’Dev’ler su başlarını tutmuş ve taa baştan, başeğdiriyorlar..

Selâhaddin Çakırgil

Bu ne biçim bir ırkçılık ve faşistlik..
Türk etnisitesinden olmayan ve seçmen statüsündeki halkın oyuyla seçilmiş kimseler geliyorlar Meclis’e, ’Büyük Türk Milleti önünde..’ diye andiçiyorlar..
Kim bu‚’büyük türk milleti’?
Ya da, kimler?
Kimlerden teşekkül ediyor, oluşuyor?
Anayasa’nın 66. maddesindeki tarife göre, ’türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes türktür.’ imiş.. Halbuki, adamlar başka etnisitelerden ise, niye illa da türk desinler kendilerine..
Bilen varsa söylesin, meselâ Yunanistan’da da türk entisitesinden m.vekilleri de Yunan Meclisi’ne seçildiklerinde, ’büyük yunan milleti önünde..’ diyerek mi yemin ediyorlar?

1930’larda ’Bu ülkede türk olmayanların bir tek hakları vardır, o da türklere hizmet etmektir.’ diyen bir İsmet Paşa örneği vardı ve onun şefi bir M. Kemal..
Bir kavmi yüceltmeye yönelik resmî söylemler, diğerlerinin alçaltılmasını içinde taşır; bu saçmalık son bulmalıdır.
*
Cumhurbaşkanı Erdoğan da gerçi bir ’millet’ tarifi veriyor ama, onunki başka.. Çünkü, o, ’tek millet’ derken, bunu kanunların sınırlarını gözeterek, açıklamaya çalışıyor: ’millet’ deyince, ’Ülkede yaşayan, türk, kürd, arab, çerkez, laz, gürcü, boşnak, arnavud, roman, vs. hangi etnik kökenden olursa olsun, aynı değerler etrafında birleşmiş olan bir toplumu kasdettiğini’ açıklıyor.
*
Meclis’te yemin ettirilenleri gördük..
Rengarenk.. Herbirisi, ’namus ve şeref’leri üzerine yemin ediyorlardı..
Fakat, bu kişilerin namus ve şeref kavramlarının nasıl bir ölçüsü var ki, ’türk milleti’ dedikleri kavram veya kitle karşısında o sözlerin bir değer ve itibarı olsun..
Üstelik, aralarında, halkımızın çok büyük ekseriyetinin ahlâkî ölçüleri açısından, sapıklık olarak görülen ve kendilerini de ancak, -her ne demek ise- TBLG gibi bir takım harflerle ifade edenlerin bile HDP’den aday gösterildiği -seçilip seçilmediklerini bilmiyorum- ve halkın temel değerleri, ahlâkî ölçüleri ve kültürü açısından namus ve şeref kavramının dışında kalan kimseler de, ’namusları ve şerefleri üzerine’ andiçiyorlardı. (Bir müftünün de aynı partiden aday gösterildikten sonra, ’partim zerdüşt olsa ben yine burada olurdum..’ dediğini de hatırlayabiliriz..)
*
Konunun bir diğer tarafı..
Bu kadar komik bir yemin olur mu ve saatlerce, 10-12 saat boyunca.. Kocaman kocaman adamlar geliyorlar, aynı lafları tekrarlayıp duruyorlar..
Hele o, ’Atatürk ilke ve inkılablarına bağlı kalacakları’na dair bir dayatma cümlesi.. Sanki, halk onları kendilerine vekil olarak seçmemiş de, 75-80 sene öncelerde hayattan çekilmiş bir siyasî kişinin uygulamalarının özüne bağlı kalacaklarını açıklamaları için seçmiş gibi..
Yani, ’temel mes’ele bu mu şimdi ülkede?’ denilebilir..
Yanlış da değildir.. Çünkü, ekonomik problemler içinde hayatını sürdürebilmek için didinen insanlar için bunların hiçbir önemi yok.. Onlar problemlerine çareler bekliyor ve arıyorlar.
Ama, ülkenin üzerine abanan ve 100 yıla varan tahakkümleriyle bu durumlarını sürdüren ’Derin Devlet’ güçleri, halkın hiç de önem vermedikleri ve kanıksadıkları bu gibi yemin metinleriyle, o m.vekillerinden veya kamu hizmetlerinde vazife alan diğerlerinden de önce, halk kitlelerine, taa baştan başeğmeleri gerektiğini hatırlatıyorlar; başeğdiriyorlar.
*
Halkımız ve ülkemiz, bu komik ve ilkel görüntüyü haketmiyor, haketmemelidir..
