Ecevit'i kim "hasta" etti... "Pasta"yı kimler yedi?

Hasan Karakaya

"Tuğla"ları üst üste koyup "duvar" örmeye başlamadan önce, "temel" atalım... Yani, işe "temel"inden başlayalım...
 
Ne var temelde?..
 
"Kılıçdaroğlu'nun sözleri" var!..
 
Bay Kılıçdaroğlu, "Bülent Ecevit"le ilgili olarak yaptığı açıklamalarda demişti ki;
 
¥ "Size eski genel başkanımız Ecevit'in sözünü veriyorum. Ne ezen, ne ezilen, insanca, hakça bir düzeni kurana kadar yolumuza devam edeceğiz."
 
(17.8.2010)
 
¥ "Efsane liderimiz vardı Bülent Ecevit. Derdi ki, 'ne ezen ne ezilen hakça bir düzen' diyordu. Aynı yerdeyiz. Bunun için mücadele ediyoruz. Bunun için destek bekliyorum." (25.8.2010)
 
¥ "Sen kim Ecevit kim. Sen Ecevit'in tırnağı olamazsın!.. Onun adını ağzına alman için senin önce abdest alman lazım."

(24.4.2011)
 
¥ "Yolumuz, Ecevit'in yoludur."
 
¥ "Ecevit, son nefesine kadar doğruyu yaptı."
 
Evet, özetle demiş ki;
 
"Ecevit'in yolu, yolumuzdur!"
 
Sen, "Ecevit'in yolu"nu kendine "yol" olarak seçtiğini söylersen, bu demektir ki; Ecevit, senin "lider"indir!..
 
Ecevit'i "lider" ilân ettiğine göre; elbette ona toz kondurmaz, elbette ona lâf söyletmezsin!..
 
Yoksa; hem "lider" beller, hem de lâf söylenmesine göz yumarsan, "ikiyüzlülük" yapmış olursun!.. O zaman, senin samimiyetine kimse inanmaz!..
 
Var mı itirazı olan?..
 
Elbette olmaz...
 
RECAİ BİRGÜN ANLATIYOR
 
Bu "genel kuralı" koyduğumuza yani "temel"i attığımıza göre, artık "tuğla"ları üst üste koymaya başlayabiliriz...
 
Önce "dün"den başlayalım.
 
Efendim;
 
13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen "Ergenekon" davasında "tanık" olarak dinlenen Bülent Ecevit'in eski koruma amiri ve eski DSP Milletvekili Recai Birgün; Ecevit'in 2002 yılındaki "rahatsızlık" ve "evdeki tedavi süreci"ni anlatmış...
 
Birgün; kendisinin izinli olduğu bir dönemde Bülent Ecevit'in, sırtında oluşan ağrı sebebiyle Başkent Üniversitesi Hastanesi'ne götürüldüğünü, kendisinin de hastaneye gitmesiyle Mehmet Haberal ile tanıştığını söylemiş...
 
Aradan 11 yıl geçtiğini belirten Birgün, Ecevit'in tedavisinin ardından eve gönderildiğini dile getirerek; süreci şöyle anlatmış:
 
"Daha sonra göğüs bölgesinde ağrı oluştu. 10 gün aynı hastanede kaldık. Bir süre sonra da omurgada çökme meydana geldi. 8 ay hastanede kalmamız gerektiğini söylediler. Çökmenin felç ya da ölümle sonuçlanabileceği söylendi.

Omurga çökmesine müdahale yapılmayacağı, dinlenmesi tavsiye edildi. Bu 8 aylık süreci hastanede geçirmemiz tavsiye edildi. Hastanede bir tedavi olmayacağından eve geldik. Doktorlar mutlak yatak istirahati önerdi. 1,5 metre mesafedeki lavaboya bile gitmemesi istendi. Ancak Bülent Ecevit çok tez canlı birisi olduğu için ilk günden başlamak üzere bunlara hiç uymadı. Sabah kalkıyordu, ihtiyaçlarını gideriyordu. Gazetesini okuyordu. Bu sürecimiz 3 ay devam etti. Bu süreçte doktorlar eve muayeneye geliyor, 'kıpırdamayın, hareket etmeyin' diyordu. O dönemde medyada da Ecevit'in hastanede yatması geniş yer tutmuştu. Öldüğü bile yazıldı. Yanında ben ve Rahşan Hanım vardı.

