Dünya "religio-politik" bir yönde ilerlerken; bizim yerimiz neresi?

Selâhaddin Çakırgil

Dünya "religio-politik" bir yönde ilerlerken; bizim yerimiz neresi, bu yolculukta?

30 yıl gerilerde..

Ne güzel hayallerimiz vardı..

Meydanlarda, pankartlarla ve hançerelerden yükselen "İran- Pakistan.. Sıra sende müslüman.."  diye samimî haykırışlar, bizim genç neslimizin iç dünyasını nasıl da renklendiriyordu..

İran"da İslam İnqılabı olmuştu.. Dünya diken üstündeydi..

Pakistan"da da Temmuz -1977 başında Zulfiqar Ali Butto"yu bir askerî darbe ile devirip (merhûm Muhammed İqbâl"in oğlu -ve adına Câvidnâme isimli ünlü eserini yazdığı- Câvid İqbâl"in başkanlığını yaptığı bir mahkemeden aldığı bir hükümle)  idâm ettiren  General Ziya"ul Haqq, -bir türlü gerçekleşmediyse de..- "şer"î hükümleri uygulayacağı"na dair dünyada gürültü koparak açıklamalar yapıyordu.

Bunlar bizim gençliğimizi yine de heyecanlandırıyordu.. Sanki, o hedefler bir adım ilerimizdeymişcesine ve sanki biraz uzansak, yakalayıverecekmişiz gibi bir duygu taşırdık.

*

Dün, Pakistan Devleti"nin kuruluşunun 65. yaşına girmesi münasebetiyle yapılan görkemli törenleri izlerken şöyle bir düşündüm..

İslamî devlet mi, bir saltanat sistemi mi olduğu üzerinde derin derin düşünülmesi gereken Osmanlı"nın dağılmasından sonra, ilk olarak, sırf  İslamî hedefler üzerinde olması hedeflenerek, o yüce idealle ve pâk insanların ülkesi manasına da gelecek şekilde -resmî adı Pakistan İslam Cumhûriyeti olan bir devlet kuruluyordu; coğrafî olarak iki parçalı şekilde..

Bir parçası, 1971"deki kanlı içsavaştan beri ayrı bir olarak Bangladeş diye anılan ve Bengal Körfezi"ndeki Doğu Pakistan.. Diğeri, Pencab Vâdisi"ndeki Batı Pakistan.. Bu iki parça arasında kara mesafesi, 2 bin km. kadardı ve arada, "düşman" olan dev bir Hindistan vardı.. Hindistan üzerinden hava yoluyla bile geçilemiyordu.. Deniz yoluyla ise, ancak 20 günde o ulaşılabiliyordu..

Yaşaması zor olan bu iki parçalılığı da, Hindistan"daki 250 yıla yaklaşan sömürgeciliğini şeklen sona erdiren ingiliz emperyalizmi dayatmıştı..

Keşmir Mes"elesi ise ortada bırakılmış ve Hindistan sahiblenivermişti.. Ki, o kanlı yara, hâlâ da kanıyor. Dünya Müslümanları ise, Keşmir"i büyük çapta ve neredeyse bilmiyorlar bile.. 

Pakistan diye bir devletin  kuruluşunun ilk ilan edildiği 14 Ağustos 1947 günü, Kurucu Meclis"de, müslümanların lideri konumunda olan ve, yetişme ve günlük yaşayış tarzıyla ise, -Hindu tarafındaki Mahatma Gandhi"nin tam karşı kutbunda denilebilecek şekilde ve- "en azından bir ingiliz asilzâdesi kadar ingiliz" diye tavsif olunan Muhammed Ali Jinnah, yaptığı konuşmada, "İslam devleti idealini artık bir kenara bırakmaları gerektiğini ve laik bir rejim olacaklarını" ifade ediyor ve bu konuşmanın Pakistan"da yayınlanması, 35 sene boyunca yasaklanıyordu.. (Câvid İqbâl bu yeni devletin İslam Cumhûriyeti olarak isimlendirilmesini, 1982"lerde, bir Amerikan dergisine verdiği mülakatta, "Pakistan"ın kuruluşunda, fundamentalist-köktendinci müslüman kitlelerle yapılan zımnî bir andlaşmanının gereği olduğunu, müslüman halkın itiraz etmiyeceği şekilde halkın inançlarına saygılı davranılacağı, ama, devletin yönetiminde laik olunmasının gerekliliği ve eğer öyle olmasaydı, Pakistan"ın da, fundamentalist kitlelerin eline geçip, İran gibi olacağı" şeklinde beyan etmişti.. Ve devam etmişti: "Zulfiqar Ali Butto, bu dengeyi bozmaya kalkıştı, devletin resmî adından, İslam Cumhuriyeti ibaresini kaldıracaklarını ve laik Cumhuriyet olacaklarını söyledi.. Halbuki, biz zâten laik idik.. Ama, durumu kurtarmak için, başlangıçtta, fundamentalist kitlelerle bir denge kurmuş ve o kitleler de yığınla partilere ayrılmış, bölünmüş, birbirleriyle bağları olmayan gruplara gruplara dönüşmüşlerdi.. Ama, ne zaman ki, Butto,  İslam Cumhûriyeti isminin kaldırılacağını  dile getirdi; o kitleler, bir anda "Nizâm-ı Mustafâ" (Peygamber Nizamı) diye sokaklara döküldü.. O partiler, tabelalardan ibaret kaldı.. Zulfiqar Ali, sahneyi harab etmişti.. General Ziya geldi de, halkın arasına katıldı, o "Nizâm-ı Mustafâ" bayrağını eline aldı.. Ve halk yatıştı.. Özü itibariyle laik olan rejimimizi böylece kurtardık..

