ülkeyi yönetirse din – toplum ilişkileri ne olur?” gibi bir soruyu tecrübe ediyoruz.

Nereden bakılırsa bakılsın hassas bir zemin.

Böyle bir zemini yönetmeye – yönlendirmeye (manipülasyon anlamına) talip içerde – dışarda pek çok odak bulunabilir.

Ben bu noktada en hassas olması gerekenlerin “Dindar” insanlar olmasını düşünürüm.

Bana göre “Aldığımız tavırlar insanların din ile ilişkisini nasıl etkiliyor?” sorusu hayati bir sorudur.

“Din ile bağlantılı” çok farklı pozisyonlarda bulunan insanlar var.

Diyelim siyaset, onun yanında iktidar – muhalefet pozisyonları dini konulara yaklaşım noktasında en hassas alanı temsil ediyor. Eğer iktidar sahibi iseniz gücü nasıl kullanıyorsunuz ve güç kullanma tarzınız, mesela sizin din ile ilişkiniz açısından nasıl sonuç veriyor?

Diyelim camide vaazsınız. Diyelim islâmî ilimlerde söz sahibisiniz. Diyelim çocuklara Kur’an öğretmektesiniz. Diliniz, üslubunuz, halkın söylediğiniz sözü nasıl anlayacağına dair hassasiyetiniz, elinizdeki sopa, dilinizdeki öfke veya şefkat… her şeyin din alanında bir bedeli var.

“İslâmî STK” markasıyla yürüttüğünüz kampanyalar şu veya bu toplum kesimine pozitif mesajlar mı taşıyor, karşıt kamplar oluşumuna katkıda mı bulunuyor?

Dün Sezen Aksu ile bir tartışmanın içine girilmişti, bugün Gülşen ile… Tarkan ile, Cem Yılmaz ile…

İş ne yazık ki siyasetle iç içe konuşulur hale geldi. İş ne yazık ki, siyaset tarafından manipüle ediliyor gibi bir görüntü kazandı. İş ne yazık ki, siyasetin tüm devlet güçlerini kendi çıkarı için kullandığı gibi bir intiba ile buluştu.

Ne dersiniz muhafazakâr camia olarak tüm tartışmaların akıl süzgecinden geçirilerek yürütüldüğü gibi bir durum mu söz konusu, pimi çekilmiş ya da fitili ateşlenmiş gündemler içinde sürüklenildiği gibi bir durum mu?

PEKER KONUŞUYOR DEVLET SUSUYOR

“Suç örgütü lideri” Klişesi ile tanımlanan Sedat Peker tweetleriyle konuşuyor. En Tepelere uzanan rüşvet zinciri iddiaları havada uçuşuyor. Yetkililerde derin suskunluk var. “Suç örgütü lideri denir her iddia çöpe atılır” diye mi düşünülüyor acaba? Bence öyle olmaz. “Bu suskunluk iyiye alamet değil” denir. “İyiye alamet değil”in anlamını da herkes iyi düşünmeli.