Her m.vekili, Meclis’e girdiğinde, -hiçbir etki ve garantisi olmadığı için- o bile gereksiz ya, ülkenin ve halkın birlik ve bütünlüğünün korunması yönünde çalışacağına dair bir belge imzalar, olur.. Ki, tekrarlıyayım, o bile gereksizdir.. Çünkü, bu gibi sözlerin Meclis çalışmalarında hiçbir etkisinin olmadığı dünya siyasetinde de görülmüştür.. Nitekim, 200 yıl öncelerdeki Fransız Devrimi yıllarının ünlü siyasetçilerinden Talleyrand, ’hayatım boyunca, 14 kez parlamenterlik yemini ettim. Bu, tiyatroya girerken kapıda gösterilen bilet hükmündedir, içerdeki oyunla bu biletin hiçbir irtibatı yoktur.’ demiştir.
*
Kimse kendisini kandırmasın.. Bu, bizde de böyledir..
Öyleyse niyedir bu komik yemin törenleri..
Gerçek şu ki, siyaset sahnesinde yer alabilmek için nice merhaleleri, handikapları, engelleri ve entrikaları aşmak zorunda kalanlar bu yemini ederken de, o söylenenleri kendi işlerine geldiği gibi yorumluyorlardır, elbette.. Ama, asıl boyun eğdirilen, o m.vekilleri değil, halkımızdır..
Nitekim, o metni inanmaksızın okuyanlar olduğu gibi bir de hınçla okuyanlar, hattâ zoraki okuduklarını hissettirip küfredercesine bir edâ takınanlar bile bulunuyor.
Çünkü, o metinde, süngü ucuyla yazılıp dayatılmış öyle cümleler var ki, insanlar o metni, sırf, köprüden geçinceye kadar, ’dayı’ demek zorunda kaldıkları için, hınçla bile okuyorlar..
*
Ayrıca bilinmeli ki, konusu mâkul ve meşrû’ olmayan bir yeminin bağlayıcılığı da yoktur.
Her sabah milyonlarca çocuğa, ’Varlığım türk varlığına armağan olsun’ diye ve ’resmî ideoloji ikonu’nun gösterdiği yolda olunacağına dair lafları 80-90- yıldır tekrarlandı da, nereye varıldı?
Neyse ki, o zorbalık dayatması, beklenmedik bir anda ve beklenmedik şekilde kaldırıldı.
Bu yemin metninin de kaldırılması lâzım değil, elzemdir. Çünkü, bu metin yüzkızartıcıdır. Halkın şahsiyet ve iradesini ezen faşistçe bir dayatma ve bir şahısperestlik sözkonusudur.
Bir milleti, bir kişinin ilkelerine bağlı kalmaya dayatma yoluyla kim, nasıl karar verebilir ve verse bile ne kadar gerçekçi olur?
*
Meclis’e 21 hanım m.vekili başörtülü olarak gelmiş.. Meclis içtüzüğündeki kıyafet şartları değiştirildi, çünkü..
Kıyamet mi koptu?
Bu 21 hanımdan birisi de Merve Kavakçı hanımın kardeşi.. Keşke bizzat Merve Hanım olabilseydi.. Bazı problemlerden dolayı olamadığından yerine kardeşi getirilmiş..
Ama, burada asıl hatırlanması gereken, 16 sene önceki korkunç barbarlıktır.
O rezil barbarlıktan dolayı bugün utanç duyanlar oldu mu acaba, kemalist-laik, solcu ve sosyetik kesimlerden..
*
Evet, Fazilet Partisi’nden İstanbul m.vekili seçilen Merve Kavakçı Meclis’e başı örtülü olarak geldi diye, ne korkunç bir vandallık ve barbarlık sergilenmişti. CHP m.vekilleri uluma tarzında uzuun ve sürekli ’yuuuuh’lar çekiyorlardı. Diğer partilerden tepinenler vardı ya da sessizce seyrediyorlardı. Merve Hanım’ın partisi de 110 m.vekiliyle, kendi arkadaşlarına yapılan bu densizliklere, saldırılara karşı bir tavır ortaya koyamıyorlar, Balgat’tan gelecek emri bekliyorlardı.. (Ki, o konuyla ilgili olarak yazdığı ’Başörtüsüz Demokrasi’ isimli kitabında Merve Hanım, kendisine Erbakan tarafından adaylık teklif edildiğinde, İstanbul Belediye Başkanı Tayyîb Erdoğan’ın görüşünü sorduğunu, onun da, kendisini aday gösterenlerin onu Meclis’de sahiblenemiyeceklerini söylediğini, buna rağmen adaylık teklifini kabul ettiğini belirtir.)