Beni, bir askerî rejimle işbirliği yapan bir hâkim olmakla ve de Butto"yu idâma mahkûm etmekle suçluyorlar.. Ama, eğer General Ziyâ olmasaydı, bütün sistem yıkılacak ve hepimiz altında kalacaktık.. Bu yıkıntıyı Butto meydana getirmişti.. Bedelini ödemesi gerekiyordu.. İdâm olunmasaydı, General Ziyâ da inandırıcılığını yitirirdi.."

Evet, kurulu bir oyun vardı, oyunun bozulmaması gerekiyordu.. 

*

Resmî adıyla, Pakistan İslâm Cumhûriyeti"nin bugün geldiği noktayı nasıl değerlendirmeli?

Yıllar boyu, Amerikan emperyalizminin güdümünde bir siyaset izleyen Pakistan, sonunda, Amerikan emperyalizminin kendisine haber ve bilgi vermeye bile gerek görmeden, en aşağılayıcı müdahaleleri yapabiliyor.. Pilotsuz uçaklar, şübheli bir şey gördü mü, "terörist avlıyorum" diye hemen saldırıyor, Pakistan köylerine.. Her saldırıda onlarca sivil insan ölüyor, Amerika"dan ise devamlı, "biz orada terörist olduğunu zannetmiştik.." gibi bir basit ve saçma açıklama; hepsi o kadar..

Ayrıca, çeşitli İslam mezheblerine bağlı grupların mensublarını hedef alan suikasdler, gün geçmiyor ki, birbirlerine tuzak kurmakla ve gerçek İslam"ı sadece kendilerinin temsil ettikleri inancı içinde, üstelik gelişigüzel hedef seçilmiş olan ve herhangi bir silahlı çatışma içinde taraf da olmayan onlarca sivil insanın parçalanmasıyla neticelenen patlamaları her mezhebin tarafdarı, sadece kendi kayıblarına göre değerlendiriyor.. "Bir insanı haksız yere öldüren, bütün bir  insanlığı öldürmüş gibidir.." mealindeki ilahî ikazdan haberleri yokmuşçasına..

Son zamanlarda ise, Usâme bin Laden"in yerinin bir Pakistan"lı istihbarat subayı tarafından ve Usâme"nin başına konulan milyonlarca doları almak için bildirildiği ortaya çıkınca.. Ve Amerika, Pakistan makamlarına hiç bir haber vermeden, Abbudâbâd şehrindeki baskını gerçekleştirip, Usâme"yi katletmesiyle, Pakistan Hükûmeti, kendi halkı nezdinde küçük düşürülmüş olmanın hıncıyla, Amerika"ya biraz soğuk davranır gibi bir tavır takınınca..

Amerika, Pakistan"a yapmakta olduğu askerî yardımları kesebileceğini açıkladı..

Bu arada, Pakistan da, yanıbaşındaki aslî düşmanı olan Hindistan"a karşı, Çin"le ilişkilerini daha bir geliştirmenin çabasında.. Bu cümleden olmak üzere, Usâme"ye karşı gerçekleştirilen saldırı sırasında düşmüş olan ve çok özel teknolojik üstünlükleri olan bir helikopterin parçasının incelenmek üzere Çin"lilere verildiği haberleri, Amerikan emperyalizmini iyice kızdırmış bulunuyor..

Ancaaak, Pakistan ile Amerika arasındaki sıkı bağlar gözönüne alındığında, Pakistan"ın 1999-2008 arasındaki diktatörü General Perviz Muşerref"in iktidarda bulunduğu dönemde, Amerika"larla, "halkım önünde küçük düşmemek için, bazen sert mesajlarım olabilir,  bu mâzur görülmelidir.." diye sözlü anlaşma yaptığının, birkaç ay önce Amerikan medyasında yayınlandığı ve bunun yalanlanamadığı da unutulmamalıdır..