Bülent Ecevit yazılanlardan çok rahatsız oluyordu. Dışarıya çıkmak istiyordu, ancak doktorlar izin vermiyordu. O dönemde MGK, Bakanlar Kurulu toplantısı ve Kıbrıs Zirvesi yapılacaktı. Ecevit bu üç toplantıya katılmak istiyordu. Doktorlar gelip muayene ettiler. Bu toplantılardan bir gün önce yapılan muayenenin ardından Ecevit'in toplantılara katılabileceğini söylediler. Ama toplantıya gitmeden önce sabah muayene etmek istediler. Sabahki muayenede 'siz kıpırdamışsınız' diyerek, katılmamasını söylüyorlardı. Bir gün önceki duruma göre, toplantılara katılacağı şeklinde basına bildiriyorduk. Ama, ertesi gün katılamıyordu. Basında nahoş şeyler yazıldı. Hatta MGK toplantısı Ecevit nedeniyle 10.30'da başladı. Doktorların bu ikna edici sözleri nedeniyle Ecevit bu üç toplantıya katılmadı.
 
"HASTANEYE GİTMEYİN!"
 
Doktorların eve gelip gitmesi, sürekli kameraların çekmesi rahatsızlığına yol açtı. 1 gün önce 'iyisin', sabah gelince de 'kıpırdamışsın, his kaybı olmuş' deyince Rahşan Hanım ile biz şüphelendik. Bülent Ecevit kalkıp geziyordu. Her sabah bahçeye çıkıp gazeteleri okuyordu. Rahşan Hanım ile tedavi sürecinde yaşadıklarımızı, tedavi sürecini değerlendirdik. 8 ay evde istirahat etmesini gerektirecek durumunun olmadığını değerlendirdik. Bu durumu da Bülent Ecevit'e söyledik. Benim yakın arkadaşım olan ortopedist Mücahit Pehlivan'ı söyledim. Kabul ettiler. Gazeteciler 24 saat nöbette olduğu için gece yarısı Mücahit Pehlivan'ı eve soktuk. Elle ortopedist muayenesini yaptı. 'Bir çökme var ama, geçmiş' dedi. Yürüyebileceğini, bir sıkıntı olmadığını söyledi.

Ben de, 'senden belge istiyorum, bu Başbakan' dedim. Bunun üzerine özel bir poliklinikten seyyar röntgen cihazlarını gece eve soktuk.

Çekilen filmlere göre de, çökmenin düzeldiği, risk kalmadığı söylendi. Bunu Bülent Ecevit'e söyledik. Kaba bir korsemiz vardı. 'Korseye gerek yok' dediler, ama biz daha ince bir korseyle günlük yaşamımıza devam ettik.

Bunun üzerine Başkent Üniversitesi Hastanesi'nden gelen doktorları kabul etmedik. Bir bahane buluyorduk. Ecevit'in hastaneye gelmesi konusunda çağırıyorlardı. O dönemde DSP yöneticileri olan Zeki Sezer, Emrehan Halıcı ve Tayfun İçli ziyarete geldi. Hastaneye gitmemesi gerektiği, giderse 'çalışamaz durumda' rapor verileceği şeklinde duyum aldıklarını söyleyerek, 'hastaneye gitmesin' denildi.

Hastaneye gitmedik.

Sonuçta Ecevit 2006 yılına kadar gayet sağlıklı yaşadı. Beyin kanamasından vefat etti."
 
BU YAPI ERGENEKON MU?
 
Birgün'ün bu açıklamalarından sonra, duruşmaya kısa bir süre ara verilmiş, sonra Mahkeme Heyeti Başkanı Hasan Hüseyin Özese'nin sorularıyla devam edilmiş.
 
Mahkeme Başkanı, Birgün'e sormuş;
 
"Bülent Ecevit'e çalışamaz raporu verileceği duyumu kimden geldi?"
 
