Emperyalizm, Lübnan"da yenilmeye mahkûmdur!

Selâhaddin Çakırgil


Lübnan, bu kez, daha bir temelden ve daha bir karıştı..

Bu sun'î/ yapmacık/ uyduruk devlet, zaten son elli yıldır Amerikan ve Fransa'nın zorlamasıyla ayakta duruyor.. Osmanlı'nın dağılmasından sonra Suriye ve Lübnan diyarlarına el koyan Fransa, oralarda iki ayrı devlet oluşturmuştu.. Halbuki, Lübnan sosyal yapı olarak da, coğrafî olarak da Suriye'nin ayrılmaz bir parçası idi.. Lübnan, kuzey ve doğusundan Suriye'yle çevrili, güneyinden de Filistin'in işgalcisi siyonist İsrail rejimiyle sınırdaş, batısı da Akdeniz sahili.. 10 bin km. kare büyüklüğünde, (Kıbrıs adası kadar..) Kuzeyden güneye 300 km., doğudan batıya da, en geniş yerinde 160 km. kadar olan bir diyar.. Suriye ve Lübnan'lı aileler o kadar iç-içe ki, insanlar her sabah, onbinler halinde Suriye veya Lübnan'a çalışmaya gidip, akşam dönüyorlar..
Yani, Suriye'nin Lübnan üzerindeki siyasî gücünü kırsanız bile, her iki ülke de birbirine sosyolojik olarak o kadar bağlıdır ki, diplomatik entrikalara rağmen, birbirlerinden kolayca koparılamazlar.. Âdeta, bir bedenin iç organları gibi.. O kadar iç içe ve ayrılması o kadar zor..
Suriye, özellikle (aslen Hatay- Samandağlı bir ailenin çocuğu olan) General Hâfız Esed'in 1969-2002 arasında, 33 yılı bulan ve ülke nüfusunun ancak yüzde onunu teşkil eden Lazkiye yöresindeki 'nusayrî alevîleri'ne dayalı bir Baasçı diktatörlüğü zamanında, Lübnan'a tam olarak hâkim olmuştu.. Lübnan'daki düzen, Suriye'den daha eski bir yapıya sahib ise de..
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Suriye'ye şeklen siyasî istiklal/ bağımsızlık verilmişti, ama, yıllar boyu arka arkaya gerçekleşen iktidar savaşları ve neredeyse her 6 ayda bir tekrarlanan darbelerle boğuşuyordu..
O iktidar savaşlarının içinde, 'Devlet Başkanlığı'na kadar gelen Edib Çiçekli (Şişekli), Şükrî el'Kuvvetli ve daha sonralarda ise, Nâzım el'Quddûsî, gerçekte, ailelerinin yarısı Anteb, Urfa ve Nusaybin taraflarında kalmış ailelerin eski Osmanlı vatandaşı olan çocuklarıydılar.. (Sinan Çetin'in 'Propaganda' filmi, o bölünmenin acılarını traji-komik şekilde yansıtır..)
Bu arada, 1956- Suveyş Savaşı sonrasında, Amerika'nın Lübnan'a büyük bir deniz gücü çıkarıp yıllarca bölgede kaldığını ve Suriye'nin 1958-61 arasında, Abdulhamîd Sırâc zamanında, 'Nâsır Mısırı' birleştiğini, coğrafî olarak arada İsrail rejimi olduğu için, kağıd üzerinde, teorik bir şekilde birleşip, Birleşik Arab Cumhurîyeti adıyla, 'tek devlet'e dönüştüğünü de hatırlayalım..
Bu badireli gelişmeler bilinmezse, Lübnan'ın bugünkü buhranın anlaşılması da imkansızlaşır. Hâfız Esed döneminde, Lübnan'daki siyasî yapı genelde, Şam'ın isteğine göre şekilleniyordu.. Baas Hareketi'nin liderliği üzerindeki derin ideolojik ihtilaf yüzünden 'Saddam Irakı' ile yaşadığı derin düşmanlık dışında, Hâfız Esed'in hemen bütün arab rejimleriyle müthiş bir poker oyuncusu gibi oynadığı ve eli bomboş oturduğu oyun masasından, oyunun galibi olarak kalkmak şeklindeki kurnazlığı bilinmektedir.. Onun ölümünden sonra yerine getirilen oğlu Beşşâr'ın karakter olarak babasının diktatörlüğünden ve diplomatik oyunculuğundan uzak olduğu veya yeteri kadar tecrübe sahibi olmaksızın o makama getirildiği iddiaları önemsenmelidir..
Esasen, USA emperyalizmi de, Beşşâr'ın, babasının gücünü kazanamaması için, elinden gelen baskıyı uyguladı.. Özellikle Lübnan'ın eski başbakanlarından ve arab dünyasının en büyük sermayedârlarından, milyarlarca dolarlık bir servetin sahibi ve 'Amerika'nın has kulu' olarak bilinen Refik Harirî'nin Beyrut'ta bir suikasd'e kurban gitmesinden sonra, Amerika ve AB'nin baskıları üzerine, Suriye, Lübnan'daki binlerce askerini beklenmiyen bir çabuklukla geri çekince, Lübnan tablosu daha bir içinden çıkılmaz hâle geldi. Halbuki, tersi umuluyordu.