Evet, 65 yaşına girdiği bugünlerde resmî adı "Pakistan İslam Cumhûriyeti" olan devletin bugün geldi noktaya bakıldığında, ismiyle ne kadar musemmâdır, ayrıca düşünülmelidir..

Geride kalan nedir?

Tahayyül, tahassür ve inkisar /hayal kırıklığı mı?

Hayır-hayır, her şeye rağmen yarınlar için daha bir ümidli olmak için pek çok gelişmeler de var.. Çünkü, 100 yıl önceye baktığımızda, müslüman toplumlarda bugünkü kadar bir İslamî şuûr bile yoktu..  Şimdi ise, sadece Pakistan"da değil, dünya çapında, müslümanlar, dünlere nisbetle, ferdî sorumluluklarını daha bir güçlü olarak hissettiklerini hissettiriyorlar..

Halbuki,  100 yıl öncelerde, "Artık Âhirzaman geldi,  Deccâl gelecek, Allah"ın haramlarını serbest bırakacak, helallerini yasaklıyacak, vs.. Mehdi zuhûr edecek, 40 yıl kadar hükmedecek ve sonra da Qıyamet kopacak.."   deniliyordu.. Müslümanlar arasında geçerli olan düşünce tarzı buydu.. Bugünkü müslümanların yaptığı gibi, dünyaya inancımıza, kendi doğrularımıza göre bir yön vermek arzu ve ümidi dile getirildiğinde, "Yahu başımızda Halîfe"y-i Rûy-i zemîn, Sultanımız Efendimiz var.. Bâb-ı Meşihât var, Şeyhulislâm var.. Ulemâ var.. Biz kim oluyoruz ki.. Bize ne bu mes"elelerden?.. Bize düşen, itaat etmektir, o kadar.." diyorlardı..

Bugün ise, şemsiyesinin altına sığınılması istenen makam veya gruplardan çoğu yok.. Ama, müslümanlar, yarınları kendi inançlarına göre yeniden kurmak heyecanlarını, azm ve kararlılıklarını bir yeşertiyorlar..

Bu bakımdan, dünlerden düşe-kalka bugüne ulaşan İslamî mücadeleleri bütünüyle yok saymadan, en mükemmel de bilmeden, en mükemmel"in Asr-ı Saadet olduğunu unutmadan, yanlışları tekrarlamamak dikkati içinde, yarınları daha iyi kurabiliriz..

Biz müslümanları bunu, dünyadaki gelişmeler de zorluyor, uyandırıyor..

*

"Din merkezli bir yeni dünya" anlayışı daha bir güçlenirken..

Evet, hemen bütün dünyada her toplum, kendi toplum yaşayışını o toplumun inanç değerlerine göre tanzim etmek yolunda daha dikkatli ve istekli davranırken, müslümanlar inançlarından dolayı zincire vurulmaya devam olunacak mı ve bu diktatörlük kabullenilecekler mi?

Şöyle ki, zâten, ikinbin yıldır vatansız ve dünyanın herbir tarafında sığıntı olarak yaşayan  yahudileri bir devlet sahibi yapmak için, Pakistan"dan bir sene sonra kurulmuş olan ve kendisine, yahudilerin ismi olan Benî İsrail / İsrailoğulları"ndan mülhem olarak, İsrail adını alan siyonist rejim, Ortadoğu müslüman coğrafyalarındaki bir kanser uru gibi sürdürmekteyken varlığını; bu rejim, o İsrail ismiyle bile yetinmeyip, İsrail"in bir "Yahudi Devleti" olduğunu ve resmî adının bu şekilde telaffuz edilmesi için uluslararası zeminlerde gereken adımı attığı biliniyor..

Bu gelişmeler, müslümanların kendi coğrafyalarında, büyük ekseriyet olarak yaşadıkları coğrafyalarda kendi inançlarına göre bir devlet oluşturmak istediklerinde, emperyalist ve laik,  şeytanî güç odakları, ve onların müslüman toplumların içindeki uzantıları, müslümanların üzerine, "Bunlar din devleti kurmak için istiyorlar.." diye hücuma kalkışıyorlar..

*

Müslüman toplumların dışındaki herbir toplumda, toplumun inanç değerleri üzerine bir dünya kurulması ideali giderek daha bir güçlü şekilde dile getirilirken..

