Fermani Beyi ve Bayraklı Hocayı dinlerken

Merve Kavakçı

Bu köşede farklı vesilelerle haklar diskuru üzerine yazdım.

Bir kere daha cemevi tartışmaları çerçevesinde gündeme getirmekte yarar var. Önce şunu ifade edelim: konu ne olursa olsun haklar tartışmasının yapılıyor olması Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için önemli bir aşamadır. Düşününüz, bundan on yıl gibi kısa bir süre önce dahi böyle bir tartışmayı yapamıyor, hemen ideolojik demogojiye dönüştürüyorduk milletçe işi.
 
Eskiden farklı olan bir durum da sığınılan ve dolayısıyla medet umulan argümanlarda görülüyor. Müslümanlar olarak mesela bizlerin sıklıkla karşılaştığı bir durum çeşitli referanslarla Atatürk Türkiyesine yakışmadığımız iması veya ifadesiydi.
 Çoğu kez bunu ima etmeye bile gerek duymayan muhatap(lar) mesela başörtülü bir kadına bu yolla hakaret etme hakkını kendi(leri)nde bulabiliyordu.

Şimdilerde ise bu tür dışlamaları gerçekleştirebilmek için daha politik, daha siyasi doğruluk içeren kalıplar arkasına saklanmak gerekiyor. Mesela, biz başörtülü kadınların hemen hemen her birimizin bir defaya mahsus olsa bile hayatımızda mutlaka geçen bir diyalog parçası: Benim de anne(anne)m başörtülü" Veya babam hacı" İnsanın, "Sizin için sevindim de, bunun benimle ne alakası var" diye sorası geldiği sorular zinciri" Bir de yine başörtülü kadınların ortak tecrübesi haline gelen konuşmalardan biri de nasıl olur anlaşılmadan daha yeni tanışılan birinin ilk altmış saniye içerisinde ayaküstü de olsa dinden imandan özellikle de namazdan bahseder olmasıdır. Genellikle de bu paylaşımlar bir türlü beş vakit namaz kılmaya vakit ayıramama üzerine kurulu serzenişler içerir. Düşünün selam veriyor neredeyse borçlu çıkıyorsunuz, karşınızdaki bütün pişmanlıklarını bir anda üzerinize aktarıyor. İşin biraz da komik tarafı bu prototipteki insanların genel bir özelliğinin size mütemadiyen dinin Allah ile kul arasında bir şey olduğunu hatırlatmalarıdır. Öyledir öyledir de o zaman ben bu denli kişisel bilgiyi taşımaya bir anda neden mecbur bırakılıyorumdur bu bilinmez"
 
Zamanımızın bu minval üzere kullanılan bir bağlaç cümlesi de "Tabii ki herkes dilediğini giymekte hürdür"" diye başlayan cümlelerdir ki genelde "Ancak devletin de bir kuralı var" gibi ifadelerle kutsallıkta dinle yarışan bir devlet anlayışını dışa vuran cümle dizileriyle devam eder bunlar"
 
Bugün bu konuya değinmek neden gerekti? Alevi vatandaşların TBMM'de cemevi açılması talebi üzerine yürüyen tartışmalar hatırlattı. Devlet haklar konusunda bir defa kendini açtı mı yani muhatap haline geldi mi ardı arkası kesilmez taleplerin. Siyaset bilimi böyle diyor. Gerçi bizde selektif bir muhatap bulma durumu olsa da eskiye nazaran iyileşme söz konusu diyebiliriz. Cemevi tartışması bütün hızıyla devam ederken bir tarafta taleplerinde ısrarcı olan Alevi toplumu diğer taraf da ise cami neyinize yetmiyor diyen eksper kişiler mevcut. Dikkat ettim herkes siyasi doğruluk çerçevesinde konuşuyor. Yani karşı tarafı bir şekilde incitmekten imtina ediliyor, ağızlardan yanlış bir ifade çıkmasın diye azami dikkat sarfediliyor. Ancak konu bir yere gelip tıkanıyor. O da bu talebin haklı bir talep olup olmadığı ile ilgili. Dominant kültürü savunanlar cami ihtiyaçların giderilmesi için yeterlidir görüşünde. Oysa söz konusu kitlenin kendini tanımlayışı Alevilik üzerine. Sünni İslami üzerine olsaydı o zaman Alevi kategorisi altında tanımlamazdı kendini zaten. O zaman Alevi olmayanlara caminin yeterliliği konusunda söz düşer mi bu tartışmada.. Maksat devletin bireyden yana dini ihtiyaçların giderilmesine hizmet etmesi ise nasıl ki Hıristiyan vatandaşların talepleri gözönüne alınıyor ve devlet kiliselerin, kapatılmış eski kiliselerin açılmasına önderlik ediyor, Heybeliada Manastırı'nın açılması gündeme geliyor o zaman aynı şekilde Alevilerin de talepleri karşılık bulmalı. Yok eğer maksat Alevileri 'mainstream' İslam'a kazandırmaksa o zaman eğri oturup doğru konuşma zamanı gelmedi mi sizce"

yeniakit