Cevap vermiş Birgün;
 
"Hatırlamıyorum ama öyle bir duyum vardı. Herkes konuşuyordu."

Ecevit'in hastalığı döneminde yaşananları operasyon olarak nitelendiren Birgün, "O dönem yaşananlara bakınca partinin ikiye bölünmesi ve sayın Ecevit'in hastalığı kullanılarak yapılanlar, tıpkı 28 Şubat ve 27 Nisan e-muhtırası gibi bir operasyondu" demiş ve eklemiş:
 
"2001'deki bir yapı Bülent Ecevit'in başında olduğu hükümeti yıkmaya çalıştı. O yapı, bu yapı mı bilmiyorum. Ama hükümeti yıkmaya çalıştı. Eline geçen fırsatları kullandı. Ecevit'in hastalığını kullandı."

Recai Birgün'ün açıklamalarında dile getirdiği iddialar daha sonra Ergenekon sanığı Mehmet Haberal'a sorulmuş... O da; mahkemede zor durduğunu ifade ettikten sonra demiş ki;

"Recai Birgün duyumla yola çıkıyorsa bu çok ağır bir ithamdır... Ecevit'in ilaçları kesildikten sonra iyileştiğini söylüyor... O ilaçlar hangileridir?"
 
Bütün bunları "ayrıntılı" olarak verdim çünkü onlar, "olayları yaşayan" kişilerdir!..
 
DUYUM DEĞİL, GERÇEK
 
Şimdi de, Recai Birgün'ü orada bırakıp, biraz daha eskilere gidelim ve "Ecevit'e çalışamaz raporu verileceği" meselesinin bir "duyum" mu, yoksa bir "vakıa" mı olduğuna bir bakalım.
 
¥ Tarih 4 Temmuz 2002...
 
Dönemin ATO Başkanı Sinan Aygün, dönemin DİSK Başkanı Süleyman Çelebi ile görüşmektedir... Sinan Aygün, makamında görüştüğü Süleyman Çelebi'ye demektedir ki; "Başbakan Ecevit'in vesayet altına alınması için yarın mahkemeye başvuracağım!"
 
Tabiî, Çelebi'de "tık" yok!..
 
Ne "olur" diyor,
 
Ne de "olmaz!"
 
¥ Tarih, 5 Temmuz 2002...
 
Sinan Aygün, dediğini yapar...
 
Koltuğunun altına alır "dosya"yı, doğru mahkemeye!..
 
Ve üçüncü fotoğraf...
 
Aygün, bir "ATO heyeti" ile birlikte, "dilekçe"sini mahkeme kalemine sunar... Sinan Aygün'ün dilekçesinde, özetle şu gerekçeler bulunmaktadır:
 
¥ "Başbakan Bülent Ecevit, 1982 Anayasası ile kendisine verilen görevleri yapmaktan, hatta kendi ihtiyaçlarını bile karşılamaktan uzaktır!.. Ecevit'in sağlık durumu bozulmuştur!.. İki aydır makamına bile gelemiyor, Türkiye'yi yurtdışında temsil edemiyor!"
 
¥ "Hukuk düzenimizde ve idari yapımızda Başbakan'ın üstlendiği ağır görevler dikkate alındığında, Sayın Bülent Ecevit'in sorumluluklarını yerine getirip getiremeyeceğinin tespitinin gerekli olduğu düşünülmektedir."
 
Dilekçesinde bunları yazan Sinan Aygün, talebini de şöyle dile getirir:
 
"Türk Medeni Kanunu'nun 405. ve ilgili maddeleri uyarınca Bülent Ecevit vesayet altına alınmalıdır!"
 
"Vasi"nin ne demek olduğunu biliyorsunuz.. "Vasi" demek; "vesayeti yüklenen kimse" demek!..
 
Peki, kimler "vesayet" altına alınır, kimlere "vasi" tayin edilir?..

405. Madde'ye göre;
 
"Henüz reşit olmamış bir çocuğa!.. Bir yetime!.. Veya akılca zayıf ve hasta olan bir kimsenin malını yöneten kimseye vasi tayin edilir."
 
