Eleştiri

Merve Kavakçı

Bazı şeyleri kabul etmek zorundayız. Eğri oturup doğru konuşmak da çok önemli. Kabul etmemiz gereken şey en başta eleştiriye açık bir toplum olmayışımız. Kimse kritik edilmekten hoşlanmaz, ama hayatımız boyunca nasıl ki hoşlamasak da birçok işi yapmak zorundayızdır aynı şekilde bize zevk vermese de eleştirilmeyi hayatımızın bir parçası haline getirmek mecburiyetindeyiz.

İkinci olarak herkesin birbirinin işine burnunu soktuğu bir kültürümüz de mevcut. Bence bu da son derece eleştirilmesi gereken bir başka yapısal sorunumuz. Gerçi fazla ilgili bir toplumda otokontrol oluşturmak, yardımlaşma, paylaşma gibi faydalı tutumlar sergilemek daha kolaydır ama bir de madalyonun diğer yüzü var. O da grup, toplum, kümeler halinde yaşama geleneğimizle gelen bireyselleşememe sorununa işaret ediyor.

Kendi başına ayakta duramayan, olgunlaşamamış, birey olmaktan uzak bireycikler sorunundan bahsediyorum. Çünkü birileri insanı kendi haline bırakmazlar. Daha açıkça ifade etmem gerekirse herkes her bir konuda fikir sahibidir bizde, fikrini beyan eder, başkalarına empoze eder, başkalarının işlerine karışır. Kişisel alan diye tasvir edebileceğimiz bir "boşluk" yoktur bizde. Çoğu zaman nefes aldırmaz. Bu durum toplum tarafından da yazılı olmayan kurallar çerçevesinde onay aldığından kimse itiraz etmez, değişiklik talebi olamaz.

Şimdi bütün bunları neden söyleme ihtiyacı duydum...izah edeyim. Bir eşiğin altındayız. Değişim geri döndürülemez bir süreç. Anayasamızı yeniliyoruz, devlet millet ilişkisinde kullandığımız temel kavramları gözden geçiriyoruz, rejimi sorgulamasak da cumhuriyetin sınırlarını çizen kavramları, milliyetçilikten, ırkçılığa, Türklükten, parlamenter sisteme kadar birçok alanı elden geçiriyoruz. Tabii zamanıdır da...dünya değişiyor, insan değişiyor, insanlık değişiyor, hele bizimkisi gibi 1923"te çakılı kalmış bir yönetim ruhu yüzüncü senesine yaklaşırken arıza sinyali vermekten yol da alamıyor. Çünkü devlet makinesine hiçbir bakım yapılmamış, darbelerdi, kavgalardı derken hep ertelenmiş, sonuç itibariyle de bugünlere gelinmiş.

Şimdi kardeşçe yaşamanın bir yolunu bulmaya gayret ettiğimiz şu dönem içerisinde diyorum ki bir de kendimizi eğitelim. Yediden yetmişe öğretelim. Yedide değil dört yaşında yuva eğitimiyle başlayalım, yukarıya doğru yaş grubunun gelişimine uygun olarak verelim. Neyi mi? "Özel alan" konseptini. Özel alana dair soru sormanın hiçbir şey olmasa da en azından "ayıp" olduğunu... Kişiler kendi istekleri doğrultusunda kendilerine ait bir konuda açıklama yapmıyor, anlatmıyorlarsa sormanın dahi uygunsuz olduğunu... Hangi konularda mesela? Mesela dini konusunda, mesela medeni hali konusunda, mesela ırkı konusunda, mesela boyu posu çoluğu çocuğu konusunda vesaire vesaire...

Soru bombardımanlarının, ulu orta her konuda fikir beyan etmelerin, meraktan çatlamaların bırakın normal kabul edilmeyi, olması gereken normatif addedildiği bir toplumda biraz herkes kendi işine baksa diyorum. Belki o zaman birbirimize saygı duymayı, sevmesek de tahammül etmeyi, birlikte yaşamayı öğreniriz diyorum. Yoksa "başörtüne niye iğne taktın? Buraya girmek istiyorsan çıkaracaksın o iğneyi yobaz" diye atıp tutmakla "neden Türküm demiyorsun? Kürtçe konuşmayacaksın!" diye tehdit etmekle bu iş olmaz...olmadı da zaten.

yeniakit