ZORAKİ DENGE OYUNLARININ İFLASI KAÇINILMAZDI..
Lübnan'daki siyasî tablo, Fransa'nın 1942'de yaptırdığı nüfus sayımına göre oluşmuştu..
Fransız emperyalizmi öyle bir entrika uygulamıştı ki, müslümanları, şiî ve sünnî diye ayrı ayrı ve yığınla mezheblere ayrılmış olan hristiyanlar ise, tek bir grup olarak sayılmıştı.. Böyle olunca da, hristiyanlar en büyük grup hale getirilmişti.. Sünnî müslümanlar ikinci, şiî müslümanlar üçüncü ve dürziler ise dördüncü sosyal grup idiler..
Ülkenin yönetimi de, buna göre belirlenmişti.. Cumhurbaşkanı hristiyan olacaktı.. Başbakan sünnîlerden, Meclis Başkanı şiîlerden.. (Hristiyanlarla müslümanlar arasında, her iki dine aid bazı özellikleri taşıyan ve güç dengesine göre, her zaman taraf değiştirmeleriyle bilinen ve sürekli Canbolat ailesinin liderliğinde gelen) Dürzîler ise, Hükûmet'te bir Bakan'la..
Daha da önemlisi, Dışişleri, İçişleri, Savunma, Maliye Bakanları ve Genel Kurmay ve Merkez Bankası Başkanları ve Emniyet Gen. Müdürü de hristiyanların elinde olacaktı..
Şimdi, son buhran, işte bu tuhaf denge oyunlarının sonunda ortaya çıktı.. Lübnan Cumhurbaşkanı'nın süresi aylarca önce bitmişti.. Ama, yenisi bir türlü seçilemiyor. Oylamalar, evvelki gün, 19. kez, ertelendi.. Çünkü, Suriye'nin desteklemediği bir kimsenin C. Başkanı seçilmesi son derece zor.. Bunun için de, hristiyan adayların hemen herbirisi, Suriye önünde takla atmak, amuda kalkmak zorunda, neredeyse.. Amerikan emperyalizmi ve onun Ortadoğu uzantısı olan İsrail rejimi ise, Suriye'nin gücünün, etkisinin kırılmasını istiyorlar..
Ayrıca, Bush ve İsrail, devreye İran İslâm Cumhûriyeti'nin de Hizbullah aracılığıyla girdiğini ve bunun kabul edilemiyeceğini belirtiyor.. Bunu dile getirirken, bahaneleri de son derece ironik ve bir kara mizah örneği: Lübnan'a yabancıların müdahalesine engel olmak!. Ve herkes için açık olan bir durum da, Hizbullah teşkilatının, Lübnan'ın bugün en büyük sosyo-politik ve askerî gücü haline gelmiş olması.. İki yıl önce, İsrail rejimi, bir askerinin kaçırılmasını bahane edinerek, bütün Güney Lübnan'ı ezdi geçti ve binlerce sivil insan katledildi, bütün şehirler, yerleşim birimleri yerle bir edildi, Beyrut'a kadar..
Ve 35 gün süren o dehşetli saldırıya rağmen, savaşın psikolojik açıdan galibi, Hizbullah oldu ve bu örgüt, ülkenin savunma gücü olduğu kadar, bozulan sosyal hayatı yeniden tanzim eden bir büyük sosyal otoriteyi temsil ettiğini de gösterdi.. Halbuki, siyonist İsrail rejiminin hesabı,
1974-90 arasında Lübnan'ı 15 sene kasıp kavuran "iç-savaş'ı hortlatmaktı.. 1982 Eylûlü'nde, Menahem Begin ve Ariel Sharon'un "falanjist hristiyan militanlar'a işlettiği ve binlerce Filistin'li mülteciyi öldürttüğü "Sabra ve Şetila Katliâmı'nın yenisini tezgahlatacaktı..
Ama, bütün bu entrikalar şimdilik tutmadı..
Çünkü, hristiyan ekseriyetin gerçek bir çoğunluğu temsil etmediği bir yana; Hizbullah ise, ateşle imtihan olunarak bu güne geldi.. Ve müslümanlar bugün daha bir uyanık..
Hizbullah'ın sabırlı ve ince taktiklerle bugüne kadar getirdiği mücadelenin sonunda, öyle kolayca bertaraf edilemiyecek bir 'demir leblebi' olduğu artık hemen herkesçe kabul ediliyor.. Üstelik, sünnî denilen başbakan Fuad Sinyore'nin, Demirel ne kadar sünnî ise, sünnîleri o kadar temsil ettiğini, sünnî müslümanlar da biliyor ve şiîsiyle / sünnîsiyle müslüman halk, bugün Hizbullah etrafında daha bir kenetlenmiş bulunuyor.



vakit