Erdoğan-Bahçeli-Soylu

Ahmet Taşgetiren

Biri ülkenin Cumhurbaşkanı, biri MHP lideri, biri İçişleri Bakanı. 

Son zamanlarda bu üç ismin siyaset üslubu, hemen tüm söylemleri birbirine benziyor. 

Ve hepsi de en üst perdeden öfke niteliği taşıyor. 

Terörist, casus, ajan vs. düşmanlar var ve tüm demeçler bunların başının ezilmesi, yok edilmesi üzerine… Dışarda düşmanlar var ama, şu, yok edilmesinden, başlarının ezilmesinden bahsedilenler içerdeki düşmanlar… 

Bu artık bir siyaset üslubu haline geldi. 

Bunların siyaseten işe yaradığı söyleniyor. Acaba nasıl diye düşündüğünüzde, karşınıza memleketteki kamplaşma, bir adım ilerisinde yüzde 50 artı 1 zorunluluğu çıkıyor. Yüzde 50 artı 1’i yakalamak için memlekette yüzde 50 eksi 1’in içine kim giriyorsa, onu damgala, yargıla, mahkum et…

Ne dersiniz, siyaseten işe yaradığı farz edilen bu tavrın, üslubun, siyaset dilinin herkese kazandırdığı doğru mudur? 

Bence bunu herkesin yeniden düşünmesinde yarar var. 

MHP lideri öteden beri bu üslupla geliyor. Ona yakışıyor, dense yadırganmaz.  Kitlesini hep yalım üstünde tuttu, o ona karizma sağlıyor. Her ülkede o duyarlılıkta bir kitle bulunması anlaşılabilir. MHP liderinin bu üslupla, mesela Ak Parti bünyesinden birileri ile de rezonans sağlaması mümkün. Geniş toplum kesimleri, Bahçeli’nin öfke tiradlarına sahne olan grup konuşmalarını ürküntü içinde dinlese de, tıpkı grupta ayağa kalkıp coşkun seller gibi kükreyen insanlar var bu memlekette. 

Peki aynı şeyi sayın Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı için söylemek mümkün mü?

Toplum Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı’nı Bahçeli gibi mi dinler? 

Tamam Bahçeli, “Cumhur İttifakı”nın ortağı, bir aidiyet ilişkisi var, ama ne de olsa sırtında yumurta küfesi yok, bir noktada iktidar ortağı olmanın avantajını kullanıyor, yeri geldiğinde de eleştirel tavır takınarak kendisini iktidarın günahlarından soyutlamanın yolunu tutuyor. Kaldı ki, sınırlı bir toplum kesimiyle yetinme durumunda iseniz zaten dilinizi o sınırlı kesimin duygu iklimine göre ayarlamak size kafi geliyor. 

Cumhurbaşkanlığı ve İçişleri Bakanlığı en hassas kamu görevi. 

Cumhurbaşkanı, zaten anayasal çerçevede milletin birliğini temsil ediyor, İçişleri Bakanı da, aslında tüm toplumun güvenliğinden sorumlu olmakla, herkesin, canını, malını, ırzını korumakla yükümlü. 

Cumhurbaşkanı’nın ve İçişleri Bakanı’nın şu veya bu sözü ile, toplumun şu veya bu kesimleri, düşmanlaştırıldıkları ve hedef alındıkları kanaatine varıyorsa orada sorun başlamış demektir. 

Nasıl baksın insanlar Cumhurbaşkanı’na ve İçişleri Bakanı’na? Nasıl ayarlasınlar ilişkilerini? 

Önce sayın Cumhurbaşkanı’na ve İçişleri Bakanı’na sormak gerekiyor: Nasıl bakıyorlar 83 milyon küsur Türkiye toplumuna? Şu soru soruluyor mu onların herhangi bir toplantısında? 

-Bu ülkede kim dost kim düşman? 

Düşman kategorisine sokulan insan sayısı arttıkça, bu, zamanla büyük kitleler haline geldikçe, falanca parti düşmanlaştırıldıkça, sıra ona oy verenlere geldikçe, falanca topluluk damgalandıkça, cezaevindeki falanca kişi sürekli düşman - casus - hain damgası yedikçe, onunla yetinmeyip, cezaevindeki şahsın eşi - çocukları öfkenize muhatap oldukça…. Ortaya devlet - toplum ilişkisinden başka bir şey çıkıyor demektir.

Devlet insanlar için güven alanı olmalı değil mi? 

Cumhurbaşkanlığı ya da İçişleri Bakanlığı, “Devlet temsiliyeti” en belirgin, dolayısıyla bu temsiliyete en çok dikkat etmesi gereken kurumlar değil mi?

Şunu söyleyeyim: 

Toplum özellikle Cumhurbaşkanlığı veya İçişleri Bakanlığı makamından öfkeli söylemler geldiğinde korkuyor, endişeye kapılıyor. 

Bu tarz söylemlerin ülkede çok ciddi gerginlikler oluşturduğunu belirtmek gerekiyor. 

Çok yüksek ses tonu, çok öfkeli bakışlar - değerlendirmeler, hukuk boyutu olmayan yargılamalar, makamların mahiyeti gereği bunların tüm devlet kademelerine sirayet ihtimali gerçekten ortaya tansiyonu yüksek bir iklim çıkarıyor. 

Cumhurbaşkanlığı’ndan veya İçişleri Bakanlığı’ndan bu tarz bir üslup sergilendiğinde, hukuk ne yapar, güvenlik birimleri ne yapar, valiler, kaymakamlar ne yapar, parti teşkilatlarının toplumla ilişkileri nasıl olur? 

Bence sergilenen bu görüntünün en büyük zararı Cumhurbaşkanı Erdoğan’adır. 

Bahçeliye değil öncelikle. Onun olan bitenden memnun olduğunu sanıyorum.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya bile değil. Bir kere onun da sorumluluğunu Cumhurbaşkanı Erdoğan taşıyor, ikinci olarak da Soylu, MHP tandanslı dili ile, Ak Parti’de farklı bir zemin tutuyor.

Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan, sadece partisinin insanı değil. “Partili Cumhurbaşkanı” bunu söylemese de toplum nezdinde Cumhurbaşkanı “milletin birliği”ni temsil konumundadır. Anladığım kadarıyla Cumhurbaşkanı böyle bilinmek istiyor, ama fiilen ortaya konan fotoğraf, bu imajı aşındırıyor. 

İnsanlar Cumhurbaşkanlığı görüntüsü bu değil diyorlar. Milletin birliği böyle temsil edilmez diyorlar. 

Bence kayıplar – kazançlar yeniden değerlendirilmeli.