Aygün'e göre; Ecevit de, o günlerde "akılca zayıf" ve "hasta" olduğu için, ona da bir "vasi" tayin edilmesi gerekir!..
 
Bunu, ben demiyorum...
 
Sinan Aygün diyor!..
 
Hatta, dahasını da diyor Aygün;
 
"Sayın Bülent Ecevit'in hastalığının faturası 3 milyar dolardır. Her gün faiz oranları yükselmekte, ekonomi kötüye gitmektedir. Artık sayın Ecevit'in çekilmesi gerekiyor."
 
Bunu söyleyen, sadece Sinan Aygün değildir... Aynı talep, Türk Metal Sendikası Başkanı Mustafa Özbek tarafından da dile getirilmektedir...

O da şöyle demektedir:
 
"Yürüyebilen bir Başbakan'a ihtiyacımız var!.. Ecevit'le bu işler yürümez!"
 
Ecevit, kendisine yönelik; "Azledilsin" taleplerine şöyle karşılık verir:
 
"Ben gidersem kaos olur!"
 
Aygün cevap verir:
 
"Atatürk, İnönü, Özal gittiğinde kaos oldu mu ki, siz gidince olsun!"
 
Uzatmayalım... Dâvâ dosyası 16. Sulh Hukuk Mahkemesi'ne gelir... Mahkeme, Aygün'ün talebini reddeder!..
 
ÜÇÜ DE ERGENEKON SANIĞI!
 
Ne enteresan değil mi;
 
Ecevit'i "yürüyemez" hâle getirmekle suçlananlardan birisi, o dönemin Başkent Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Haberal'dır!..
 
O Mehmet Haberal ki;
 
Ya "birileri" vasıtasıyla, ya da bizzat kendisi, o dönemin Hürriyet yazarı Emin Çölaşan'a haber uçurmuş ve Çölaşan, köşesinde Ecevit için şunları yazmıştı:
 
"Ecevit yıkandı ve sırtından kat kat kir çıkarıldı, tırnaklarının içindeki pislikler temizlendi!"
 
Devam edelim:
 
Ecevit'in "vesayet" altına alınmasını isteyen Sinan Aygün'dü!.. Böyle bir talebe sesini çıkarmayan DİSK Başkanı Süleyman Çelebi'ydi!.. "Yürüyebilen bir Başbakan'a ihtiyacımız var" diyen de Türk Metal Başkanı Mustafa Özbek'ti!..
 
İşin ilginçliği şurada ki;
 
Mehmet Haberal başta olmak üzere, Sinan Aygün'ünden Mustafa Özbek'ine kadar, birçok isim; daha sonra "Ergenekon operasyonları"nda gözaltına alınıp, tutuklandı...
 
Hatta, Sinan Aygün, gözaltına alındığında şöyle demişti:
 
"Atatürk'ü çok seviyorum... Beni, Atatürk'ü sevdiğim için gözaltına aldılar!"
 
Şu işe bakın ki;
 
Sinan Aygün'ün evine yapılan baskında; bir "kasa" içinde, "tam 3 milyon Euro" bulunmuştu!..
 
O Euro'ların üzerinde de; Sinan Aygün'ün çok sevdiği söylediği "Atatürk"ün resimleri değil, "Mozart"ın resimleri vardı, iyi mi?!?
 
ONLAR, ŞİMDİ CHP'DE!
 
Gelelim "netice"ye...
 
Bülent Ecevit'e "iş göremez" raporu vermeye hazırlanan Mehmet Haberal, şu anda Ecevit'le sembolleşen Zonguldak'tan "CHP milletvekili"dir!..
 
"Ecevit'in azledilmesini" isteyen Sinan Aygün de, "CHP'nin Ankara Milletvekili"dir!..
 
Aygün'ün; "Ecevit'in Başbakanlık'tan alınmasını" isteyeceğini ilk açıklayıp, hiçbir tepki görmediği Süleyman Çelebi de bir "CHP İstanbul Milletvekili"dir!..
 
