Demirtaş meselesi ve Altan Tan’ın mülâhazaları

Hakan Albayrak

Katıldığı bir televizyon programında HDP’nin tutukevindeki eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın Devran adlı hikâye kitabından övgüyle bahseden ve önümüzdeki süreçte Demirtaş’ın tahliyesinin de gündeme gelebileceğini söyleyen Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Bülent Arınç’a, önce Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’dan, sonra bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan olumsuz tepki geldi.

Kalın dedi ki: “Demirtaş meselesini Sayın Arınç bu şekilde konuştuğunda belki kendisi tamamen hukuki açıdan bir mülahazada bulunuyor ama bunu yaşanan siyasi olaylardan bağımsız ele almak mümkün değil. Kobani Olayları, Çukur Olayları, Yasin Börü ve diğer bütün olaylarla birlikte düşündüğünüzde; o dönemde HDP'nin ve Demirtaş'ın aldığı tavırları, pozisyonları dikkate aldığınızda toplumun bir kesiminde de başka bir tepki oluşuyor. Burada güvenliği ve toplumun o hassasiyetlerini de dikkate alan bir bakış açısının daha sağlıklı şekilde ortaya konması gerekiyor."

Erdoğan’ın tepkisi daha sert oldu: “Son günlerde yeni bir fitne ateşi yakıldığını görüyorum. Geçmişte birlikte çalışmış olsak bile hiç kimsenin şahsi ifadeleri cumhurbaşkanıyla, hükümetimizle ilişkili hale getirilemez. Yasin Börü'lerimizin ölümüne neden olanlar, Kobani katliamının failleri, Tayyip Erdoğan ve dava arkadaşları tarafından asla savunulamaz!”

Belli ki, Erdoğan’ın ekonomi ile beraber hukuk ve demokraside de ilan ettiği “seferberliğe” şu an için Demirtaş ve HDP dahil değil. (Kimlerin veya nelerin dahil olduğunu bilmiyoruz daha.)

Bunu “tamamen hukuki açıdan bir mülahaza” ile eleştirerek hükümete yüklenmekle yetinebiliriz; ama işleri bu noktaya getiren zehirli siyasi havanın teşekkülünde Demirtaş ve HDP’nin taşıdığı büyük sorumluluğu göz önünde tutarak, onları da demokratik bir açılımda bulunmaya, zehirli havayı dağıtmak için üzerlerine düşeni yapmaya çağırmak herhalde daha münasip olacaktır.

HDP’li eski milletvekili Altan Tan’ın yaptığı gibi…

***

Geçen Eylül ayında Medyascope’ta, Demirtaş’ın "Dışarıda olsaydım bir sabah eşim Başak ile birlikte Meral Hanım’ın kapısını çalar ve 'Kahvaltıya geldik' derdim" çıkışını nasıl değerlendirdiği sorusu üzerine, özelde Demirtaş ve genelde “demokratik Kürt siyasal liderliği” üzerine önemli mülâhazalarda bulunmuştu Altan Tan.

“Allah en kısa zamanda onu en başta çoluk çocuğunun içine geri döndürsün, bu tutukluluk hali sona ersin, bu suçlamalar sona ersin ve dışarıda çok daha rahat, kendini daha iyi ifade edebilecek bir siyasal imkâna ve fırsata kavuşsun” niyazından sonra şunları söylemişti:

“Toplumda demokratik bir Kürt siyasal önder arayışı var. Bütün Türkiye’nin şu an, sosyal demokratlarından, liberallerinden muhafazakârlarına kadar böyle bir arzusu ve arayışı var. Yani Kürtleri demokratik sahada temsil edecek; bilgisiyle, kültürüyle, duruşuyla ve tavrıyla, demokrasiye olan bağlılığıyla bir demokratik lider. Bunu ne kadar yapabildi Selahattin Bey, ne kadar yapamadı, yapamamasının gerekçeleri nelerdi?... Şu anda tartışmamız gereken şey, bu demokratik Kürt siyasal liderliğinin formatı nedir, misyonu nedir, koordinatları nedir; ondan sonra buna hangi arkadaşımız ne kadar uyuyor ve ne kadar uymuyor, yani eksiği ne, neler yapılması lazım?”

“Birincisi: Kürt demokratik siyasal yaşantısında yer alacak veya bu işte önderlik yapmaya talip arkadaşların, Selahattin Bey de dahil, ben de dahil, bir başkası da dahil, önce kendi zihninde, zihin dünyasında, iç dünyasında belli mevzuları halletmesi lazım, belli soruların cevaplarını netleştirmesi lazım ve o netleştirdiği cevaplar üzerinde de ısrarcı ve kararlı bir şekilde siyasal bir duruş sergilemesi lazım. Nedir bunlar? Yıllardır ben her fırsatta söylüyorum: Kürt siyasal mücadelesinde şiddetin, silahların, savaşın dönemi biteli yıllar oldu... Mutlaka bugün artık demokratik mücadele ile silahların birbirinden ayrılması lazım; demokratik mücadele yapacak bir arkadaşın, veya bu liderliğe soyunan bir kişinin, açık seçik ve net bir şekilde PKK’ye şunu söylemesi lazım: ‘Silahların Türkiye Cumhuriyeti hudutları dahilinde mutlaka susması lazım, Türkiye Cumhuriyeti hudutları dışından da Türkiye’ye silahlı tehdidin olmaması lazım…’ (PKK) Türkiye’ye karşı bu duruşunu net bir şekilde sonlandırması lazım. Selahattin Bey’in de çok açık ve net şekilde bunu ifade etmesi lazım. Böyle düşünmüyor veya farklı düşünüyor demiyorum; ama ‘Ben zaten böyle düşünüyorum ama işte ancak bu kadar ifade edebiliyorum’ yetmiyor. Ben bunu milletvekilliği dönemimde de, ondan önce de sonra da bugün de en açık ve net olarak söyleyenlerden birisiyim.”