15 Temmuz günü, Amerika"dan gelen bir haber, daha bir dikkat çekiciydi..

Çünkü, o haberde, gelecek Kasım ayında B. Amerika"da yapılacak Başkanlık seçiminde Cumhuriyetçi Parti"den aday olmak isteyenlerden  iki isim, partinin önde gelen adayları Michele Bachmann ve Rick Perry"nin, sadece  kendi ülkelerinin İncil"le yönetilmesini istemekle kalmadıkları ve dünyanın da hristiyanlar tarafından yönetilmesi gerektiğine dair taleblerle toplum ve dünya kamuoyuna çıkmaya hazırlandıkları bildiriliyordu..

Birleşik Amerika"da, George W. Bush döneminde Kilise ile devlet arasındaki yakınlaşmanın daha bir güçlendiği biliniyordu.. Ama, Cumhuriyetçi Parti"nin 2012 seçimleri için adayları ise Bush"u bile geride bırakacak cinsten.. 

Çünkü, özellikle Mss. Michele Bachmann‚ "Tanrı"nın ulusları yönetmek için Hristiyanlara yetki verdiğini, Amerikan Anayasasının yerini İncil"in almasını, köleliğin geri gelmesini ve cinsi sapıkların da asılmasını" savunuyor.. Cumhuriyetçi Parti"nin adayları arasında ismi üçüncü sırada geçen iş adamı Mitt Romney ise, Mormon mezhebi üyesi olup, eğlence merkezli bir yaşayış tarzına karşı çıkan, çokeşliliği benimseyen bir kimse.. Ve bu kişiler, yapılan anketlerde, diğer aday adayları arasından sıyrılıp sivrilmişler..

Bachmann ve Perry"nin, "Christian Reconstructionism (Hristiyanlığı İhya) hareketinin bir kolu olan Dominasyon"a bağlı olduğu ve Dominasyon (Hâkimiyet /Egemenlik) görüşlerini benimseyen "The New Apostles" (Yeni Havarîler) hareketi ile yakın bağlarının olduğu bildiriliyor.. Hareket, ABD"de Hristiyan toplumunun oluşturulmasını savunuyor. Aile, din, san"at, eğlence, medya, hükûmet, eğitim ve iş dünyasının Tanrı"nın istediği şekilde olması için, kendi adamlarının kontrolünde olmasını amaçlıyorlar. Perry, 6 Ağustos"ta Tanrı"nın ABD"yi kurtarması için dev bir dua toplantısı düzenlemişti.

Kalvinist teorisyen R. J. Rushdoony"nin 1960"larda kurduğu "Christian Reconstructionism"in hareketinin bir kolu olan Dominasyon, "dünyayı Hristiyanların yönetmesi, hristiyan olmayan ülkelerde de hristiyanların sözünün geçmesi gerektiğini, hristiyan olmayan kişilerinse, yönetimin kutsallığını bozduğunu" savunuyor ve  beşerî hukukun  yerini de İncil"in almasını amaçlıyor.

*

Evet, sadece müslümanlarda değil, diğer dinlerin mensubları arasında da, "jeo-politik"  ve "jeo-stratejik" değil, "religio-politik" bir çağa doğru daha hızlı şekilde ilerlenilmekte ve her toplum, sadece aklıyla değil, kalbiyle de kabul edebileceği, kendi iradesine göre şekillenen bir hayat düzenini kurmaya çalışmakta.. Ama, aynı taleblerin müslümanlarca dile getirilmesi durumunda, bırakalım gayrimuslim dünyanın engelleme çabalarını; bizzat müslümanların içinden çıkmış laik-ateist kadrolar, en büyük engeli oluşturmaya çalışmıyorlar mı?

Ama, dünyada bu gibi gelişmeler olurken, müslüman toplumların engellenmeye çalışılması, ortaya bir takm olumsuzluklar ve zorluk çıkarsa bile, sular ters istikamette akıtılamaz..

İslamî talebler, sadece devlet mekanizmasının üst kesimlerinde yer alanların telkınlerine göre  ortaya çıkmamalı, toplumların tabanından tavanına doğru bir cereyan yükseltilmelidir.. Bu durum, 32-33  yıl öncelerde, İran"da büyük çapta canlı şekilde ortaya konulmuştu.. Ancak, bu durumun, diğer müslüman toplumlarda da tekrarlanmaması için, bütün emperyalist ve şeytanî güçler,  müslüman toplumları içten ve dıştan, sıkboğaz etme çabalarını 30 küsur yıldır daha bir sürdürüyorlar, her türlü zorbalığı sergiliyorlar..

Ama, müslümanlar istikbalin İslam"a aid olduğuna olan inançlarını daha bir güçlü olarak telaffuz etmeye de başladılar. 100 yıl öncelerdeki yenilmişlik ve çaresizlik girdabında değiller artık.. 

haksöz