Dış İşleri Bakanı'nın bugünü ile Ertuğrul Özkök'ün dünü

Dış İşleri Bakanı'nın bugünü ile Ertuğrul Özkök'ün dünü
Geçen hafta Dış İşleri Bakanı Ali Babacan'ın, Avrupa Parlamentosu'nda yapmış olduğu konuşmada Müslümanların da baskı altında olduğunu söylemesi üzerine; "Dış İşleri Bakanı Türkiye'yi nasıl şikayet ederden başlayarak, bak şimdi bizi el aleme nasıl da rezil etti" ye varıncaya kadar pek çok tepki dile getirildi. Bu tepkileri temsil ettiği için özellikle E.Özkök'ün yazısı üzerinde durmak istiyorum. Özkök yazısında Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in kendisini arayarak konu ile alakalı olarak yapmış olduğu yorumu paylaşmış köşesinde. Demirel şöyle diyor:

"Bu ülkede 80 bin cami var."

"Camileri 5 vakit açık. Günde 5 kere ezan okunuyor. 85 bin imamın maaşını devlet ödüyor. İnsanları hacca gidiyor, televizyonlarında mevlit okunuyor."

"Öyleyse geriye ne kalıyor?"

"Geriye bir tek şeriat kalıyor. Zaten biz de ona itiraz ediyoruz, ona karşı çıkıyoruz..."

Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel doğru söylüyor.Camilerimizde ezanlar okunuyor.İmamlar maaşını devletten alıyor.Televizyonda mevlit yayını var.Yani mekanlar serbest.Bir İslam ülkesinde mekanların yasaklı hale gelmesi sadece işgal zamanında olmuştur.Tarih tanığımızdır.

Demirel mekanlardaki "İslamiyet"ten bahsediyor.Oysa Dış İşleri Bakanı Ali Babacan bireyin yaşam alanındaki sıkıntılardan bahsediyor.

Ezanlar okunuyor.Ama ezanın davetine herkesin sıkıntısız bir şekilde uyabildiğini de söyleyebiliyor mu Demirel?Beş vakit ezana mesai saatleri içindeki Müslüman bireyler kolaylıkla icabet edebiliyor mu? Hayır.Ama bu soruları sormak bile kendileri için şeriat daveti olmaya yetiyor sanıyorum.

Üstelik Türkiye işgal altında mıdır ki,ezanlar okunuyor cümlesi bir lütuf olarak dile getirilebiliyor.Dış İşleri Bakanı Müslümanlar baskı altında diyor.Dini yaşantıyı temsil eden kurumlarımız baskı altında demiyor.

Esasında seküler kültür bütün dünyadaki dindarları baskı altına alıyor. Türkiye'nin farkı "şeriat geliyor" sopasının her vesile ile dindarlara karşı sallanması.

Din demek ahlak demektir.İslam dininin seküler ahlak anlayışı ile çatışma içinde olan kurumlarını Müslüman bireylerin savunma hakkından bahsedebiliyor muyuz?Hayır.Tam tersine dini ahlak ile seküler ahlakın özgürlük alanı çatıştığında dini yaptırımları seküler ahlak ile uyumlu hale gelecek şekilde yorumlanmasını bekliyor seküler zihniyet.Bu beklenti gerçekleşmediğinde dindarları olumsuz sıfatlar eşliğinde değerlendirmeye kalkılıyor. En son Diyanetin sitesinde yer alan flört ile ilgili hükümlerin, medyada yer alış şeklini hatırlatmak isterim.

Dış İşleri Bakanı bugünden bahsediyor. Hali hazırda yaşananlardan.Her türlü özgürlük alanının tartışıldığı bir ortamda Müslümanların da özgür olmadığını ifade etmek nasıl oluyor da şikayet olarak anlaşılıyor.Bu konuşmanın şikayet olabilmesi için konuşmanın geçtiği zamanın Orta Çağ'a rastlaması gerekiyor.

Dış İşleri bakanın bu günden bahsediyor. Yaşayan Müslümanların sıkıntılarından. E.Özkök'ün yazısı nostaljik bakışın tasviri ile yüklü. Yani ağrısı ve acısı dindirilmiş bir geçmişten bahsediyor.

"Babaannem gözümün önüne geldi.

Beş vakit namaz kılan annemi hatırladım.

Rakısını içen, ama her cuma namazına giden, hayatının son yılına kadar orucunu tutan, her bayramda kurbanını kesen rahmetli babamı, hacı dedemi, hacı anneannemi düşündüm.

Hayatım boyunca onların ağzından böyle bir şey işitmedim."

Sorun tam da bu nostaljik bakışta değil mi? "Bu ülkenin eski dindarları ne iyi ne mutmain insanlardı. Şimdikiler azgın şeriatçı çıktı." Daha önce de yazdım. Ama kim bilir kaç defa tekrarlamak durumunda kalacağım. Özkök kendi anne-babasının dindarlığını merkeze alarak "norm" koyamayacağını bir sosyolog olarak gayet iyi bilir. Normu koyan dinin kendisidir. O normun birey tarafından nasıl yaşanacağı da bizzat Hz. peygamber tarafından gösterilmiştir.Hiç kimse Peygamberi ölçülere tam olarak uyamaz.Hiçbir faninin gücü buna yetmez.Her zaman onu örnek alarak onun hayatına yaklaşmaya çalışır.Her zaman ölçü bizzat Peygamber Efendimizin hal ve davranışlarıdır.Falanın ya da filanın annesinin dedesinin dindarlığı değil.

Eski dindarları özleyen nostaljik bakışın sahipleri, şunu kabul etmelidirler ki, sekülerler için "özgür birey",dindarlar için "yasaklı alan" "ev içi dindarlık" tanımı yapmaya kalkmak post-modern dünyada artık mümkün değildir.

Dış İşleri bakanının Avrupa Parlamentosu'nda yapmış olduğu konuşmayı; "el alem bize ne der?/Ay çok rezil olduk" korkusuyla değerlendirmek yerine Katolik/yahudi felsefecilerin ve sosyologların tartıştığı seküler dünyada dindar insan olmak üzerinden okumakta fayda var. Dindarların baskı altında olması salt rejim meselesi ile bağlantılandırılarak analiz edilebilecek bir durum değil. Bunu hem dindarların hem de sekülerlerin bir an önce görmesi gerekiyor.

yeniasya