“Silahla demokratik mücadelenin bir arada gitmesi mümkün değil, mümkün değil, mümkün değil!... O noktada ısrarcı olarak durmak lazım. Diyelim ki biz durduk ama silahı elinde bulunduranlar dinlemedi; hatta benim gibi ısrarlı bir şekilde bu konuyu dile getirenleri susturmak istese, ‘Susun, bu sizin işiniz değil, niye konuşuyorsunuz, niye böyle düşünüyorsunuz’ dese veya farklı farklı şekillerde itham etse (PKK), buna rağmen de o zaman şunu söylemek lazım: Bizim bu siyasal çizgiyle herhangi bir şekilde örtüşmemiz mümkün değil; bunu böyle düşünenler ayrı siyaset yapsın, bizim gibi silahın dışında sadece demokratik yolları seçenler de ayrı siyaset yapsın. Selahattin Bey’in bunu bu kadar açık ve net bir şekilde söylemesi lazım. Söyleyemiyorsa şu veya bu sebepten dolayı, ki bu sebeplerin çoğunu bizler biliyoruz, sizler de biliyorsunuz, o zaman işte bu liderlik eksik kalır. Bu liderlik yerini bulmaz. Keşke Selahattin Bey bu olaylar ilk başladığı vakitte bu tavırları koyabilseydi. Benim kendisiylebu konularda defalarca görüşmelerim oldu. Yani daha net, daha açık, daha kararlı ve daha cesur bir şekilde durmamız gerekir dedim. Israrla. Hatta bir beyanatımda dedim ki: ‘Eğer silahlar konuşmaya devam edecekse bizim gibi siyasetçilerin, politikacıların yapabilecekleri hiçbir şey yok; bizim evimize gitmemiz lazım…’ Bir: Selahattin Bey’in bu çizgiyi net bir şekilde ortaya koyması lazım. İki: Ondan sonra, bu şekilde düşünen tüm insanlarla siyasetini, çizgisini birleştirmesi lazım. Bu Türk, Kürt, laik, dindar, liberal, muhafazakâr, sosyal demokrat, kim olursa olsun. Bunlar yapılmadığı müddetçe maalesef bu talebin, bu duruşun bir karşılığı olmuyor.”

“Meral Akşener’e yapılan çağrı tabii ki olumludur. İçeride şu an tutulan bir siyasetçinin hâlâ demokratik yollardan bir arayış içinde olması, Sayın Akşener gibi fikren ve -özellikle de etrafındaki insanlar itibarıyla söylüyorum- Kürt siyasetine mesafeli, hatta bazıları oldukça mesafeli insanların parti liderine ‘Ben eşimle beraber kapını çalıp girerdim’ demesi, her türlü diyaloga hazır olduğunun işaretidir. Ama keşke Selahattin Bey, çözüm süreci devam ederken, eşiyle beraber Tayyip Erdoğan’ın da kapısını çalabilseydi. Keşke Abdullah Gül’ün de kapısını çalabilseydi. Keşke seçim gecesi ‘Bizim hiçbir şekilde AK Parti ile bir hükümet kurmamız veya bir diyalog içinde olmamız mümkün değildir’ demeseydi. Keşke Ahmet Davutoğlu partiye geleceği vakit, bir başka arkadaşımızın (vasıtasıyla) şartlı bazı gerekçeler öne sürerek ‘Eğer şunlar şunlar için geliyorsa veya şunlar şunlar için gelmiyorsa bir kaçak çayımızı içer gider’ denilmeseydi. Keşke oturup da müzakere edilen bir hükümetle düşmanlaşma durumuna gelinmeseydi. Keşke HDP, MHP’nin bugün AK Parti’yi dar ve çözümsüz yollarda tutsak etmesi yerine, geniş ana bulvarlara çekip bir siyasal ortaklığın zeminini hazırlayabilseydi. Bu keşkeler bitmez; ama dünün muhasebesi yapılmadan, elinde 80 milletvekili ve 102 belediye başkanı varken yapılan yanlışlıkların bir özeleştirisi,  bir değerlendirmesi yapılmadan da kamuoyunda bugün çok fazla etkili olmanın imkânı yok.”

“Türkiye siyasetinin, demokratik Kürt siyasetinde öncülük edecek, ısrarlı olacak, şiddete tavır koyacak, PKK’ye bu noktada çok net ifadelerle cevap verecek ve bu çizgisinde ısrar ederek kamuoyunda güven oluşturacak siyasi Kürt önderlere de, Türk önderlere de, laik önderlere de, muhafazakâr önderlere de ihtiyacı var.”

***

Altan Tan’ın bu mülâhazaları, “HDP’ye alternatif yeni bir Kürt partisi” söylentilerinin ayyuka çıktığı şu günlerde daha fazla önem kazanıyor.

Basiret ve feraset herkese lazım vesselam.