Sizin anlayacağınız;
 
4-5 Temmuz 2002'de kim "Ecevit'i Başbakanlık'tan uzaklaştırma" işinde rol almışsa, onlar şimdi "CHP milletvekili"dirler!..
 
Şimdi, gelin de sormayın;
 
"Kılıçdaroğlu'nun Ecevit sevgisi" nerede kaldı?..
 
Hem; "Ecevit'in yolu yolumuzdur" diyeceksin, hem de "Ecevit'i iktidardan yolcu etmeye" çalışan adamları "CHP'den milletvekili" yapacaksın!..
 
Bu ne perhiz, bu ne turşu?..
 
Sormanın tam sırası değil midir;
 
Kılıçdaroğlu "Ecevitçi" ise,
 
Sinan Aygün neci?..
 
Sinan Aygün "Ecevitçi" ise,
 
Bu "dilekçe" neyin nesi?..
 
Recai Birgün'den sonra Kılıçdaroğlu da konuşmalıdır!..
 
Ya "Ecevit'in mavi gömleği"ni çıkarmalıdır sırtından, ya da "Ecevit kasketi"ni fırlatıp atmalıdır!..

Hele hele; "Yolumuz Ecevit'in yolu" demekten kesinlikle vazgeçmelidir!..
 
"Ecevit'in adı"nı anarken önce "abdest" alması lâzım, diyeceğim ama, bilmem ki; "abdest" almasını bilir mi?..
 
Uzun lâfın kısası;
 
Mehmet Haberal, Sinan Aygün ve Süleyman Çelebi gibi adamlar bugün birer "CHP milletvekili" iseler, Kılıçdaroğlu'nun; "Yolumuz Ecevit'in yoludur" söylemine inanır mısınız?..
 
İnsan merak ediyor;
 
"Ergenekon" adlı yapı Ecevit'i Başbakanlık'tan indirirken, Kılıçdaroğlu'nu da CHP'nin başına mı oturttu?!?..
 
Bay Kılıçdaroğlu, "Ecevit'in yolu"nda yürüdüğünü zannederken acaba "Ergenekon'un kolunda" mı yürüyor?!?..
 
Değilse;
 
"İş göremezcileri" izah etsin!..
 


Malkara Kaymakamı ve ödül
 
24 Nisan ve 25 Nisan tarihli Ayna'larda, Malkara Kaymakamı Yunus Fatih Kadiroğlu ile ilgili olarak iki yazı yazmıştım...

Hani, "başörtülü öğretmene ödül verilmemişti" ya, işte o olaydan sonra...
 
Özellikle 25 Nisan tarihli yazıda, Kaymakam Yunus Fatih Kadiroğlu'nun "soyadını niye değiştirdiğini" sormuş ve bunun "nahoş bir olayı örtbas amacı" taşıyıp taşımadığını gündeme getirmiştim...
 
Evet, gündeme getirdim ama, olayı "belgelemek" için de araştırmalara devam ettim... Araştırınca gördüm ki; Kaymakam Bey, "Sülükoğlu" soyadından rahatsız olduğu için; "Kadir" olan babasının adını, soyadı olarak, yani "Kadiroğlu" olarak almış...
 
Eskişehir'de "soyadı tashihi" yaptırdığı tarih 14 Mayıs 1993... Dosya numarası 1993/77... Demek istiyorum ki; işin içinde "başka bir sebep" yok!.. Sadece "Sülükoğlu"ndan rahatsızlık!..
 
Gelelim; "Başörtülü öğretmene ödül verilmemesi" meselesine... Benzeri bir olay, 19 Mayıs günü Domaniç'te de yaşanmış... Domaniç Milli Eğitim Müdürü, "başörtülü öğrenci"ye ödül verilmemesi ile ilgili olarak "özür" dileyip, demiş ki; "Hâlâ 12 yıl öncesinin korkusunu yaşıyoruz!"
 
Sanıyorum, aynı korku Malkara'da da yaşandı... Bakanlık bir "genelge" yayınlarsa inanıyorum ki, bu sıkıntılar sona erer.

yeniakit