Dinde iflas etmenin bedeli ağır olur

Abdullah Büyük

Bu iflasın sonu, mahkemeyi kaybetmektir. Cenneti, nimeti, ilahi ikramları elden çıkarmaktır. Nice iflas edenler, ya köprüden atlayarak, ya boğazına ip takarak, ya tabancasının kurşununa hedef olarak, ya da hap içerek hayatına son vermektedir. Ne var ki ilahi mahkeme ve duruşmada kaybetmenin neticesi dünyadakilere benzemez. Onun sonu ateştir, cehennemdir ve ilahi azardır.

Bayram ortamında yüzü soğuk ifadelerle, kalpleri küt küt attıran ibretlik olaylarla karşınıza çıkmak istemezdim. Fakat treni kaçırmamak, sermayede iflas etmemek için ve dostluğun gereği olarak bu haftaki mesajımı, dost olmamızın gereği olarak takdim etmek istiyorum.


Bugün bizim fedakâr hamalımızda, cefakâr çobanımızda, vefakâr annelerimizde bulunan dini bilgiler, Peygamberimizden öğrendiğimiz hadis-i şerifler ve Rabbimizin kitabından öğrendiğimiz ayetler, hiçbir gayr-i müslimde yoktur. Batı toplumunun bir İmam Azamı, Abdulkadiri Geylanisi, Şair Fuzulisi, Itrisi, Mehmet Akifi, Yahya Kemali, Mimar Sinanı yoktur. Kirli geçmişi, zulüm kokan mazisi ve ellerinde avuçlarında sadece Adolf Hitler, Mussolini, Sezar gibi yüz kızartıcı despotları vardır. Ama buna rağmen, dünyaya yine onlar hâkimdir. Niçin?


Aramızda temel fark şudur: Onlar batıl veya yanlış davalarına inanmış ve bağlanmış, bizler ise içinde bulunduğumuz nimetlerin farkında değiliz.


Muhammed İkbal"in ibretli bir sözü vardır. Der ki: "20. asrın insanının kalbi mümin, kafası kâfirdir." Büyük şairin bu tespiti galiba Neml Suresinin 14. Ayeti ışığında gerçekleşmiştir. Ayetin meali şöyle:


"İç dünyalarında kat"i olarak inandıkları halde, kibirlerinden ve zulümlerinden dolayı (gerçekleri) inkâr ettiler."


Bir ay boyunca camilerimizde namazlar kıldık, teravihleri eda ettik, zekât, sadaka, fıtır ve fitreler verdik. Tâ Somali"ye kadar uzandık. Bol bol Kur"an"ı Kerim okuduk veya dinledik. İşte bu eşsiz nimetlerin farkına varmalıyız. Farkında olmalıyız. Bu eşsiz nimetlerle, dünyada yapamayacağımız bir şey yoktur. Ama nasıl?


Okuduğumuz ve öğrendiğimiz gerçekleri zihnimize depo etmek yerine, onları kalbimize, yüreğimize yönlendirmeliyiz. Cebrail isimli melek, Rabbimizden aldığı Kur"an ayetlerini Peygamberimize getiriyordu. Peki, gelen ayetler nerede saklanıyor, nerede bulunuyordu? Bunu yine Kur"an cevaplandırıyor: "Vahyi, senin kalbine, Allah"tan aldığı izin sayesinde (Cebrail) indirmiştir." (Bakara: 97) Görülüyor ki, Allah"tan gelen ayetlerin yeri, kalplerimizdir. Çünkü orası tasdik yeridir. Kalpte tasdik edilen her gerçek, aksiyon olarak, pratik olarak hayata yansır. Eğer dinlediğimiz, öğrendiğimiz gerçekleri, bilgileri zihnimizde tutarsak, o bir malumat olarak kalır ve onlara iş yaptırtamayız.


Bu sebepten dolayı, Kur"an, inkârcının da imanını dile getirir ve ahirette işe yaramayacağını beyan eder secde suresinin son ayetinde.


Şimdi bir düşünelim. Öğrendiğimiz yüzlerce bilgileri, ayet ve hadisleri nerede tutuyoruz? Kalbimizde mi yoksa zihnimizde mi? Zihnimizde tutuyorsak, gereğini yapamayacağımızdan dolayı, ahirette iflas etmek söz konusu olabilir. Bir tüccarın kârdan zarar etmesi ile sermayeden zarar etmesi farklıdır. Allah korusun bu kadar ilim ve bilgi sermayesine rağmen iflas edersek, kaybedenlerden oluruz. Böyle acı bir akıbeti yaşamamak için, kulağımızla dinlediğimiz ve itaat edeceğimize söz verdiğimiz ilahi buyrukların, kalplerimizde iman haline gelmesi gerekiyor. Yahudilerin bunca Tevrat ayetlerini okuyup, öğrendikleri halde, tarihin sahnesinden kovulmaları, Tevrat ayetlerini malumat olmaktan kurtaramamışlardır.


İnşallah, Ramazan ayındaki birikimlerimizin farkında olur, her birini eyleme dönüştürerek, büyük mahkemede iflas edenlerden olmayız. Selam ve hürmetlerimle...
 
akit