Henüz seçim öncesindeki başbakanlığı devam eden Ecevit, önceden yazdığı veya yazılıp eline verilen bir kağıdı çıkarıp elleri titreyerek okuyor, ’Burası devlete meydan okuma yeri değildir.. Bu kadına haddini bildirin!.’ diye tepiniyordu. (Büyük tarihçi -şimdilerde 96 yaşında olan- Prof. Halil İnalcık bile, daha sonra yayınlanan kitabında bu konuya da değiniyor ve ’Ecevit’in konuyu niye böyle büyüttüğünü anlamadığını’ söylüyordu. İnsan, ilk anda, bir ilim adamı olarak ne kadar makûl düşünüyor diyebilirdi. Ama, öyle değil.. Çünkü, devamında, ’Ecevit, öyle davranacağına, Meclis’in idare âmirlerine ’Atın şu kadını dışarı..’ der ve konu büyütülmeden kapanırdı..’ (!) kabilinden yüksek görüşler dile getiriyordu. Kemalist-faşist dönemin devlet anlayışı beyinlerinde o kadar çöreklenmişti, çünkü..)
Hatırımızda mı?
O günlerde, okula çocuklarını götüren Merve Kavakçı Hanım, ilkokul çocuklarına bile protesto ettiriliyor, ’yuuuhh’lattırılıyor ve bu sahnelerin tv. ekranlarından bütün ülkeye yansıtılmasına özellikle özen gösteriliyordu. Ne kadar utanç vericiydi o sahneler..
Aynı şekilde, bir zâlim savcı, Merve Hanım’ın evine, gece yarısından sonra 01.30’dan sonra baskın yapıp, bir hanımı, o saatte tutuklatmaya kalkışıyor, bıçak kemiğe dayanınca, hattâ başka partilerden -özellikle kürd kökenli- m.vekilleri bile silahlarını çekip, evi korumaya alıyorlar ve sonra -geçen hafta ölen- C. Başkanı S. Demirel, operasyonun sabaha bırakılmasını emrediyordu.
Geçtiğimiz hafta ölen S. Demirel, Merve Hanım’a karşı, ’dış güçlerin adamı, ajan provokatör olmak’ gibi, ancak kendisine yakışacak çok ağır ithamlarda bulunuyordu.
Arkasından da, -Hükûmet’ten izin almaksızın, Amerikan vatandaşı olan yüzbinden fazla TC. vatandaşı insan olduğu halde- Merve Hanım’ın izinsiz olarak Amerikan vatandaşı olduğu gerekçesiyle vatandaşlıktan atılıyordu.. Kaldı ki, Amerikan vatandaşı da olduğunu bir tv. proğramında Merve Kavakçı Hanım kendisi açıklamıştı.. (Dönemin Danıştay Başkanı, izinsiz olarak Amerikan vatandaşı olan diğer TC vatandaşlarının bu durumdan endişe etmemesini, Kavakçı meselesinin özel bir durum olduğunu açıklayabiliyordu.)
(İlginçtir, hattâ mahkûmiyetleri kesinleşmiş nicelerinin m.vekillikleri bile iade edildi, ama, Merve Hanım’ın durumu bir türlü düzeltilemedi ve kazanılmış hakkı ve sıfatı tanınmadı..)
*
Linç psikolojisi böyledir.
1935’den önce, B.Amerika’da, suçlu olan veya sanılan siyah insanlar, beyazlar tarafından yakılıyordu.. Bir linç vak’asına katılan kalabalıklardan nicelerine daha sonra o sahneler izlettirilmiş ve o insanların, o çılgınlık içinde nasıl yer alabildiklerine hayret ettikleri ve utandıkları belirlenmişti..
16 sene öncesinin o korkunç laik barbarlık eyleminin içinde bulunan ve hattâ Ecevit tepinirken, onu ayakta alkışlayanlardan niceleri, bugünkü Mecliste de bulunuyorlar..
Şimdi, utanç duyduklarını söyleyecek kadar bir vicdanî hassasiyetleri var mıdır dersiniz?
*
Kemalist-laik rejimin, İttihadçı- Terakkî ve Tanzimat Kafasının hepimize başeğdirmeyi esas alan daha yığınla nice düzenlemeleri var ki, evet, ’Acele etmeyelim’ derken; sonra, ’Geç kaldık galiba..’ diye yakınmak noktasına gelmemeyi de düşünmek gerekiyor.
*

dirilişpostası